İçinde yaşadığımız küresel gericilik çağında, insanlık olarak son 200 yılda biriktirdiğimiz birçok kazanım birer ikişer geri alınıyor. Bunların arasında anayasalara ve uluslararası insan hakları belgelerine işçi sınıfının mücadelesi sonucu yazdırdığı haklar ve özgürlükler de var. Varlığına hiçbir zaman katlanılamayan sosyal haklar bir yana, tüm hakların temeli olan yaşam hakkı televizyonların sabah kuşağı programlarında inkar edilir hale gelmiş durumda. Ve fakat tarih doğrusal değil. Nasıl gelişme eşitsiz olabilirse, geriye gidiş de eşitsiz olabilir. Yani tüm bu gerilemenin içinde, insan olduğumuzu bizlere hatırlatacak küçük sıçrayışlar görmek de mümkün.
Ölüm cezasına karşı yürütülen mücadele, kürenin tamamında olmasa da kayda değer bir bölümünde sonuç verdi. Örneğin kenarından tutunduğumuz coğrafyada durum böyle.
De facto moratoryumun bulunduğu Rusya dışındaki tüm Avrupa Konseyi üyesi devletler, barış zamanında geçerli olarak ölüm cezasını kaldırdı. Yine 47 üyenin üçü dışında (Azerbaycan, Rusya, Ermenistan), tüm üye devletler bakımından savaş zamanı-barış zamanı ayrımı olmaksızın ölüm cezası tarihin çöplüğüne gömülmüş durumda. Uluslararası Af Örgütü’nün 2013 yılına ilişkin olarak yayınladığı veriler çerçevesinde dünyanın geri kalanına baktığımızdaysa, 2000’in üzerinde kişinin ölüm cezasının infaz edildiğini ve ölüm cezası infazcısı devletlerin ilk beş sırasında Çin, İran, Irak, Suudi Arabistan ve ABD’nin olduğunu görmekteyiz. İsimlerini saymak yorum yapmayı gereksizleştiriyor.
Ölüm cezasına karşı mücadelenin belirli ölçüde kazanımlar sağlamaya başladığı 90’lı yılların başlarından itibaren ise insan hakları savunucuları cepheyi bu kez gizli ölüm cezası olarak adlandırılabileceğimiz salıverilme şansı olmaksızın müebbet hapis cezasına yöneltti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) son yıllarda verdiği iki önemli karar ile salıverilme imkanı olmayan ömür boyu hapis cezası meselesini, işkence, insanlıkdışı yahut aşağılayıcı muamele ya da ceza yasağını öngören Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS ya da Sözleşme) Madde 3 çerçevesinde ele aldı. Bunlar Kafkaris vs. Kıbrıs ve Vinter ve Diğerleri vs. Birleşik Krallık davalarıdır.
Strasbourg organlarının yerleşik içtihadı uyarınca bir kişinin özgürlüğünden alıkonması kaçınılmaz olarak belirli ölçüde bir ıstırabı ya da aşağılamayı doğurur; ancak cezada mündemiç olan bu ıstırap ya da aşağılamanın ötesine geçilmesi durumunda AİHS Madde 3 ihlali gündeme gelir.
AİHM’nin Kafkaris ve Vinter ve Diğerleri davalarında[1] ortaya koyduğu içtihadi standartlara göre taraf devletler kural olarak ömür boyu hapis cezasına çarptırmada özgürler. Ancak bunun için belirli ön koşullar bulunuyor: Sanık reşit olmalı, işlenmiş olan suç ağır/ciddi bir suç olmalı (örneğin cinayet), ceza mecburi ve otomatik olarak değil bağımsız bir yargıç tarafından hafifletici ve ağırlaştırıcı etkenlerin tümü değerlendirildikten sonra verilmeli.
Dahası AİHM’ye göre ömür boyu hapis cezasının Md. 3’te öngörülen unsurlardan insanlıkdışı yahut aşağılayıcı ceza yasağına aykırı olmaması için cezanın de jure ya da de facto olarak “indirilebilir” olması gerekir. Bunun içinse iki unsurun bir arada bulunması gerekiyor: Salıverilme umudu ve mahpusluk süresinin gözden geçirilmesi olasılığı.
Mahkeme bu iki unsurun gerekliliği bağlamında bir dizi gerekçe ileri sürüyor. Buna göre hükmün infazına başlandığı sırada kullanılan gerekçelerin, uzun bir mahpusluk dönemi sonrasında geçersiz hale gelme potansiyeli, mahpusluğun devam edip etmemesi gerektiğinin gözden geçirilmesini zorunlu kılar. Salıverilme umudunun olmaması ve müebbet hapis cezasının yeniden değerlendirilme ihtimalinin olmaması, mahkumun kefaretini ödemesi imkanını ortadan kaldırır; çünkü mahkum rehabilite olma yolunda ne kadar çaba gösterirse göstersin cezası sabit olacak ve gözden geçirilmeyecektir.
Dahası ve belki de en önemlisi bir kişinin bir gün yeniden özgür olma şansı olmaksızın alıkonması insan onuruna aykırılık oluşturur.
Bu gerekçeler ışığında AİHM’ye göre Sözleşme Madde 3, ömür boyu hapis cezaları bağlamında cezanın “indirilebilirliğini” gerekli kılar. Mahkeme, Madde 3’ü bu şekilde yorumlarken söz konusu gözden geçirmenin ne zaman gerçekleşebileceğini taraf devletlere bırakır. Anca bu durumda dahi gözden geçirme zamanı, hukuki belirlilik ilkesi ve Sözleşme Madde 34’teki anlamıyla mağdur statüsünün genel ilkeleri doğrultusunda belirsiz olamaz. Bir ömür boyu hapis cezası mahkumu cezasının başlangıcında salıverilmesinin değerlendirilmesi için ne yapması gerektiğini ve cezasının gözden geçirilmesinin ne zaman gerçekleşeceğini yahut ne zaman bu tür bir gözden geçirme talebinde bulunabileceğini bilme hakkına sahip olmalıdır.
AİHM salıverilme imkanı olmaksızın ömür boyu hapis cezasını AİHS Madde 3’e aykırı bularak, ölüm cezasından sonra bir adım daha ileri giderek “hapishanede ölme cezasını” da ortadan kaldırmaya yönelik adımı atmış olur.
AİHM, yukarıda kısaca açıklanan standartlarını geçtiğimiz Mart ayında verdiği Öcalan vs. Türkiye (2)[2] davasında da uyguladı. Başvurucu Abdullah Öcalan’ın ileri sürdüğü ihlal iddiaları arasında çarptırılmış olduğu ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasının şartlı salıverilmesine imkan tanımıyor olmasının AİHS Madde 3’e aykırı olması da bulunuyordu. Özellikle Vinter ve Diğerleri hükmündeki tespitlerine göndermede bulunan Mahkeme bu mesele bakımından Madde 3 ihlaline hükmetti.
Mahkeme’nin bu konuda Türkiye’ye yönelik olarak ihlal bulması sayılan içtihadi standartları bakımından şaşırtıcı değil. Zira 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un koşullu salıvermeyi düzenleyen 107. maddesinin 16. fıkrası açıkça, ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasının “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar”, “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar” ve “Milli Savunmaya Karşı Suçlar” başlıkları altındaki suçlardan birinin bir örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde verildiği durumlarda sanığın şartlı salıverilmeden yararlanamayacağını öngörüyor. Bu da demek oluyor ki Türkiye hukukuna göre belirli suç tiplerinin karşılığı olan ömür boyu hapis cezaları “indirilebilirlik” niteliği taşımıyor ve dolayısıyla da bu durum AİHS Madde 3’ün ihlaliyle sonuçlanıyor. Mahkeme’ye göre ömür boyu hapis cezasına dayanak olan sabit görülmüş suçun ağır bir suç olarak kabul edilmesi, mutlak bir hak olarak askıya alınamayan ya da sınırlandırılamayan Madde 3’ün unsurlarından insanlıkdışı yahut aşağılayıcı ceza yasağının koruması dışında bırakılmasının gerekçesi olamaz.
AİHM’ye göre Türkiye hukukunda Cumhurbaşkanın hastalık ya da yaşlılık nedeniyle cezayı affetme ya da kaldırma yetkisi yahut bir genel ya da özel af ihtimali Madde 3’e uygunluk için gereken koşulları karşılamıyor. Yasama organının genel ya da özel kısmi af kanunu kabul etmesi ihtimali de aynı şekilde sözleşmesel yükümlülükleri karşılamaz.
AİHM’nin ihlal tespiti başvurucuya derhal salıverilme beklentisi vermez ve fakat ulusal makamlara, gerekli yasal mevzuat vaz edilmek suretiyle ihdas edilecek bir usul çerçevesinde, asgari bir alıkonma süresi sonrasında başvurucunun alıkonma durumunun haklılaştırılabilirliğinin devam edip etmediğini denetlemeyi yükler. Söz konusu değerlendirmedeki ölçütler ise cezalandırma ve caydırma zorunluluklarının karşılanması ve tehlikelilik gerekçesidir.
Bu karardan çıkan sonuç, Türkiye’nin salıverilme imkanı olmaksızın ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış kişiler bakımından ceza infaz sisteminde değişikliğe gitmesi gerektiğidir. Devletin AİHM kararlarına uyarak söz konusu düzenlemeleri yapıp yapmayacağını hep birlikte bekleyip göreceğiz. (İME/AS)
[1] “Kafkaris v. Cyprus”, (Application no. 21906/04), Judgment, 12/02/2008; “Vinter and Others v. The United Kingdom”, (Applications nos. 66069/09, 130/10 and 3896/10), Judgment, 09/07/2013.
[2] “Öcalan c. Turquie (No 2), (Requêtes nos 24069/03, 197/04, 6201/06 et 10464/07), Arrêt, 18/03/2014”, para. 193-207.
İzzet Mert Ertan: Dr., araştırma görevlisi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Anabilim Dalı'nda insan hakları hukuku alanında çalışıyor. "Toplumsal Olaylara Müdahalede Biber Gazı Kullanılmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne Uygunluğu", "Ulusalüstü İnsan Hakları Hukuku ve Türk Hukukunda Asgari Çıraklık Yaşı" gibi makaleleri ve Uluslararası Boyutlarıyla Sağlık Hakkı kitaplarını yazdı. Gezi direnişi sırasında öğrencilerinin maruz kaldığı hak kayıplarıyla ilgili destek açıklamasının da imzacılarından. |