Üç yıl önceydi, henüz COVID-19 belasıyla tanışmamıştık. Şehrin TÜYAP tarafından düzenlenen son kitap fuarıydı. Fuarın hemen birkaç gün sonrasında kadim Suriçi'nin bazalt taş evlerinden birinin avlusunda 80. yaş yılını kutlamıştık ustanın. Sazlı, sözlü bir akşam alacasında... Sazın vakti, sözün nakdi var diyerek hem de.
Mıgırdiç Margosyan ağabey çok keyifliydi o gece. Memleketinde, ata-dede diyarında, mahallesi, küçe'lerindeydi.
O geceden sonra işte 2020-21 derken hayat sahiden zor oldu, her birimiz için tabii ki!
Önceki gün 23 Aralık 2021 Perşembe günü telefonla aradım. Son bir ay içinde üç kez arayıp konuşmuştuk. Karaciğerden sağlık sorunları yaşıyor hoca. "Tez zamanda iyileşip toparlan da, birkaç ay sonra şehirde bir bahar buluşması yapalım" dedim. Hem de 83. yaş gününü kutladım.
Hazır konuşmuş ve yaş gününü kutlamışken yeniden külliyatını kitaplıktan çıkarıp şöyle bir okşadım, sıvazladım, o çokça aşina olduğum sayfalara hızla bir daha merhaba ettim.
Ve sonra son kitabı "Tanrı'nın Seyir Defteri" sayfalarını sırasıyla çevirmeye başladım, bir daha okuyarak...
Eğer bu tuhaf min-el garaib ülkede hasb-el kader okur iseniz ve dahi bu okuma serüveniniz muvacehesinde yolunuz bir şekilde Mıgırdiç Margosyan üstat ile kesişmemişse, onun yazdıklarını okumamışsanız çok şey kaybetmişsiniz demektir, benden söylemesi.
Mıgırdiç Margosyan bir Diyarbekir Ermenisi. Orta mektep ikinci sınıfa kadar Diyarbekir küçelerinde "o küçe senin, bu küçe benim" okul peşinde, okul saatleri dışında da ya dayısının demirci işliğinde, olmadı başka mekânlarda şehrin muhabbetine dalıp gitmiş.
Gün gelmiş coğrafyayı dolanıp Ermeni çocukları kendi dillerinde mektep-medrese görsünler, "adam olsunlar" diye ailelerinin onaylarıyla çocukları İstanbul'daki Ermeni mekteplerine götürmeye gelen bir zat-ı muhteremle kader birliği etmiş.
Ve kendi tabiriyle bileti "İstanbul'a kesilmiş".
İyi ki de kesilmiş bileti İstanbul'a!
Dilini, eli yüzü düzgün bir şekilde öğrenmekle kalmayıp, hem anadilinde hem de Türkçede Anadolu ve Mezopotamya Ermenilerinin, halklar harmanı olan coğrafyanın Diyarbekiri'nin o çok dilli, çok kültürlü yaşam biçimini, hikâyelerini üslup sahibi bir yazar olarak okurla buluşturmuş bir yazar.
Teferruatına girmeyeyim isterseniz. Neredeyse otuz yıl olacak kendisiyle muhabbetimiz.
"Gâvur Mahallesi",
"Söyle Margos Nerelisen",
"Biletimiz İstanbul'a Kesildi",
"Tespih Taneleri" ve dahi diğer kitaplarından birini/birkaçını okursanız/okumuşsanız "az bile yazmışsın" diyebilirsiniz bana...
Kelimelerin, cümlelerin ağırlığını ve hikmetini tartarak ağır ağır konuşan bir adamdır Margosyan. Kelamının, karşı yakada nasıl bir karşılık bulacağını ölçerek göz temasını da önemseyen bir yazardır.
Bu sebeple yazdıklarında da aynı üslubu yakalamıştır. Onun metinlerini okuduğunuzda eğer daha önceden kalemine teşne iseniz, altında imzasını görmeseniz dahi "bu Mıgırdiç Margosyan'a aittir" dersiniz hemencecik.
İşte, usta bu defa alışılmışın tersine bir başka "iş" yapmış. Hani sıkça yaptığı "Diyarbekir/Dikranagerd" muhabbetinden sıyrılarak bir başka "iş"...
Adeta bizim buraların, yani sizce "oraların" tabiriyle "arının deliğine parmağını sokmuş".
Tanrı ile muhabbete gir(iş)miş.
Kitabı Mukaddes'in o meşhur ilk bölümü "Yaratılış"tan bilirsiniz işte...
"Başlangıçta Tanrı göğü yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıkla kaplıydı. Tanrı'nın ruhu suların üzerinde hareket ediyordu. Sonra Tanrı 'Işık olsun' dedi ve Işık oldu. Sonra ışığın iyi olduğunu gördü karanlıktan ayırdı. Gece ve Gündüz oldu. Sonra Suları bir yere topladı Deniz oldu. Su olmayan yerler kara oldu..."
Bu böyle yedi gün boyunca bir yaratılış anlatısı olarak gayet edebice akıp gider...
Tabii "dünyanın yaratılış" meselesi bütün dinlerin ve dahi bilimin de üzerine "kafa yorduğu" en önemli mevzudur, bilinir. Bunlardan en filmografik olanı da bildiğiniz üzre Nuh Tufanı'dır. Hatta Nuh'un Gemisinin Cizre'deki Cudi mi, yoksa Ağrı'daki Ararat (Ağrı) dağında mı karaya oturduğu hâlâ "tartışma" konusudur.
İşte, usta Mıgırdiç Margosyan dedik ya! "Arının deliğine parmağını soktu." Tam da bu minval üzere bunu yapmış; adını "Tanrının Seyir Defteri" koyduğu kitabında...
"Ol deyince olduran, öl deyince öldüren" Tanrı'nın "hiç" yoktan var ettiği yer, gök, deniz, kara, yıldızlar ve dahi insan dâhil tüm canlılar âleminin kadim Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasına değen hikâyesini kendi "ironik" üslubuyla yazmış/anlatmış...
Dayanamamış yine Diyarbakır'a bir uğramış. Kitabın sonunda yolu "ölümlü" olmakla kesişen her beni âdemin son sığınağı mezarlıktan bir "Hokecaş" hikâyesini kadir bilir okuruna armağan etmiş.
Mıgırdiç Margosyan okurları tez zamanda alıp okumalı...
*Mıgırdiç Margosyan, Tanrı'nın Seyir Defteri, Aras Yayıncılık, 2016, 128 sayfa.
(ŞD/AÖ)