Bütün dünyada Mayıs ayının ikinci pazarı Anneler günü olarak kutlanır. Amerika Bİrleşik Devletleri'nde (ABD) annesini kaybeden Anna Jarvis'in dünyaya armağanı olan bu gün, günümüz kapitalist tüketim çılgınlığının sembollerinden biri haline dönüşmüş olsa da, duygu olarak yarattığı bizde yaratmış olduğu etki, annemizin sevgisi kadar sıcacıktır.
Bu yıl da gününü kutladığım bir annem olduğu için şükredip, onu öperek güne başladım. Hayatımızdaki en önemli özne, bizi en çok etkileyen, varlık sebebimiz onlar. Onların değerini anlamak için sosyal ya da dinsel referanslara ihtiyacımız yok zira en büyük referans noktamız, annelerimizin bizleri karşılıksız ve sadece bizi biz olduğumuz için sevmeleri değil midir?
İstanbul'da olduğu gibi Diyarbakır'da da her cumartesi günü kayıp yakınları seslerini duyurmak için oturma eylemi gerçekleştiriyorlar. Tam 118 haftadır, yaz, kış, sıcak, soğuk dinlemeden, seslerini duyurmaya, çocuklarında, yakınlarından alacakları bir haberin izini bulmaya çalışıyorlar.
Her hafta ellerinde soluk vesikalık fotolar sessizce oturuyorlar... Yan yana konulduğunda neredeyse onlarca metrekareyi kaplayacak kadar fazla kayıp fotosu ile... Bugün mezarlarının bile nerede olduğu bilinmeyen faili meçhul binlerce kayıp insan! Her cumartesi günü ellerindeki soluk fotolarla sessizce oturan kayıp yakınları, hem ülkemizin tarihine hem de vicdanlarımıza kara bir leke olarak kayıt düşmeye devam ediyorlar.
118. haftanın cumartesisinde, yani anneler günün arifesinde, Diyarbakır'da ve bölgenin birçok ilinde Kürt anneleri bu günü kutlamayacaklarını duyurdular. Bu yüzden uzatılan hiç bir karanfili de kabul etmeyeceklerdi. Günü karalar bağlayarak, temsili bir cenaze kaldırarak protesto edeceklerdi.
Pazar günü, yani annemin ellerini öpüp anneler günü kutladıktan sonra, başka anaların sesine kulak vermeye gittim. Saat tam 12:00'de daha önce bildirilen toplanma noktasına, yani Ofis İş Bankasının önüne gittim.
Oraya vardığımda, siyah elbiseler giymiş onlarca kadın, ellerinde pankartlar ve fotoğraflarla bekliyorlardı. 12:30'da belirtilen yerden sivil cumaların meydanına, yani Dağ Kapı meydanına kadar yürümeyi karalaştırmışlardı ama annelerden önce gelen polisler, aldıkları çok ciddi "güvenlik" önlemleriyle amaçlanan yürüyüş güzergahı önünde etten bir barikat oluşturmuşlardı.
Dağ Kapı meydanına izin yoktu, pazarlıklar uzun sürdü ama emir kesindi. Yasaktı.
Bir süre sonra başka bir grup, omuzlarında siyah örtüye sarılmış bir tabutla eylem noktasına geliverdiler. Tabutu, sanki içinde kendi evlatlarını varmış gibi özenle taşıyan bu kadınlar, dağda çocuklarını kaybetmiş annelerdi. Bu tablo, ortama matem havası katıverdi. Hatta beklemekten sıkılan birkaç genç kız kendi aralarında konuşup gülüşünce, kadınlardan biri gelip "Ayıptır, gülmeyin, görmüyor musunuz, cenaze var" diyerek onları nazikçe uyardı.
Bir süre sonra, güzergahın yönü Kaşuyolu parkı olarak değiştirildi. Omuzlarında tabutu taşıyan kadınlar, yürüyüş kortejine yön vererek parka doğru ilerlemeye başladılar. Ellerinde karanfillerle yürüyüş güzergâhında anneleri bekleyen Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Diyarbakır il örgütünden küçük bir grup, ofis noktasında annelere karanfil vermek istediler. Güler yüzlü, şık, bakımlı iki kadın hiç beklemedikleri bir tepkiyle karşılaştılar.
Anneler, CHP'li grubun uzattığı karanfilleri geri çevirdiler. Hatta içlerinde bazıları "Bize çiçek vermeyin, çiçeklerinizi kabul etmiyoruz, görmüyor musunuz, bugün cenazemiz var, bizim çiçekler toprağa düştü. Bize çocuklarımızın cenazelerini gönderip, çiçeklerle teselli etmeye çalışıyorsunuz "diyerek tepki gösterdiler.
Tepkileri de protestoları kadar sert olan annelerin tutumu, bu eyleminin içeriğinden haberleri olmayan CHP'li grupta büyük bir şaşkınlık yarattı.
Anneler öfkeliydi, omuzlarında taşıdıkları gerçek bir cenazeymiş gibi öfkeli. Öfkeleri tazeydi zira daha bir hafta önce Tunceli'de öldürülen dört gerillanın cenazesi, onbinlerin katılımıyla kaldırılmıştı. O durumun öfkesi bugüne de taşınmıştı.
Parka varan kadınlar, Demokratik Çözüm Çadırının önünde toplanarak basın açıklaması için beklemeye başladılar. Temsili cenaze, temsili musalla olarak kullanılan masanın üzerine konuldu. Kadınlar tabutun önünde basına, kamuoyuna ve de başbakana seslenerek yüreklerindeki öfkeye rağmen, barış isteklerini duyurmaya çalıştılar.
"Kutlamayacağız" diyorlardı, "yüreğimiz parçalanmış, derman olun" diyorlardı.
Hepsi acılıydı, kimisinin çocuğu dağda, her an ölüm haberi alacakları endişesi ile bakıyorlardı, kimisinin çocuğu da kayıptı ne bir mezarı vardı başında ağlayacak ne de ne de teselli olacağı bir haberi. Kiminin çocuğunun bir mezarı vardı ama cesetlerine yapılmış olan işkenceler, yüreklerinde en az ölüm kadar acı ve derin bir boşluk yaratmıştı. Bu yüzden de öfkeleri büyüktü.
Hayrîye Teyze de o kalabalıkta sesini duyurmaya çalıyordu, bugün onun en acı günüydü çünkü oğlu Fahrettin, 14 yıl önce anneler gününde öldürülmüştü. "Bu gün benim için acı ve ıstırap dolu" diyordu, yüreğim yanık bu ana, "Bu gün gelsin istemiyorum çünkü her seferinde acım tazeleniyor" diyordu, "diğer iki oğlum da kayıp onların da ne mezarına ne de kemiklerine ulaşabildim" diyordu. Ama "yaralı yüreğime rağmen barış istiyorum, sesimizi duyun" diyordu.
Kürt sorundan dolayı çocuklarını kaybeden Diyarbakır'daki bu analar, hem basına, hem kamuoyuna hem de başbakana seslendikleri sırada, bu anaların sesini duymakta güçlük çeken İstanbul'daki basın, günün anlam ve önemine uygun bir şekilde, Kürt sorunu yok diyerek bu insanların yaşadığı acıyı da yok sayan Ankara'daki başbakanın, annesi ile birlikte çekmiş olduğu mutluluk ve sorumluluk tablosu fotoğraflarını servis ediyorlardı.
Başbakan, elinde güzel bir buketle, annesi ile birlikte kameralara poz vermişti. Hangi anne böylesi bir mutluluk tablosunu yaşamak istemez ki.
Hangi anne çocuğuna sarılmak yerine toprağa ağlamak ister ki, milliyeti ne olursa olsun hangi annenin yüreği çocukları için sevgiyle atmaz ki. Evlatlarına ister şehit diyelim ister terörist ama bu annelerin yüreği de en az Başbakanın annesinin yüreği gibi, çocukları için sevgi ile atıyor.
Evet bu ülkede Kürt Sorunu var, hem de çok ciddi bir sorun. Bu insanların yaşadığı öfkenin rengi kine dönüşmeden çözülmeye ihtiyaç duyacak kadar büyük bir sorun. Bunun için daha kaç annenin çiçeğinin toprağa düşmesini bekleyeceğiz? (HK/BB)