Erich Fromm’un ‘’Özgürlükten Kaçış’’ kitabını okuyanlar bilir. Fromm’a göre “İnsanların kendi dışındaki dünyaya ihtiyaç duyması, tek başına olmaktan kaçmaktır. Fiziksel açlık bir insanın ölümüne sebebiyet vereceği gibi, kendini yalnız hissetmek de ruhsal parçalanmaya sebebiyet verebilir”. Bu yüzden insanların aile kurması, çocuk sahibi olması yalnızlıktan kurtardığı gibi, bir şeye ait olma duygusu da verir. Ama Erich Fromm için bu bir özgürlükten kaçıştır.
Türkiye'de 6 Aralık 2013'te gösterime gösterime giren, "Duygusal Western" olarak da adlandırılan Ölümsüz Aşk/Ain't Them Bodies Saints filmi, gitar notalarının ölüm çığlıkları ve silah sesleriyle karıştığı Teksas’ta, birbirlerine karşı aitlik duygusu besleyen Bob ve Ruth’un hikâyesini anlatıyor.
Amerikan sinemasında görmeye alıştığımızın aksine, bir kadını metalaştırmıyor, edilgen kılmıyor ya da ikincil tekile sokmuyor. Filme, psikolojinin önemli isimleri Erich Fromm ve Carl Jung’ın teorilerinden de bakıp yorumlamak mümkün.
Teksas Blues gibi vurdumduymaz, sert ama bir o kadar tatlı olan Ruth ve Bob, bir suç üretme fabrikası olan bu topraklarda kanunsuzca yaşamaktadırlar. Birbirlerine olan aşkı en derinde hisseden bu iki yürek, sadece yalnızlığı paylaşmazlar aynı zamanda suç ortaklarıdır.
Ruth ve Bob’ı, özgürlükçü aile modeline oturtmak mümkün. Son derece kuralsız ve başına buyruk bir hayatları var. Ayrıca Bob’ın ataerkil tutumları yok. Sevgilisine emir vermiyor ya da onu ezmiyor. Ruth da bir kadın olarak, dik başlı ve güçlü biri.
Elbette onları bu kadar kuralsızca yaşamaya iten çevresel gerçekler. Fazlasıyla şiddet, kan ve gözyaşıyla beslenen Teksas, Ruth ve Bob’ı hem kuralsız hem de sımsıkı sarılarak yaşamaya itti. Çünkü burada yalnız olmak, fiziksel ve ruhsal parçalanmaya sebebiyet verebilirdi. Bu yüzden aşk, onlar için güvenli bir sığınaktı. Ama burada kuralsızca yaşamanın da bir bedeli vardı.
Hayatlarını ölümle burun buruna geçiren bu iki genç insanın, üretken bir yanları yok. Tek yaptıkları hayal kurmak ve günü kurtarmak. Bu yüzden, düzenli bir iş hayatları olmadığı gibi paraya da ancak çalarak sahip oluyorlar.
Yine böyle bir günden sonra, Bosque bölgesindeki evlerinde, peşlerine düşen polisle girdikleri çatışmada, çocukluk arkadaşları Freddie öldürülür. Ruth’un silahından çıkan mermiyle polis Patrick’in vurulması üzerine, Bob devreye girer ve aşığının suçunu üstlenir. Artık ona hapishane yolu gözükmüştü.
Bob günlük yaşam içinde Ruth’a karşı ataerkil tutumları yoktu ama doğacak kızlarını da düşünerek suçu üstlenmesi, Ruth’un da dik başlılığına rağmen bunu kabul etmesi, psikolojide Jung’ın arketiple açıkladığı anne ve baba davranışları. Bu tip güçlü erkek modelini birçok Hollywood filminde ve mitlerde görmek mümkün.
Hapiste herkes pişmanlıktan bahseder ama Bob pişman değildir. Her şeyden önce o bir başkasına zarar vermediği gibi, Ruth ve doğacak kızları Sylvie olmak üzere iki hayatı kurtarmıştı.
Bu onda "süperego" kökenli bir suçluluk duygusu geliştirmedi ya da pişmanlıktaki gibi kabul edilecek bir hatası da yoktu. Fakat yoğun bir ‘’yalnızlık hissi’’ vardı. Çünkü Ruth yoktu ve onunla iken kendisini güvenli hissediyordu. Bu yüzden, sadece Ruth’a köklenmiş olmak tek başına yetmiyordu. Hapishane arkadaşları olması da yalnızlığını almıyordu. Bütün bu duygular, Bob’ı hapisten yani yalnızlıktan kaçmaya itti.
Bob’ın hapisten kaçmasındaki sebep, bize tartışma imkanı da veriyor. Çünkü Bob, kaçarken özgürlükten değil, ait olduğuna inandığı kadına gitmekten bahsediyor. Bunu iki şekilde yorumlayabiliriz.
Birincisi, Bob için Ruth’un yanında olmak özgürlüğe ket vurmak değil, aksine özgürleşmek. Bu, Erich Fromm’un savunduğu, bir şeye ait olmanın özgürlüğü engellediğine dair yaklaşımın tam tersi. İkincisi ise, Ruth’a ait olmanın özgürlükten daha önemli olabileceği. İkisi de mümkün.
Bob’ın hapiste olduğu ve kaçıp ona gelmeye çalıştığı dönemde Ruth, Bob’ın babası Skerritt’in kendisine verdiği bir evde kalıyor, kızını büyütüyor ve kedilere bakıyorlardı. Skerritt’den daha fazlasını istemeden ve kimseye muhtaç olmadan, hayatta kalma savaşı veriyordu.
Ruth’un mücadelesine ‘’varoluşçu’’ açıdan bakmak mümkün. Kendi varlığını yaratmaya çalışırken, kızıyla olan yaşamını anlamlı kılmak için de sorumluluk almaktadır. En önemlisi ise ölüme karşı koymakta. Ancak Ruth hayatını kızıyla birlikte geçirse de, Bob ile beraberken duyduğu güvenlik hissi yok. Bu yüzden Bob’ın içinde bulunduğu duruma o da düşmüştü.
Bu bize gösteriyor ki, birbirine karşı aitlik duygusu besleyen insanlar için hapiste ya da evde olmak fark etmiyor. Eğer bir arada değillerse güvenli de değiller.
Filmin Adı Ölümsüz Aşk Ain't Them Bodies Saints Yönetmen: David Lowery
|
Film’in ilerleyen dakikalarında ise Ruth’un hasretine dayanamayıp hapisten kaçan ve Missouri’de çıplak ayaklarıyla bindiği bir tren vagonunun ardından, Sweetie’nin barında saklanan Bob, aynı anlayışı babasında bulamaz.
Bob’un kaotik yaşamından dolayı, Ruth ve torunu için endişelenen Skerritt, oğlunun onlardan uzak durmasını isterken, aksi takdirde öldüreceğini söyler.
Bu yine Jung’ın arketiple açıkladığı, koruyucu, otoriter bir baba davranışı. Ruth’un ömrünü Bob ile polisten kaçarak geçirmesini istemeyen baba Skerritt, bu hareketiyle ailedeki konumu güçlendirmeye de çalışıyor. Aynı zamanda, özgürlükçü ve otoriter aileyi temsil eden insanların, ne kadar zıt karakterde ve çatışma içinde olabileceğini gösteriyor.
Ama baba Skeritt’in anlamadığı bir şey vardı. O da oğlu Bob’a karşı koruduğu Ruth’un en az Bob kadar kuralsız olması ve onun yanında kendisini güvende hissetmesiydi. Bu yüzden ki Ruth, Bob’ın birlikte kaçmayı istediğini yazan mektubuna, ikilemde kalsa da karşı koyamaz ve onu beklemeye başlar.
Aradan geçen dört yılın ardından, babasına ve ölüme meydan okuyarak Ruth’un evine gelen Bob, evde kendisini arayan polis Patrick’i görünce kaçar ve kendisini hiç ummadığı bir çatışmanın içinde bulur. Yaralıdır ancak, kendisini güvende hissettiği Ruth’un yanına, üstelik polis Patrick’in orda olmasına rağmen tekrar gider.
Bu sahne güvenli bağlanmanın ne kadar önemli olduğunu da gösteriyor bir bakıma. Aslında haksız da sayılmaz. Çünkü Ruth, Bob’a sarılır ve nefesiyle ona hayat verir. (CÖ/HK)