2016’da yılın sözcüğü “post-truth”, Türkçe söylenişleri ile “post-gerçek”, “gerçek sonrası”, “post-olgusal” seçilirken, yaşadığımız çağın da “gerçek sonrası” bir çağ olduğunu iddia edenler oldu. Bir başka deyişle, artık gerçek değerini kaybediyor, kurgu hakikatin yerini alıyordu. Gerçekle kurgunun sınırlarının belirsizleştiği söylenen bir çağda, peki, kurmaca ne olacaktı?
Kurmaca türler içinde, içinde bulunduğu dönemden en çok etkilenin öykü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Edebi türler arasında öykü, edebiyatın taşrasını, periferini oluşturur. Bundan dolayı değişimlerden en çok etkilenen, onlara en çok dokunan ve en çok aşınandır. Kurgunun hakikatin yerini almaya çalıştığı bir çağda ve dahası siyasetçilerin söylevlerinin sadece “patosa” mahkum edildiği bir coğrafyada öykücü ne yapacak? İdeal retoriğin logos, etos ve patostan oluştuğu belirtilir. Siyasette ideal belagatin üçlü sacayağının logos, yani siyasetçinin iddiası, etos, yani siyasetçinin iddiasının gerçekliğine ikna etmek için kullandığı malzemeler ve son olarak patos, coşkuyu içeren hikayeden oluştuğu biçiminde çözümlemeyi seçiyorum. Siyasi söylevler iddia, iddiayı destekleyen gerçeklerden uzak sadece dinleyeni coşturacak hikayelerden mürekkepse, bir kez daha soralım: Öykücü ne yapacak? Dahası yaşadığı coğrafyanın siyasetine dokunarak öykülerini örmek isteyen öykücünün işi daha zor değil mi?
Geçtiğimiz yıl yayınlanan Belma Fırat’ın "Kuyuda" başlıklı öykü toplamı, başlığını onaylarcasına çağının kuyu ağzından okuruna sesleniyor. Fırat, hem edebiyatın kadim meselesi olan ölüme karşı reddiyeyi metinlerinde taşıyor, hem de yaşadığımız çağın ruhu olan tamamlanamayan yası… Yazar yas sürecini oluşturan isyan, inkar, kabullenme aşamalarını yaşayamadığımız bir çağda, kriz anlarının ruhumuza, zihnimize yığıldığının, tamamlanamamışlığın biriktiğinin, kurgunun gerçeğini sarstığının farkında. Bu yüzden hikaye anlatmadan öykü yazmaya çalışıyor.
“Barışın Filmi”
Belma Fırat’ın “Barışın Filmi” isimli dikkat çekici öyküsü tamamlanamayan yas sürecinin izlerini taşıyor. Barış sürecinin sona ermesinin ardından yitirilenler metnin kılcal damarlarında saklı. Cemile’den Polen’e. Yazar, ölüm, unutuş ve hakikatle çetin bir savaşa girerken, “yaşama dönüş deneyini” öyküye taşıyor. Bilinmeyen isyanların, daha başlayamamış bir yasın izini sürerken, öykü unutulanların unutuluşta muhafaza edildiği o gün başlıyor, çünkü sonu başından belli öyküde yazan da geri dönüşün imkansızlığını biliyor. Yine de Lethe Nehrini tersinden akıtmak istiyor: “Barışın anca filmi çekilirmiş, öyle diyorlardı. Politikacılar palavrasını sıkar sanatçılar filmini çeker. Sosyal bilimciler anıları toplar, tarihsel bellek oluşturur. Peki, kartopu gibi büyüyen tarihsel bellek İYİ’ye götürmüyorsa…” Kurmacanın sonunda ana karakterlerden biri haline gelen toplum belleği, yazarın krizinde yeni bir savaş alanına dönüşüyor ve kurmaca içinden hakikati şöyle tanımlıyor: “Unutmak, ölümün unutturduğunu unutmak… Hakikat!”
“Kuyuda” ve “Kıssa” öykülerinde yazar yine kurmaca içinden geri getiremeyeceklerimizi yeniden doğurmak isterken, kitabın açılış öyküsü olan “Kuyuda” adlı öyküde faili meçhullerin failleri tarafından atıldığı kireç kuyularına uzanan bir öykü kaleme almış. “Kıssa” isimli öykü, “Acele et çürüyorum” diyen bir ölünün rüyada ortaya çıkmasıyla başlıyor, metnin yolu mitolojiye açılıyor. Bu kez yolu Lethe’den değil, ilelebet hatırlamanın ırmağı Mnemosyne’den geçiyor. Çünkü Zeus’un dahi “Bu çocuğu Tanrılar almamıştır,” dediği bir yitirilenin öyküsü.
Kadının da erkeğin de dili yok
Çağın ruhundan yine edebiyatın alanına sızan bir diğer terim de “queer”… Queer anlayış da Belma Fırat’ın öykülerinde dikkati çekiyor. Özellikle “Koşulsuz Buyruk” ve “Avatar” öykülerinde. “Avatar” öyküsü karakterlerin kullandığı dil ve alıntılar arasında sarkaç hareketi yaparken, yaşadığımız çağda aşkın ölümüne işaret ediyor. Çünkü ilişkilerde kadının da erkeğin de dili yok, “çeşitli hikâyelerin oluşturduğu kalıpların içinden duyguların ve arzuların süzülüp aktığı içi boş bir iletken, bir avatar misali metinlerle” konuşuyorlar, dahası sevişiyorlar.
Belma Fırat, ölüm, ölüme karşı reddiye, unutuş, yas ve aşk gibi çetin meselelerle öyküyle mücadele eden şövalye ruhlu, yenilikçi bir yazar. Üslubu da öykü türüne yakışıyor, meseleler karşısında kılıcının düştüğü anda hamle yapıp, sıyrılmayı, ele avuca sığmamayı başarıyor. Bu yüzden de okuyanın zihninde yeni patikalar, yeni kaçış yolları açıyor. (AT/EA)