Kameraların, cep telefonlarına entegre edilmesi ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte selfie hayatımızdaki yerini aldı. Analog makinelerle çekilip birçok işlemden sonra karşımıza çıkan fotoğraf, günümüz teknolojisiyle çekilen/kaydedilen görüntü, bütün kusurları/güzellikleriyle izleniyor, silinip silinmeyeceğine, silinmezse paylaşılıp paylaşılmayacağına saniyeler içinde karar veriliyor. Böylelikle her gün yüz milyonlarca fotoğraf dolaşıma giriyor. Instagram’a “selfie, selfi, selfy, özçekim” vb gibi hashtag’lerle saniyede binlerce fotoğraf yüklenir ve izlenir izlenmez unutulur.
Giriş
Bu yazı insanın kendini var etme çabasını “selfie” üzerinden anlamaya ve açıklamaya çalışıyor.
İnsan kendi fotoğrafını neden çeker?
Kamerasının objektifini kendi eliyle kendi yüzüne çeviren ve fotoğraflayan insanın aslında başka bir amacı olabilir mi?
Bu şekilde kaydedilen fotoğrafların toplumsal ya da kişisel belleğe katkısı olabilir mi?
Bir çeşit kendini anlatma ve yaratma biçimi olarak selfie “buradayım/buradaydım” “oradayım/oradaydım” cümlelerinin dolaylı tezahürü olabilir mi? Bir başka deyişle kendini belli bir zaman ve mekânda konumlandıran insan, varlığını kanıtlıyor olabilir mi?
Zaman ve mekânı da kullanarak varlığının kanıtlarını kuvvetlendirdikten sonra, çevresindeki insanlarla ilişkilerini farklı bir gerçeklik üzerinden tekrar ve tekrar kurguluyor olabilir mi? Böylelikle insan etkileşime girdiği kalabalıklar üzerinden dünyada bir iz bırakma çabası içinde olabilir mi? Peki bu iz, ölümsüzlüğün izi olabilir mi?
Diğer bir bakış açısından; tüketim alışkanlıklarının baş döndürücü bir hızla değiştiği bu dünyada telefon-kamera-insan üçgeni içinde kendini fotoğrafladıktan sonra görsel dolaşım ve beğeniye sunan insan, bir tüketim nesnesi olarak kendini tekrar tekrar üretiyor olabilir mi?
Piyasa koşulları gereği her seferinde yenilenmiş, renklenmiş ve gençleşmiş olan benlik “varım” diyerek meydan okuyor, “görülmek istiyorum” derken bir yardım istiyor olabilir mi?
“Like et beni, var et beni”
Çağımız yalnızlık çağı…
Tescilli bir yalnızlık bu. İngiltere’de 2018 yılında “Yalnızlıktan Sorumlu Bakanlık” kuruldu. Sivil toplum örgütleriyle çalışarak yalnızlık ve sosyal izolasyonla mücadele eden Yalnızlıktan Sorumlu Bakanlığın açıklaması oldukça çarpıcı: soğuk hava ve yalnızlık kış aylarında öldürücü olabilir.
Bir yıl sonra Almanya ‘da “Yalnızlıktan Sorumlu Komisyon” kurulması teklif edildi.
Kızılhaç yalnızlık sorununu "gizli epidemik" olarak tanımladı.
Çağımız hız ve tüketim çağı…
Üretirken, tüketirken, çalışırken hatta tembellik yaparken bile bu hıza uymamızı talep ediyor bizden. Bu talebi karşılamak için sosyal ilişkilerimizi gözden çıkardık haylidir. Birbirimizden uzaklaşarak zaman kazanıyoruz. Fiili yalnızlıklarımızı görünmez kılmak için de sanal dünyalarımızda var olma mücadelesi veriyoruz. Şimdi kendimizden de uzaklaşıyoruz.
Sosyal ilişkilerini telefonlarındaki sanal dünyaya taşıyan insanlar Narkissos’un kendi yansımasına tutulması misali “öz yaratımına” hayran “aslına” yabancı; “satan teknolojiye” hayran “üreten emeğe” yabancı bir haylidir.
“Kimsenin kimseyi umursamadığı, herkesin herkesten ürktüğü bir ‘kalabalık yalnızlıklar’ dünyasında var olmanın ve var sayılmanın yolunun artık çok daha fazla görünmek ve tanınmaktan geçtiği sanısında insan.” (Atay, 2017:17)
İşte bahsi geçen var olma mücadelesi içindeki insanlar varlıklarını çektikleri selfielerle diğer insanlara duyurmaya; gerçek, dokunulabilir ilişkilerden kaçınarak samimiyetinin sorgulanması gereken bir dünyada var olmaya çalışıyor.
Tanınmak da istiyorum
Tek kanallı zamanlarda çok az meşhur insan vardı. Film artistlerini neredeyse herkes bilir ve isimlerini tek tek sayabilirdi. Şarkıcı ve türkücüleri, futbolcu ve siyasetçileri de öyle. 1990’lı yılların başından itibaren özel televizyonların yayın hayatlarına başlamasıyla topluma sunulan görüntü ve “meşhur” insan sayısında bir artış kaydedildi. Meşhurluğun ve meşruluğun kitlelere yayılması ise Reality (gerçeğimsi) Showlarla” mümkün oldu.
2000’lerden itibaren hayatımıza giren sosyal medya peşi sıra pek çok uygulama ile iletişim kurma, görme-görülme-tanınma ağlarını uluslararası bir boyuta taşıdı. Yakın zamana kadar aklımıza bile gelmeyen iletişim çeşitliliği birdenbire kitlelerin üzerine boca edildi ve kullanıcılardan da yoğun talep gördü. Bugün belli bir yaş için yasal olmamasına rağmen 7’den 70’e pek çok kişinin sosyal medya hesabı olduğunu biliyoruz. Bu dünyadan faydalanmak için Google, I-Tunes gibi ana hesaplarda tanımlı olmamız gereğini de unutmamak gerekiyor.
Onaylayalım onaylamayalım tüm bu hesaplar taşıdığımız birer kimlik artık. “ONAYLANMA” tutkusunun “LIKE/BEĞENİ” sayısıyla beslendiği, takipçi sayılarının bir statü göstergesi olduğu bir dünya burası.
Görünüyorum o halde varım
Prof. Dr. Tayfun Atay, “…’Görünüyorum o halde varım mottosu’ adeta insan hayatının şartı haline geldi. Ancak bunun temel bir koşulu var: Görünmeye ‘değer’ olacaksın! Bunun ölçütü de ‘3G’ yani ‘giyim, gençlik ve güzellik…’ Görünmemek de bu görsel kültür çağında neredeyse ‘yok olmak’la eşanlamlı bir durum!” (Atay, 2017:102)diyor.
Atay’ın bahsettiği ‘3G’ ye sahip olmanın koşulu tüketmek. Giyim, gençlik ve güzellik sunan sektörler toplumun beğeni kodlarını sürekli değiştirerek ayakta kalıyor. Bu sektörlerin hedef kitlesi sınırlı satın alma güçlerini ‘3G’ ürünleri için kullanırken bilim, sanat, edebiyat, sinema gibi ihtiyaçlarını ancak görünürlüğüne hizmet ediyorsa talep ediyor.
Sahne giderek belirmeye başlıyor artık. Hazırlıklarını tamamlayan kişi, üretilen bir görüntü olarak var olma çabası içinde tüketimin ve tükenişinin basamaklarını tırmanmaya başlıyor.
Olmak ya da Olmamak
İşte bütün mesele bu…
Mutluluğuma tanık ol
Mutluluk, neşe, haz, huzur…
İnsanlık tarihi bu iyi olma hallerini tarif etme tarihidir aynı zamanda. İnsan doğası gereği iyi olma hallerini çoğaltma eğilimindedir. Öte yandan gündelik hayat stres, geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı, ağır çalışma koşulları gibi sorunlarla doludur. Dolayısıyla insan her zaman mutlu değildir. Daha doğrusu hep mutlu olmak istemesine rağmen çok az mutludur. Öte yandan sürekli mutluluk hali de gerçekçi değildir. Endorfin, dopamin, seratonin gibi mutluluk hormonlarının salgılanması bir anomali halidir. İnsan Pollyannacılık oynamıyorsa akıl hastalığına evrilme riski taşır. Ancak selfie ile sürekli mutlu olduğumuza dair bir kanıt bırakmaya çalışıyoruz.
Çünkü yalnızım
Yalnızlık ile üretim ilişkileri arasında güçlü bir bağ var.
İlk çağlardan itibaren topluluklar halinde yaşayan insan sosyal bir varlıktır. Yaşam koşullarının sert olması bu toplulukların zorunlu olarak üretimde ve tüketimde işbirliği yapmasını gerektirdi. Doğa şartlarını kontrol edip yerleşik hayata geçtikten, toprağı ekip biçmeye başladıktan sonra da toplumsal yaşama geleneği gönüllü olarak devam etti. Üretimde ve tüketimde sürdürülen kolektivizm hayatın farklı alanlarına da yayılmaya başladı. Toplumsal bağlar ritüel haline gelen dua, dans gibi gösterilerle de kuvvetlendirildi.
Sanayi devrimiyle birlikte küçük atölyeler birleşerek fabrikalara, küçük yerleşim birimleri ise kentlere doğru evrildi. Fordizm kendi yaşam biçimini ve kültürünü oluşturdu. Sanayi Devrimi öncesi bir arada üreten insanları birbirinden ayrıştırdı, uzaklaştırdı ve birbirine yabancılaştırdı. Yeni dönemde işbirliğinin yerini işbölümü aldı. İnsanlar kendilerinin değil, başkalarının ürettiğini tüketmeye başladı. Önce üretimde bir mesafe kondu sonra sosyal ilişkilerde. Birey ve bireyselleşme kavramları hayatın her alanında kendini hissettirmeye başladı. İnsan bu süreçte yalnızlaştı, yalnızlaştıkça da mutsuzluğu arttı.
Fotoğraf ölümsüzlüğün çaresi mi?
İnsan da her canlı gibi ölümlü. Trajik olan ise insanın ölümlü olduğunu bilmesidir. Ölümsüzlüğü bulmak yüzyıllardan beri birçok insanın rüyasını süslemiştir.
“Gılgamış Destanı’nın en önemli bölümlerinden biri Gılgamış’ın ölümsüzlüğü bulmak için çıktığı güç ve tehlikeli yolculuğu anlatır. En yakın arkadaşı Enkidu’nun ölümüyle yıkılan Gılgamış duyduğu acının derinliği ve arkadaşından ayrılmak istememesi sebebiyle Enkidu’nun cansız vücudunu bırakmaz ve ölümün bir vücuda neler yaptığını görür. Yaşadığı bu sarsıcı olayla ölümden nefret ve korku duyan Gılgamış ölümsüzlüğü arayıp bulmaya karar verir.”
Ölümsüzlük bulunamaz ancak insanın ölüme kafa tutması ölümden sonra yaşadığına dair bir kanıt bırakma arzusuna dönüşür. Yeterince ulu bir kanıt bırakırsa eğer sonsuza kadar yaşayacağını düşünmektedir insan. Ölümden sonra da unutulmamak tutkusuyla devasa anıtlar, baş döndürücü sanat eserleri, susuzluğu giderecek hayratlar, yoksulları doyuracak aşevleri bırakmıştır geride. Fotoğrafın icadıyla birlikte fotoğraf da bir iz bırakma çabası olarak karşımıza çıkar.
Fotoğrafın diğer eserlerden önemli bir farkını belirtmek gerekiyor. Fotoğraf bir yandan ölümün belgesi olarak görülürken bir yandan da varlığın belgesi görevini görmektedir. Fotoğraf bir yandan yaşamı diğer yandan da ölen anı yani ölümü de kaydeder. Roland Barthes; “Fotoğraf, doğruyu söylemek gerekirse, benim ne özne, ne nesne ama bir nesneye dönüştüğünü hisseden özne olduğum o gizli anı temsil eder. O anda ölümün bir mikro çeşidini yaşarım: Tam anlamıyla bir hayalet haline gelirim.” demiştir. (Barthes, 2016:26)
Fotoğraf yaşamdan ancak bir kesit alabilir. Zira fotoğraf makinesinin kadrajı sınırlıdır. Fotoğrafçı kadraja sığabilecek görüntüyü seçer ve kaydeder. Seçilen kesit bir an için kayıt altına alınmıştır. O andan itibaren artık bir varoluşu da ispatlar. Fotoğraf “Burada böyle bir şey yaşandı” der. İnsanın yaşamına dair bir an belgelenmiştir.
Öte yandan fotoğraf anı ölümsüzleştiriyor. Fotoğraf aslında ölümü, bir anlamda yok oluşu da belgeler. Ölen sadece insan değil zaman ve mekândır da. Herakles’in “Bir suda iki defa yıkanmaz” sözü mekân ve zamanın ölümüne atfedilmiştir.
Her an kendi zaman diliminde ölür. Zamanda ve mekânda yaşananlar o an içinde geri dönülemez şekilde yok olurlar.
Buradaydım
Ayasofya Camisi’nde 9. yüzyıla ait olduğu tespit edilen bir yazı bulundu. Mermer korkulukların üzerine bir Viking askeri “Halvdan buradaydı” yazmış. Akıbetinin ne olduğu bilinmez elbette. Bu yazı sayesinde kendisinden bir iz bırakmıştır. Ölümsüzlük izi.
Postmodern zamanın bir dayatması olarak selfie’nin bahsi geçen durumları karşılamadığını belirtmek gerekir. Selfie, oto portre anlamına gelen self portrait kelimesinden türetildi. Self: Kendi Selfie: Otoportre ya da kişinin kendisi tarafından çekilmiş portre anlamındadır.
Portre fotoğraf kişinin dünyası, karakteri ve hatta biyografisi hakkında fikir verir. Fotoğrafçı görüntüyü kayıt altına alırken zaman ve mekâna dair de bir hafıza oluşturur. İzleyici kadraja girmiş bütün unsurlar üzerinden bir okuma gerçekleştirip zaman ve mekâna dair bilgilere ulaşır ve hafızasına kaydeder. Portre öze dair bilgiler içerir.
Oysa selfie kişinin kendi yarattığı imajı bize sunmasıyla ilgilidir. O an için geçerli olan bu imaj eksik hatta çarpıtılmış bir bilgi içerir. Cep telefonunun geniş açısı sebebiyle deforme olmuş yüz, mekân ve zamandan kopuktur. Sunulma kaygısı fotoğraftan tamamen farklı olan selfie böylelikle bir hafıza da oluşturmaz.
Sonuç
Roland Barhthes, “Fotoğraf geçmişte çekilmişti, şimdiki zamanda görüldü ve öznenin ölümüne atıf yaparak geleceğe gönderme yaptı. Fotoğrafa bakıldığı anda (ilk defa veya bininci kez) özne çoktan ölmüşse eğer ölümü bekleyen enerji tersine çevrilerek izleyici öznenin geçmişi hakkında düşünmeye götürür ve derin bir yas tutulur.” demiş. (Fotoğrafın Krizi, Vahşeti Fotoğraflamak, 2017:48)
Alzheimer insanın hafızasını tehdit eden bir hastalıktır ve tedavisi zordur. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda Alzheimer hastalarının aile albümlerine düzenli bakmalarıyla birlikte hafızalarının geri geldiği görüldü. Bazı hastalar fotoğraflara bakarken fotoğrafın ne zaman, nerede, kimlerle ve hangi duygularla çekildiğini hatırladı. Acaba diyor insan, yıllar sonra selfielerden oluşan bir albüme bakan bir Alzheimer hastasında hafıza geri gelir mi? (ZM/AS)
KAYNAKLAR
Akkaya, Emrah, (2012), http://www.kulturmafyasi.com/fotograf-tanik-ve-olum/
Aras, Yaprak, (2014), https://vogue.com.tr/metropol/etraf-benden-gecilmiyor-4587
Atay, Tayfun, (2017) Görünüyorum O Halde Varım, “Meşruiyet Çağı’nda Kültür ve İnsan, Can Yayınları
Barthes, Roland, (2016) Camera Lucida, Fotoğraf Üzerine Düşünceler, 6:45 Yayınları
Btachen, Geoffrey, Gidley, Mick, Miller, Nancy K, Prosser, Jay, Fotoğrafın Krizi, Vahşeti Fotoğraflamak, (2012), Espas Yayınları
Görgülü, Eren, (2017), http://dergipark.ulakbim.gov.tr/sduarte/article/view/5000185851/0
Su, Süreyya, (2018), http://www.izdiham.com/sureyya-su-selfie-narsisizm-kulturunun-bir-semptomu
Uysal, Ahmet Ender, (2017), http://www.asosjournal.com/DergiTamDetay.aspx?ID=12531&Detay=Ozet
Yeniçeri Alemdar, Mine, İşbilen, Damla, Demirel, Kenan, Günal Telli, Nazan, (2017) http://globalmediajournaltr.yeditepe.edu.tr/sites/default/files/05_mine_yeniceri_alemdar_damla_isbilen_kenan_demirel_nazan_gunal_telli.pdf
Yıldız, Murat, (1996), http://www.academia.edu/24242746/
Yılmaz, Burhan (2015), http://dergipark.gov.tr/download/article-file/92934