Fotoğraf: Pixabay
Sevdiğim Türk bir arkadaşım “Kürtçe müziği çok sevdiğini bazen dinlerken bir daha dünyaya gelirsem Kürt olarak gelmeyi isterdim” demişti. Buna karşılık ben de ona “Hayır bir Kürt olarak dünyaya gelmemelisin. Hayatını kuşatacak o kadar sıkıntın olurdu ki pişman olurdun” demiştim ve Kürt olarak yaşamanın dezavantajlarından kısaca bahsetmiştim. O yine de müziğiniz çok güzel ve bunun için bile olsa bir sonraki seferde dünyaya Kürt olarak gelme isteğinde ısrar etmişti.
Kürt ya da Türk olmak önemli mi elbette benim açımdan değil. “Türk arkadaşım” tamlamasının ayırımcılığa dair bir yorum taşıyabileceğini de biliyorum ama kasıt bu değil tatbikî.
Bütün bunları geçtiğimiz günlerde Karaman'da bulunan Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi'nde, Kürtçe müzik dinleyip halay çeken ve kendilerini Karamanoğlu Mehmetbey Ülkücüleri olarak tanımlayanların saldırısına uğrayan Kürt öğrencilere dair birkaç cümle söyleme ihtiyacı ile yazmaya karar verdim.
Öncelikle ne olmuştu Karaman’da onu bir hatırlayalım. Basına düşen haberlerde üniversitede okuyan bir grup öğrenci KYK yurdunda Kürtçe müzik eşliğinde halay çekmişlerdi.
Sonrasında kendilerini Karamanoğlu Mehmetbey Ülkücüleri olarak tanımlayan bir grubun saldırısına uğradıkları, kapatıldıkları bir depoda darp edildikten sonra cep telefonlarına el konulmak suretiyle saldırıya uğrayan öğrencilerin sosyal medya hesaplarından onur kırıcı ifadeler kullanılarak özür mesajları paylaşılmıştı.
Karaman Valiliği bile yaşanan olayın kabul edilemez olduğunu, rektörün bizatihi Ülkü Ocaklarını ziyaret ederek rahatsızlığını dile getirmesi vahametini boyutunu göstermektedir.
Penisi olan erkek çocuk ile penisi yok edilen kız çocuk
En hafif deyimle yaşanan bu can sıkıcı olaydan hareketle kimliğe dair bir şeyler söylemek istiyorum. Sigmund Freud cinsel kimliklerin inşasını Oedipus-Elektra Kompleksi ile bizlere açıklamış sonrasında ise erkek çocuklarda oluşan hadım edilme korkusundan bahsetmiştir.
Freud, kendi cinsel organı üzerinden kendini tanımaya başlayan bir erkek çocuğun bir süre sonra herkesin kendisine benzemediğini ve kız kardeşinde bir penisin olmadığını fark ettiğinde kız kardeşinin bir zamanlar penisinin olduğunu ancak annesine olan ilgisi yüzünden cezalandırılarak babası tarafından yok edildiğini/kesildiğini düşünür.
Bundan dolayı da kendisini tehdit altında hisseder. Kız çocuk da kardeşinin penisinin olduğunu kendisinin olmadığını gördüğünde bir zamanlar penisinin olduğunu ancak annesine benzemesinden dolayı penisinin babası tarafından yok edildiğini/kesildiğini düşünür. Dolayısıyla Freud cinsel kimlikleri penisin olup olmadığı üzerinden yani erkek kimliği üzerinden inşa eder.
Freud’a göre erkek yani penisin iktidarı imgelediğini söylemek yanlış olmaz herhalde. Çünkü o babadır, kız çocuğunun penisini yok etmiştir ve annesine ilgi duyması durumunda erkeği de hadım edecektir.
“Öteki”yi parçalayan ölümcül panter
Kimliğe dair bahsetmek istediğim bir başka kaynak da Amin Maalouf’tur. Maalouf, Ölümcül Kimlikler adlı denemesinde “Kimliğim beni başka hiç kimseye benzemez yapan şeydir” der. Zira Amin Maalouf milyarlarca insan arasında kendisini öteki insanlardan ayıran özellikleri sıralaya sıralaya ilerler ve kendisini biricik kılan kimliğini ortaya koyar. Ancak bizi biz ya da “Ben”i “Ben” yapan ve ötekilerden ayıran özelliklerin bir süre sonra nasıl çatışmalara sebep olduğunu ve yaralı bir panter kadar ölümcül olabileceğini okuyucuya aktarır.
“Ben kimim?” sorusu yüzlerce yıldan bu yana felsefenin önde gelen sorularından biri olmuştur. Filozoflar, halk ozanları bu soruya yığınla cevap bırakmışlardır. Kimisinin vardığı yer ilahi bir güç, kimisinin doğa, kimisi de “Ben”i başkasında görmüştür.
Amin Maalouf’un yaptığı gibi “Ben”i tanımlarken “Öteki”nin farklı özelliklerinden hareket edersek “Öteki”ye dair kimlikler de oluşturmuş oluruz.
Kimliğimizi tanımlarken oluşturduğumuz “Ben” çoğu zaman “Öteki”den daha üstün, yüce, güçlü, kudretli olurken “Öteki” bir o kadar alçaltılmış, güçsüz, iradesiz, değersiz olarak ortaya çıkar. “Ben” merkezde “Öteki” ise onun etrafında dönen “Ben”in hakikatine ulaşmaya çalışan değersizlikler toplamıdır.
Oysaki kimliğimizi oluşturan özellikler doğuştan gelen, irademiz dışındadırlar. Doğup doğmayacağımızın kararını vermeyi bir yana bırakalım hangi coğrafyada doğacağımıza bile karar veremiyoruz. Dünya’ya kız ya da erkek, beyaz ırktan ya da siyah ırktan, çekik gözlü ya da sarı saçlı olarak geleceğimize karar veren biz değiliz zira.
“Ben”i tanımaya çalışırken empati kurmayı başarabilirsek “Öteki”nin de bir “Ben”i olduğunu kabul eder ve “Ben” olarak tanımladığımız kişinin onun gözünde de “Öteki” olduğunun farkına varırız.
Amin Maalouf’un ölümcül bir pantere benzettiği kimlik, “Öteki”yi öldürdüğünde “Ben”in tanımını “Öteki” üzerinden kurmasından dolayı “Ben”i de öldürmez mi?
Ortadoğulu Odeipus’un Ötekisi
Kürt ya da Türk kimliğinin inşa sürecine gelecek olursak tarihten, mitolojiden birçok alıntı yapmak mümkündür. Ancak konuyu uzatıp Karaman’daki olay gibi sıkıcı hale getirmemek adına sadece bir örnek vermek istiyorum.
Mahmut Esat Bozkurt’un söylediklerini hatırlamakta fayda var. Bozkurt soy ismini bizzat Mustafa Kemal tarafından alan Mahmut Esat; "Dost da düşman da bilsin ki, bu memleketin efendisi Türk'tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır; o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır."
"Türk haklarından istifade edebilmek için Türklüğü benimsemek, Türk harsını kabul etmek, Türklüğü duymak, Türk menfaatlerini kendi menfaati yapmak, ona hürmet etmek, Türk'üm demek, Türklüğü harsile, hissile kabul etmek lâzımdır. Bunları samimiyetle benimseyenleri, yapanları, Türk sayarız. Kim olursa olsun." demiştir.
Her ne kadar kimlikte 1977 yazsa da 1976 doğumluyum ve 80’li yılları çok iyi hatırlıyorum. İlkokula gittiğim yıllarda bir radyo ve bir de televizyonumuz vardı.
Ömer Faruk Sorak ve Yılmaz Erdoğan’ın birlikte yönetmenliğini yaptıkları Vizontele’deki televizyonun neden gün ortası yapılan birçok denemede yayını göstermediğini ve sonrasında akşam saatlerinde göz kulak olması için bırakılan zabıtanın televizyonu kurcalamasıyla “Çekti reis bey vizontele çekti” demesinin gerekçesini saat 19.00’da başlayıp 24.00’te biten tek kanallı yıllarda televizyona dair hatıraları olan herkes bilir kanımca.
1980 sonrası atmosferinin önemli bir parçası olan sokaklarda devriye atan askerler Türkçe konuşurlardı. Televizyon ve radyonun dili Türkçeydi. Okulda öğretmenimiz Türkçe konuşur ve bizler de Türkçe konuşmak zorundaydık. Üstüne okulda yeni yeni öğrendiğimiz birkaç kelime dışında Türkçe bilmiyorduk.
Hakeza büyüklerimiz hiç bilmiyorlardı. O yıllarda kimliğe dair matematiğimiz dil ile başlıyordu. Televizyon ve radyo Türkçe yayın yapıyor, öğretmen Türkçe konuşuyor ve askerler yine öyle. Onların Türkçe biliyor ama biz bilmiyorduk. Tıpkı Freud’un kız ve erkek çocuklarının penisin varlığı ya da yokluğu üzerinden kendi cinsel kimliklerini tanımlamaları gibi biz de kendimizi öyle tanımlıyorduk. Varılan sonuç ise büyük bir farktı; “Türkçe konuşanlar güçlü biz değiliz, onlar fazla biz eksiğiz.” Muhtemelen onlarda da benzer düşünceler vardı. Zira Kenan Evren, Kürtler için kara, buza basınca kart-kurt diye çıkan seslerden dolayı kendilerine Kürt diyen dağ Türkleri olarak bahsetmişti.
Karamanoğlu Mahmut Bey Üniversitesi’nde Kürtçe müzik eşliğinde halay çeken Kürt öğrencilere saldıran Ülkücüler, Amin Maalouf’un Ölümcül Panteri ve Freud’un Odeipus-Elektra Karmaşası üçgeninde özetleyecek olursam; Bir kez daha dünyaya gelirsek ve bizlere seçim yapma hakkı verilse kimliğimizi nasıl oluştururuz? Kadın olarak mı, erkek olarak mı, bir Kürt ya da Türk olarak mı, Finlandiya’nın eğitim sisteminden çocuğunun faydalanmasını isteyen bir Avrupalı olarak mı belki de her yıl yeşil karta başvurmak zorunda kalmamak için bir Amerikalı mı olarak dünyaya gelmek isteyeceğiz.
Arkadaşım bir sonraki sefere Kürt olarak dünyaya gelmek isteyedursun, ben, Ortadoğu’dan uzak, “köle ya da hizmetçi” olarak görülmeyeceğim, Odeipus-Elektra karmaşası yaşamayacağım, kendi dilim ile müzik dinleyip dans edebileceğim bir yerde dünyaya gelmek isterdim.
(ZM/EMK)