Lübnanlı ve Fransızca yazan Amin Maalouf, kurgu olmayan kitaplarında kimlik, etnisite, farklı kültürler, doğululuk ve batılılık üzerine denemelere yer veriyor. 1998’deki “Ölümcül Kimlikler” adlı kitabının bir bölümü bugün Türkiye’de yaşananlara ışık tutacak nitelikte. Kitap 2000'de Aysel Bora çevirisiyle Türkçe YKY'den yayınlandı. 2016 Ocak'ta 41. baskısını yaptı.
İşte Maalouf’un “… bir halkın korkmaya başladığı andan itibaren dikkate alınması gereken şey, bu tehdidin gerçekliğinden çok korkunun gerçekliğidir” dediği yazısından bir bölüm:
“(...) Şansım vardı, çok ağır etkilenmedim, şansım vardı, ailemle birlikte sağ salim o cehennemden erkenden çıkabildim, şansım vardı, ellerimi temiz, vicdanımı rahat tutabildim. Ama “şans” diyorum, evet, çünkü eğer Lübnan savaşı başladığında yirmi altı değil de on altı yaşında olsaydım, değer verdiğim bir yakınımı kaybetseydim, başka bir sosyal çevreden, başka bir cemaatten gelseydim, durumlar bambaşka bir şekilde de gelişebilirdi...
Her yeni etnik katliamdan sonra, insanların nasıl böyle korkunç şeyler yapma noktasına geldiğini kendi kendimize haklı olarak soruyoruz. Bazı şiddet boşalımları bize anlaşılmaz geliyor, mantıklarını çözemiyoruz. O zaman da katliam çılgınlığından, köklerden gelen, kalıtımsal kan dökme çılgınlığından söz ediyoruz. Bir bakıma, gerçekten de bir çılgınlık var. Ama binlerce, milyonlarca katil varsa, olaylar bir ülkeden ötekine farklı kültürlerin göbeğinde, her dinden inananlar arasında olduğu kadar hiç inanmayanlar arasında da kendini gösteriyorsa, artık buna “çılgınlık” demek yetmeyecektir. Rahatça “öldürme çılgınlığı” dediğimiz şey, “kabilelerini” tehdit altında hissettiklerinde hemcinslerimizin katliamcılara dönüşme yatkınlığıdır. Korkma ya da güvensizlik duygusu her zaman akılcı gerekçelere dayanmaz, abartıldığı hatta paranoyaya dönüştüğü de olur; ama bir halkın korkmaya başladığı andan itibaren dikkate alınması gereken şey, bu tehdidin gerçekliğinden çok korkunun gerçekliğidir.
Şu ya da bu etnik, dini, ulusal ya da başka bir aidiyetin öldürmeye eğilimli olduğunu düşünmüyorum. Varlığını az da olsa aşağılanmış ya da tehdit altında hisseden her insan topluluğunun haklı olduğunu, Cennet'e gitmeyi ve kendi insanlarının hayranlığını hak ettiği inancı içinde en korkunç vahşete sapacak katiller üretme eğiliminde olduğunu saptamak için şu son yıllardaki olayları gözden geçirmek yeter. Hepimizin içinde bir Mr. Hyde var; önemli olan canavarın başını göstermesini kolaylaştıracak koşulların bir araya toplanmasını önlemektir.
Bütün katliamlara evrensel bir açıklama getirmeye, hele hele mucize bir ilaç önermeye kalkışacak değilim. Basitleştirici çözümlere de, basitleştirici kimliklere de inanmam. Dünya bir tornavidayla parçalarına ayrılamayacak karmaşık bir düzenektir. Bu bizim gözlem yapmamızı, anlamaya, fikirler üretmeye, tartışmaya, bazen şu ya da bu düşünce tarzını ileri sürmeye çalışmamızı engellememeli.
Bu kitabı baştan sona satır aralarında kat eden düşünce şöyle toparlanabilir: eğer her ülkeden, her durumda, her inançta insanlar bu kadar kolayca kıyıcı katillere dönüşebiliyorsa, her çeşitten bağnaz çıkıp kendisini bu kadar kolayca kimlik savunucusu olarak kabul ettirebiliyorsa, bunun nedeni, kimlik konusunda bütün dünyada hâlâ ağır basan "kabile" kavramının böyle bir sapmayı desteklemesidir; geçmişteki çatışmalardan miras kalan ve içimizden pek çoğunun daha yakından inceleyecek olsa reddedeceği, ama alışkanlık yüzünden, hayal gücü kıtlığından ya da boyun eğme yüzünden istemeyerek bağlı kalmayı sürdürdüğü ve böylece yarın öbür gün açıkça sarsılacağımız dramlarda payımızın bulunması sonucunu getiren bir kavram.” (HK)
*
Amin Maalouf hakkında1949'da Lübnan'da doğdu. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. 1976'dan beri Paris'te yaşıyor. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf, bugün vaktinin çoğunu kitap yazmaya ayırıyor. Çok iyi bildiği Asya ve Akdeniz çevresi kültürlerinin söylencelerini yapıtlarında başarıyla işleyen Maalouf, ilk kitabı Les Cro- isades vues par les Arabes (1983, Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, YKY) ile tanındı ve bu kitabın çevrildiği dillerde de büyük bir başarı kazandı. 1986'da yayımlanan ve aynı yıl Fransız-Arap Dostluk Ödülü'nü kazanan ikinci kitabı (ilk romanı) Leon l'Af- ricain (Afrikalı Leo, YKY) ise bugün bir "klasik" kabul ediliyor. Maalouf'un 1988'de yayımlanan ikinci romanı Samarcarıde da (Semerkant, YKY) coşkuyla karşılandı ve pek çok dile çevrildi. Les Jardins de Lumiere (1991, İşık Bahçeleri, YKY) ve Le Ier Siecle apres Beatrice (1992, Beatrice'ten Sonra Birinci Yüzyıl, YKY) adlı romanlarının ardından, 1993'te yayımlanan romanı Le Rocher de Taııios (Tanios Kayası, YKY) ile Goncourt Ödülü'nü kazanan yazarın, Les Echelles du Levant (Doğu'ııun Limanları, YKY) adlı romanı 1996'da, Les Identites Meurtrieres (Ölümcül Kimlikler, YKY- ) adlı deneme kitabı 1998'de çıktı. Maalouf 2000'de Le Periple de Baldassare'ı yayımladı (Yüzüncü Ad - “Baldassare'nin Yolculuğu", YKY). FinlandiyalI müzisyen Kaija Saariaho'nun bestelediği opera için yazdığı Uzaktan Aşk (2002, YKY) Maalouf'un ilk librettosudur. 2004'te Origines (Yolların Başlangıcı, YKY) adlı romanı, 2006'da ikinci librettosu Adriana Mater (YKY) 2009'da ise ikinci deneme kitabı Le dereglement du monde (Çivisi Çıkmış Dünya, YKY) yayımlanmıştır. Amin Maalouf 2011 yılında Academie Française'e seçildi. (Kaynak: YKY) |