Kadim sorumuz: Dil mi kurar dünyayı, yoksa dünya mı dile önce gelir? Sanıyorum sentezseverler dilin dünya ile örtüştüğü düşüncesine meyledeceklerdir. Ne yazık ki bu örtüşme, gizil bir "örtme"yi barındırıyor içinde. Dil, dünyayı saklar oldu. Dünya, dili yasaklar oldu. Kadim sorumuz, modern bir sorunu çıkardı karşımıza: "Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu"nu.
Aslında sorunun adını "sansür" olarak koymak da mümkün. Fakat sansür modern bir uygulama değil bu yüzden bu kurula sansürcü demekle, tarihin ilk sansürcüsü Platon'a ayıp edileceği kanaatindeyim.
Dolayısıyla bu "modern sansür uygulaması"nı kadim olanla ayrımı üzerinden düşünmek uygun görünüyor. Iris Murdoch, Ateş ve Güneş adlı kitabında, Platon'un sanatla travmatik bir ilişki kurduğunu anlatır. Sanatçının ideal devletten dışlanmasını ise, Platon'un sanatın gücünün farkında oluşuna bağlar. Murdoch'un tezine göre Platon bu farkındalığa, kendi sanatçılığındaki tehlikeleri görerek ulaşmıştır. Sonuçta sanatçının devletten kovuluşu bile yine sanatsal bir incelikle gerçekleştirilir.
Hakikat arayışı, sanattan vazgeçmeyi gerektirdiğinde kendi yazdığı edebi yapıtları yakacak kadar tutkulu olan Platon, şairin siteden ayrılışı esnasında, site dışına kadar şairlere eşlik edilmesini isteyecek kadar da zariftir. Platon bir anlamda totaliterlik teorisyeni miydi sorusunu farklı şekillerde cevaplandırmak mümkün elbet, yine de onun dilinin büyüleyiciliği ve zarafeti üzerinden günümüze bakınca utanıyor insan.
Değil mi ki Ölüm Pornosu "mahkemeye düşmüş"? Tuhaf ama böyle bir tabir var: "mahkemeye düşmek".
TDK'da bile bir karşılığı var bu sözün. Bu "düşmüşlüğü" anlamak zor, hukuki bir statü kazanabilmek için ölen insanlar var ne de olsa. Yine de olan olmuş; dile düşmüş bir kere bu "düşmüşlük". Karakoldaki polis, kitabın çevirmenine "buralara mı düştün?" diye sorup, çevirmeni kötü bir muameleye tabi tutabiliyor. Çevirmen bu söze ve ona karşı sergilenmiş tutuma isyan ederken; "Bana adi suçlu gibi davranıldı" diyebiliyor, "adi suçlu" böylesi bir muameleyi hakedermiş gibi...
"Mazlum" ile "zalim" aynı kökten geldiklerini kanıtlamak istiyorlar sanki. Herkes bir diğerini bu "düşmüşlük"le itham ediyor. Bir kitabın, "toplumumuzun ahlak anlayışı cinsi münasebetin aşikarlığını kabul etmez" diye yargılanması zaten yeterince üzücüyken, bu olayda yandaşı olacağımız kişilerin de onları suçlayan dili, başkalarına karşı kullanıyor olduğunu görmek dehşet verici.
Oysa karşılaşma anları farklı dillerin yeni dünyalara kapı açtığı anlar değil midir? Karşılaşmalardaki bu sıkışmışlık, dildeki bu tıkanmışlık, dünyadaki bu darlık niye? Platon'un "filozofane" kibri bile Palahniuk'un haklılığına tercih edilebilir duruyor şimdilerde. Çünkü ne diyordu Chuck Palahniuk: "Bütün kokulara alışabilirsiniz, ne kadar kötü olursa olsun."
Neden yaşandı tüm bunlar: "Halkın ar ve haya duyguları incindiği" için. Kurulun raporunda öyle yazıyor. Bunun tek bir anlamı var: Devlet imgelerin katline niyet etmiş şimdi de. İmgeler yok edilemez de bu teşebbüs nice zihni kanatacak. Palahniuk'un ağzı pistir doğru ama elleri kanlı değil en azından. (CB/HK)
* Cana Bostan, Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü Doktora Öğrencisi