Ölüm cezasını kaldırmak için Anayasa'yı değiştirmek gerekir mi? Bu konu, tartışma konusu oldu. Tartışmayı, Anayasa'nın, geçtiğimiz Kasım ayında değiştirilen 38. maddesinde yapılan yeni düzenleme yarattı.
38. maddenin yeni düzenlemesinde yer alan hüküm şu: "Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilemez".
Bu düzenlemenin Anayasa'da yer almasının daha sonra sıkıntı yaratabileceği, Anayasa değişikliği görüşülürken belirtilmiş, bu konuda gereken uyarılar o dönemde yapılmıştı. Ancak, TBMM'de, bu uyarılar ne yazık ki dikkate alınmadı. Sıkıntının doğması, bir tartışmanın ortaya çıkması için çok fazla beklemek gerekmedi. "Uyum yasalarını çıkarma" süreci içinde, ölüm cezasının kaldırılması gündeme geldiği anda, tartışma da başladı. Yasama faaliyeti sırasında yapılan uyarıları dikkate almamak, önce sorun yaratıp sonra o sorunla boğuşmak bu siyasal iktidarın genel karakteri haline geldi.
Ancak, ortada, kopartılan gürültüye değer bir sıkıntının olmadığı, Anayasa'nın yeni 38. maddesi doğru okunursa, kolayca anlaşılabilir.
Anayasa Maddeleri Nasıl Okunur?
Anayasa hükümlerinin tümü, aynı sonuçları doğurur nitelikte hükümler değildir. Bir anayasa hükmü bir yasak koyabilir, bir başka anayasa hükmü bir kişiyi ya da bir organı, her hangi bir biçimde davranma ya da davranmama konusunda yetkili kılabilir, yasama organına, herhangi bir konuda, belirli sınırlar içinde düzenleme yapma izni verebilir.
Anayasa'nın 17. maddesinde yer alan şu düzenleme, kesin bir yasaklamadır:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
Aksi tutum suç oluşturur. Eğer, TBMM, bu kurala aykırı bir yasa kabul ederse, bu yasa Anayasa'ya aykırı olur.
Anayasa'nın 72. maddesi ise, bir yetkiyi düzenlemektedir: "Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir". Ancak, "Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir." Burada, TBMM'ye verilmiş bir yetki söz konusudur, TBMM bu yetkiyi dilediği gibi kullanabilir.
Anayasa, yetki verirken, yetkinin hangi koşullara uyularak kullanılacağını öngörebilir: Örneğin, bir bakanın görevine Cumhurbaşkanınca son verilebilmesi için Başbakanını öneride bulunması şarttır (md. 109).
Anayasa'nın değişik 33 maddesi, şu fıkrayı içeriyor: "Birinci fıkra hükmü, Silahlı Kuvvetler ve kolluk kuvvetleri mensuplarına ve görevlerinin gerektirdiği ölçüde Devlet memurlarına kanunla sınırlamalar getirilmesine engel değildir".Bu fıkra hükmü, yasama organına, Silahlı Kuvvetler ve kolluk kuvvetleri mensuplarının ve Devlet memurlarının dernek kurma özgürlüğünü sınırlama izni vermektedir. Öngörülen sınırlar içinde, yasama organı, adı geçen memurlar için dernek kurma özgürlüğünü sınırlayabilir de sınırlamayabilir de. Bu konu, yasama organının takdir yetkisi içindedir.
Elbette, bütün yasal düzenlemeler, Anayasa'ya uygun olarak yapılmak zorundadır.
Görüldüğü gibi, Anayasa hükümleri, farklı yükümlülükler içerebilmektedir. Böyle olunca, anayasa hükmünün neyi düzenlediği, yasak mı koyduğu yoksa yetki mi verdiği, bir şeyin yapılmasına izin mi verdiği iyi incelenmelidir.
Yeni 38. Madde Ölüm Cezası'nı Emrediyor mu ?
Anayasa'nın yeni 38. maddesindeki düzenlemeye bakalım: "Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilemez."
Bu hükümde bir "yasak" olduğu kesin: Sayılan üç suç hali dışında ölüm cezası verilemez. TBMM, savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında, bazı suçlarla ilgili olarak ölüm cezası verilmesini öngörürse,Anayasa'nın yasak koyan bu hükmüne aykırı davranmış olur. Örneğin, yasama organı, savaşla, savaş tehdidiyle, terörle ilgili olmayan bir adam öldürme suçu için ölüm cezası öngöremez. Böyle bir yasal düzenleme Anayasa'ya aykırı olur.
Peki, Anayasa, savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları hallerinde ölüm cezası verilmesi emrini vermekte midir? Bu soruya olumlu yanıt verilemez. Anayasa, bu düzenlemeyle, yasama organına bir "izin" vermektedir. Bu izin şudur: "Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları hallerinde ölüm cezası verilebilir". Ama, elbette verilmeyebilir de. Bu, TBMM'nin takdirine bağlıdır; yasama organı, bu suçlara ilgili olarak, ille de ölüm cezası öngörmek zorunda değildir. Bu suçların bir bölümü ile ilgili olarak ölüm cezası öngörmesi, başka bölümü için ölüm cezasından başka bir ceza, örneğin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, öngörmesi de mümkündür. O halde, bu cezalardan herhangi birisinin öngörülmesi Anayasa konusu değil yasa konusudur. Ölüm cezasının yasayla kaldırılması Anayasa'ya aykırılık oluşturmaz.
O halde, yeni 38. maddenin getirdiği düzenlemeye bakarak, Türkiye'de ölüm cezasını kaldırmak için Anayasa değişikliği yapma zorunluluğu vardır" demek, hukuksal açıdan doğru değildir " ve Anayasa'nın hükümlerinin anlamını kavrayamamak demektir.
Yanlış Siyaset Sandıktan Döner
Ölüm cezasını savunanların, hukuken doğru olmayan gerekçeleri "hukuksal gerekçeler" olarak öne sürmeleri yanlıştır.
Bir ceza olmayan ölüm cezasını savunanlar 21. yüzyılda bile çıkabiliyor. Oysa, ölüm cezası bir ceza değil, yok etmedir. Hem de var edilemeyen bir varlığı yok etmedir. Hata yapılması halinde geri dönüşü olmayan bir yok etmedir. Savunulacak yanı olmayan bir "ceza"dır. Ama, bazıları, ölüm cezasını yine de savunuyorlarsa, bunu, hukuku çarpıtarak yapmamalıdırlar. Halkı yanıltarak yapmamalıdırlar.
Ölüm cezasının tümden kaldırılmasını isteyenler de düşüncelerini açıkça ortaya koymalıdırlar. İnsan yaşamı üzerine siyasal manevralar yakışık almaz. Kimseye de bir şey kazandırmaz.
Çağımız insan hakları çağıdır. Siyasetler, insan haklarına saygılı olmak ya da olmamakla da ayrılmaktadır. İnsan haklarına saygı duymayan, insan haklarının tam güvence altına alınması ve demokratikleşmenin sağlanması doğrultusunda çaba harcamayan siyasetler, tarihin dışında kalmış, çağ dışı kalmış siyasetlerdir. Doğru olan, çağdışı siyasetlerle oy peşine düşmektense çağdaş insan hakları kavramını yurttaşlarına anlatarak, onları hakları konusunda uyararak oy istemektir.
Mevcut koalisyon hükümetinin içinde bulunduğu durum da oldukça tuhaftır. Hükümet, bir yandan, bir bütün olarak yasa tasarıları hazırlayıp TBMM'ye sunmakta, ama aynı zamanda, hükümet ortaklarından birisi, altında imzası bulunan tasarıya TBMM'de red oyu verebilmektedir. Bunu yaparken de, kendisinin reddettiği tasarının muhalefetin desteğiyle kabul etmesini "hükümet sorunu" yapmayacağını ifade etmektedir. Oysa, "hükümet sorunu", koalisyon ortaklarından birisinin Bakanlar Kurulunda imzaladığı bir tasarıya TBMM'de red oyu vermesiyle ortaya çıkmaktadır. Böyle bir koalisyon hükümetinin, bütün bu olup bitenlerden sonra ayakta kalabildiği tek ülke herhalde Türkiye'dir. Bu hükümet, böylece, koalisyonlar tarihine ilginç bir örnek olarak geçmektedir.
Seçmen, herhalde, bu ilginç koalisyon deneyimini gelecek seçimlerde değerlendirecektir.
Sonuç olarak, Türkiye'de ölüm cezasını, savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları hallerinden birisinde, ikisinde, ya da tümünde kaldırmak için Anayasa değişikliğine hukuken gerek yoktur.Bu sorun, yasa değişikliğiyle çözümlenebilecek bir sorundur. Önemli olan, bu çözümü isteme iradesini ortaya koyabilmektir.(NU)