Fotoğraf: Kendisine tecavüz eden Nurettin Gider'i öldüren Nevin Yıldırım
Adalet istemekten yorulan dillere yeni yeni yerleşmeye başlayan bir kavram; öz savunma!
Kelimenin kendisinin kadın mücadelesinde tarihi bir zemini olsa da, kamuoyunda sahiplenilmesinin son yıllarda olduğu çok açık.
Ceren Özdemir; Ordu’da Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi 3. sınıf öğrencisiydi. Henüz yirmi yaşındaydı ve evine giderken Özgür Arduç tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Yirmi yaşında bir kadının canavarca öldürülmesine sebebin sadece "kadın" olması kamuoyuna katıksız yansıdı. Bu cinayet verdiği mesajla öz savunmanın kadınlar için ne kadar hayati olduğunu bir kez daha hatırlattı. Öz savunmanın bir hak olduğuna dair inanç pekiştirmesi daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.
Ceza hukukunda bir eylemin cezalandırılabilmesi için o eylemin kanunda suç olarak tanımlanmış olması gereklidir. Ancak aynı zamanda o eylemin hukuka aykırı olması gerekir. Bunun anlamı; kanunda suç olarak nitelendirilen eylem, hukuka uygunluk sebeplerinden birinin var olması durumunda hukuka aykırı sayılmaz. Suç olarak tanımlanan eylemleri, hukuka uygun hale getiren nedenlerden biri de bu yazının konusu olan öz savunmanın, kanuni karşılığı meşru müdafaadır. Yani kendimize veya başkasına ait bir hakka yönelmiş haksız bir saldırıyı derhal uzaklaştırma zorunluluğu ile işlenen suçlardan dolayı cezalandırılmayız.
Öz savunmaya ihtiyaç, kadınların direnerek yaşayabileceği gerçeğini fark ettiği anlarda doğdu. Öz savunma; hayatta kalma mücadelesinin ta kendisi! Şiddete "dur" demenin mücadeledeki karşılığı, bedenimizin bize ait olduğunun kavramsal yansıması. Şiddetle kuşatılmış dünyamıza bir neşter vurmayı, ölmemek için öldüren kadınların hikâyesinde gördük.
Bunlar canına tak eden kadınlar!
Kadınları öldüren erkeklerin mahkeme savunmalarıyla, erkekleri öldüren kadınların savunmalarını karşılaştırdığımızda; gerçek, inkâra yer vermeyecek kadar açık. Nasıl mı?
Kendisine sistematik olarak şiddet uygulayan kocasını öldüren Gülfidan Kuşçuoğlu ile daha önce kendisini kaçırıp tecavüz eden ve yeniden görüşmek isteyen Ali Kalkan’ı öldüren Nafiye Kaçmaz, öz savunma haklarını yani meşru müdafaa hakkını kullandıkları için beraat ettiler.
Peki ya Nevin? Kendisine tecavüz eden Nurettin Gider’i öldürdükten sonra bir çuvala koyduğu başını köy kahvesindeki erkeklere fırlatıp, ‘’İşte namusumun kellesi’’ dediği için müebbet hapis cezası verilen Nevin, neden bu kadar "şanslı" olamadı? Fuhşa zorlayan kocasını öldüren Çilem, o vakte dek adliye koridorlarını az mı arşınladı? Elimizin hamuru ile elimizi kana bulamak mahkemeleri dumura uğratmıştı.(!) Kana susamadık hayatlarımıza sahip çıktık! Bu kadar. Hepsi bu.
Peki, hikayeyi bir de karşıdan okuyalım.
Şiddet gördüğü evliliği sonlandırmak isteyen Müzeyyen Boylu, Mesut Issı tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Ayşe Paşalı’yı öldürmeden önce internetten, kanunda öldürmenin cezasını arayan İstikbal Yetkin savunmasında; "Namusumu kurtarmak için öldürdüm’’ dedi.
Kopya çekerken yakalanmasının ardından Ceren Damar’ı öldüren Hasan İsmail H. "Aslında ilişkimiz vardı, cinnet geçirdim o an" dedi. Ya da "Bir bıçak darbesi ile öldüreceğim kişiyi aradım" diyen Ceren Özdemir’in katili Özgür Arduç. Ve yemek yapmadığı için, kırmızı giydiği için, sokağa çıktığı için, tahrik ettiği için, kıskanıldığı için öldürülen binlerce kadın…
Kadınlar mahkemede iyi halli oyunculuklar sergilemiyor, "pişmanım" demiyor; "yine olsa yine yaparım, yapmazsam ben ölecektim!" diyor.
Şimdi size soruyorum; adalet için mahkeme kapılarını adeta tekmeleyen bu kadınlar; Müzeyyen, Emine ya da "Ben ölünce mi yardım edeceksiniz" diyen Ayşe Tuba Arslan; ölmemek için öldürseydi nasıl yargılanacaklardı? Hayatlarına sahip çıkmak için meşru müdafaa haklarını kullansalardı tablo ne olacaktı?!
Öz savunma sadece bunlarla sınırlı değil elbette. Yelpazesine kendimizi korumak için geliştirdiğimiz her türlü mekanizma dâhildir. İlk akla gelenlerden bir savunma sporu olan Wen-Do (kadının yolu) eğitimleri oldukça yaygınlaşmış durumda. Kadınların örgütlü mücadelesi öz savunmanın en sistemli halidir.
Tek tek adalet arayışı kadar yaşamı topyekûn savunmak ve güç birliği yapmak ancak örgütlü mücadeleden geçer. Ev içinde ya da kamusal alanda şiddete maruz kaldığımızda temel yasal haklarımızı bilmek ve bunları aktif etmek aslında şiddete direnişin bir başka formülüdür. Sonuç değil de mücadele endeksli hareket etmek, yürüttüğümüz kadın mücadelesini daha anlamlı kılar.
Şiddet uygulayan erkeği teşhir etmek, erkeklerin kötü sırlarını saklamak için bize empoze edilen ‘aile mahremiyeti’ kavramını reddetmek, şiddet dolu evlilikten bir gün kaçabilmek için köşede biriken kaçış parası bile bir direnme yöntemidir aslında. Toplumun bedenimizi denetleyen her türlü kodunu kazımak da aynı politikaya denk düşer.
Taciz ve tecavüzler karşısında susmaktansa "#metoo (ben de)" diyerek global bir çığlığa dönüşen hareket, aktif bir direniş halidir. ‘Ben de’nin evrensel dilinin nasıl bütün kadınları bir araya getirip ortaklaştırarak cesaretlendirdiğini anlatmaya gerek yok.
Şili’den tüm dünyaya yayılan direniş dansı, taciz ve tecavüzlere dans ederek dikkat çeken kadınlarla, Hindistan’da şiddeti savunmayan ama başka yolları olmadığı için, şiddet uygulayan kocaları bambu ağacı ile döven Pembe Çete’deki (Gulabi Gang) kadınlar aynı sessizliği bozuyor!
Ataerkinin pasif özneler olarak addettiği hep korunmaya muhtaç ve kırılgan olarak lanse edilen kadınlar tanımlanmaktan bıktı, şimdi hayatlarımıza sahip çıkma vakti! (AP/EMK/AÖ)