2012 Londra Olimpiyatları, sanayi devrimi mizanseniyle başladı. Olimpiyat tarihine en ekolojik (!) olimpiyatlar olarak geçme iddiasındaki olimpiyatları, 12 bin polis, 13 bin 500 askeri personel, 20 bin güvenlik görevlisi, ABD'den 1000 özel güvenlik personeli, 300 M15 ajanı, keskin nişancılar, savaş gemisi, tonlarca teknolojik donanım koruyor.
Bu kadar yüksek oranda koruma sağlanan olimpiyatların zayıf noktaları da yok değil.
Londra da pek çok kişi burada asıl korunanın olimpiyatların resmi sponsorları olduğu konusunda hem fikir. Zira sponsorların İngiltere ile yaptıkları o özel anlaşmalar gereği, tüm atletler de dahil olmak üzere, olimpiyat oyunları boyunca, takımlara destek sağlamış herhangi bir yerel sponsorun, medya ve sosyal medyada reklamlarının yapılması yasaklanmış durumda. Oysa ki o yerel sponsorların destekleri olmasa, o atletler büyük bir olasılıkla Londra olimpiyatlarına katılamayacaklardı. Bırakın logo kullanmayı, sporcuların yerel sponsorlarına teşekkür etmeleri bile yasak. Ayrıca İngiliz hükümeti, resmi sponsorlar haricinde, herhangi bir şirketin, medya ve sosyal medyada akan reklamları sırasında "game", "2012", "olimpiyat" -ve türevleri-,"spor" gibi olimpiyatları çağrıştıracak sözcüklerin kullanımını bile yasaklıyor..
Bunun pragmatik bir açıklaması marketing dünyası için mümkün.1996 yılındaki olimpiyatlarda sprinter Linford Christie, olimpiyatların resmi sponsoru Reebok olmasına rağmen, yaptığı basın açıklamasına, Puma logolu kontak lensleriyle çıkmıştı. Bu tür 'asalak marketing' sızmalarının önüne geçmek için çok sıkı önlemler almak zorunda kaldıklarını açıklayan marketing stratejistlerinin dayanakları çok sağlam durmuyor. Zira Olimpiyat oyunlarının logosunun kullanım hakkı dahi, resmi sponsorlarca özelleştiriliyor.
Olimpik sosislere ceza
Uzun süredir ekonomik krizden bunalmış Londra esnafının yaşadığı şok, durumu çok net açıklıyor aslında. Bu yasaklardan haberdar olmayan ya da mantıklı bulmayan pek çok esnaf cezai yaptırımlarla burun buruna geliyor. Örneğin bir kasabın olimpiyat logosu şeklinde hazırladığı sosisler yüzünden başı derde giriyor. Yine bir restoranda menüye eklenen "olimpiyat meşalesi" adı verilmiş bir sandviç yüzünden işyeri sahibi mahkemeye veriliyor.
Bu traji-komik örnekleri çoğaltmak mümkün. Görünen çok net bir şey var ki o da ticari haklar, kişisel özgürlüklerin önüne geçiyor.
Bu, o kadar tuhaf bir durum yaratmış durumda ki; teyzenizin doğum gününüzde ördüğü olimpiyat logo'lu kazağı giyip şehirde iki tur atamıyorsunuz. Kısaca, pek "halkçı" bir açılışla başlamış olmasına rağmen başka bir açıdan olimpiyatlar, pragmatik akıllara ziyan bir ironinin sınırlarını dahi zorluyor.
Özgürlüklerin, kapitalizmin içine sıkışmış tanımlamaları açısından bile durum tam bir felaket! Örneğin adidas, protestolar olmasa, fırsattan istifade, olimpiyatları izlemeye gelenlerin ne giyeceğine karar verecek projeyi uygulamaya koymaya hazırlanıyordu. Olimpiyatlara ait bütün kodlar, semboller ve imajlar özneleşirken; bunların muhatabı insanlar, ticari tescil anlaşmalarıyla nesneleştiriliyor. Bu açıdan olimpiyatlar, artarak, kapitalizmin "arenalaştırdığı" oyunlar üzerinden, insanı hiçe sayan, marketing oyunlarına dönüşmüş durumda.
Aslında olimpiyatların incelenmesi kapitalist ikiyüzlülüğü anlamak açısından çok çarpıcı izlekler sunuyor. Örneğin en yeşil olimpiyatlar olduğu iddiasıyla parlatılan Londra Olimpiyat Oyunları, aslında ekolojik felaketler baz alındığında sicilleri çok bozuk sponsorlar tarafından destekleniyor. Örneğin Coca Cola, Hindistan'ın suyunu, beş para ödemeden yıllardır kaçırıyor. Yine bileşiminde bulunan E211'in (sodyum benzonat), siroz, perkinson vb. hastalıklarının tetikleyicisi olduğu bilinmesine rağmen, ticari kayıplar gözetildiği için, Cola'nın bileşiminden çıkarılmıyor. Bu maddenin içerikten çıkarılacağı belirtiliyor olmasına rağmen, henüz yerine geçecek bir madde bulabilmiş değiller. Diğer bir sponsor olan Dow Chemical ise, ABD'li şirket Union Carbide Company'den devraldığı fabrikada metil isosiyonat gazı üretmeyi sürdürüyor. Union Carbide Company, 1984 yılında böcek ilacı üretiminde kullandığı, 40 ton metil isosiyonat gazının çevreye yayılması sonucu, 18 bin kişinin ölmesine ve 150 bin kişinin zehirlenmesine neden olmuş; Hindistan'ın Bhopal bölgesi, doğal afet alanı ilan edilmişti. Greenpeace'in, bölgede 2004'te -20 yıl sonra- yaptığı ölçümlerde toksik atık miktarı normal seviyenin 6 milyon katı yüksek çıkıyor. Mc Donalds İngiltere'de pek çok kişi için "non grata firma" pozisyonunda. Zira bu ülkede 1991 yılında Mc Donalds'ın sorumlu olduğu böbrek yetmezliği nedeniyle oluşan skandalı çoğu kişi hala hatırlıyor. BP ise ekolojik sistemin çökmesinden sorumlu bir küresel şirket.
Olimpiyatların sosyal bir proje olduğunu savunan LOCOG'in (sponsorların ticari haklarını koruyan komite) açıklamalarında kullandığı kapitalist dilin dinamiğini bozan, sadece sponsorların aç gözlülüğü değil. Çünkü İngiliz hükümetinin Olimpiyat birimlerinin inşası için evlerinden ve kolektif bahçelerinden çıkardıkları insanları uğrattıkları derin hayal kırıklığı hesaba katıldığında, olimpiyatların maliyetini sponsorlar değil, başta bölge halkı olmak üzere bütün İngiltere ödeyecek. Olimpiyatların, yoksulların yaşadığı bölgede konuşlanmasının bölgenin kalkınması için alınmış bir karar olduğu yolundaki iddialara, "space hackers" adlı web tabanlı grubun verdiği cevap ilginç: "Bölge halkının, vaat edilen 'yeni' tek göz oda evlerine dönebilmeleri için en az 10 yıl beklemeleri gerekecek. Tabii eğer listede isimleri varsa...''
Kapitalizmin tüm travmatik görüntülerinin sergilendiği İngiltere olimpiyatlarının anlattığı küresel masal, prensin ölmeden önce dadısından istediği, rengârenk konfetilerin havada dans ettiği ve insanların huzur içinde yaşadığı o uzak ülkeye ait, mutlu sonla biten bir masal... (ON/HK)
* Okan Nalçacı, Kopenhag