Türkiye’nin son 40 yılına damgasını vurmuş, on binlerce insanın canına mal olmuş-olan sorun, nihayet Abdulkadir Selvi’nin 1 Şubat günü “Yeni sürecin parametreleri” başlıklı yazısında başlayacağını müjdelediği “İstişare Süreci” ile çözülecekmiş. Gözümüz aydın!
Selvi yazısında, “istişare süreci”nde hükümetin meseleye yeni yaklaşımının “PKK ile şiddetli bir mücadele yürütüyorum ama Kürtlerin hakları için de çalışmalar yapıyorum. Kürtlere haklarını veriyorum. Neden? Çünkü Kürtler bu ülkenin birinci sınıf vatandaşları. Hak olarak verilenler ise bir lütuf değil, analarının ak sütü gibi helal olan hakları!” şeklinde olacağını anlatıyor.
Eskisinden farklı ne yapılıyor?
Ancak AKP hükümetlerinin “BDP-HDP Kürt halkını temsil etmiyor; biz Kürtlerden daha fazla oy alıyoruz, Kürtleri de biz temsil ediyoruz” söylemleri, eskiden de aynı yaklaşıma sahip olunduğunu gösteriyor. Dahası, zaten adı sürekli değişen bu süreçler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın (o zaman Başbakan’dı) “Kürt sorunu benim sorunumdur” çıkışıyla başlamıştı ve bu çıkış Selvi’nin bahsettiği yeni yaklaşımdan hiç farklı bir yaklaşım değil.
Analarımızın ak sütü gibi helal olan haklar hangileri? Selvi’nin yazısından bunu anlayamıyoruz. Hükümetin terminolojisinden kaldırdığı “çözüm süreç”lerinde de bu hakların hangi haklar olduğunu bir türlü anlayamamıştık. Mesela anadilde eğitim hakkı anaların ak sütü gibi helal mi, yoksa “milli birlik ve kardeşliğimize” halel getirecek “bölücü bir emel” mi, Hükümet nasıl görüyor, hâlâ bilebilmiş değiliz.
Anlaşılan o ki, bir ara “o çalıştay bu toplantı” devam eden “süreç”, benzer şekilde devam edecek; Selvi’nin yazısından edinilebilen izlenim bu.
Çözümler ve kırmızıçizgiler
Selvi yazısında Başbakan’ın bölge illerine yapacağı ziyaretlerde yapacağı görüşmelerden bahsediyor: “Davutoğlu, akademisyen kimliğinin de etkisiyle, sorunun tüm muhataplarıyla bir araya gelip, çözümü birlikte olgunlaştırmayı tercih ediyor.”
Oysa HDP heyetinin devlet, PKK Lideri Abdullah Öcalan ve Kandil ile yaptıkları görüşmelerde “çözümü olgunlaştırma” yolunda zaten bir hayli mesafe kat edilmişti: PKK’nin Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleye son vereceği kararını alacağı bir kongre yapması, hatta bu kongreyi ne zaman yapacağı bile konuşulmuştu.
Ancak “malum” süreçlerde hükümet ve ona yakın medyanın “tarihi” olarak nitelediği birçok şey yapılmasına karşın, aslında esasa dokunan hiçbir şey yapılmadı. Mesela basına yansıyan İmralı Görüşmeleri’nde çokça gündeme geldiğini bildiğimiz hasta mahkûmlar, tahliye edilip tedavi imkânlarına kavuşturulmadı. Ki sonuç olarak hiçbir şey çözülmedi ve aylardır bölgede iç savaş var.
Niye çözülmedi? Bu soruya cevap vermek, bu yazının konusu değil. Ama küçük bir parantez açıp şunu hatırlatmakta fayda var: Taraflar “çözüm”den farklı şeyler anlıyorlar; anlaşmazlığın nedeni bu. Birinin çözümü, diğerinin “kırmızıçizgisi” başka bir deyişle… Şu da var ki, Suriye, daha doğrusu Rojava, artık “bizim Kürt sorunumuzun” tam içinde… Yoksa Türkiye’nin kırmızıçizgisinin Suriye’de ne iş var? Değil mi?
“Kürtçe Anons sürprizi”
Selvi, yazısında bir de sürprizden bahsediyor: Uçakta Kürtçe anons yapılabilirmiş; oley!
Selvi’nin tarihi adımlarından biri de bu olsa gerek. Bu “tarihi” adımdan sonra herhalde şu bekleniyor “vatan haini” dedikleri akademisyenlerden: “Sevgili terörist gençler! Bakın artık uçaklarda Kürtçe anons yapılıyor. Ne gerek var şu hendeklere? Gelin uçağa binip Kürtçe anons dinleyelim.”
“Li balafira me de ji bo rewşên lezgîn, sê derî hene. Yek lî serî, yek li paş, yek jî li navîn. Dema ku balafir bê oksijen ma, wê ji jor devik vebin û wê rûpoşên oksîjenê bikevin.”
(Uçağımızda acil durumlar için üç kapı bulunmaktadır. Biri başta, biri sonda, diğeri ise ortada. Oksijenin yetersiz olduğu anlarda başınızın üstündeki kapaklar açılacak ve oksijen maskeleri düşecektir.)
Bölgede her gün sivil insanlar ölürken, yüzbinlerce insan evinden yurdundan göç etmek zorunda kalmışken, çözüm adına söyleyebildiği tek şey Kürtçe anons mu Allah aşkına?
Cizre’de 10 gündür bir apartmanın bodrum katında bekleyen 31 kişiden yedisi öldü, 24 kişi halen yardım bekliyor. O bodrum katındaki yaralılara hâlâ ambulans gitmiş değil.
Bunu bile görmeyen Selvi, insanların aklıyla alay mı ediyor acaba? Yazık!
***
Bu arada; Diyarbakır Barosu avukatlarından Mahsuni Karaman’ın uçaklarda Kürtçe anons talebi Ankara 12. İdare Mahkemesi tarafından 27 Ocak günü reddedildi. (BA/HK)