“Sen bu meslekten ekmek yediğin için kadınların tarafını tutmak zorundasın. Başka bir kanaldan da geldiler mesela, onlara tam söyleyecektim, söyleyemedim. Kimse kimseyi kandırmasın, cinayetler olacak. Böyle durumlarda ölmesi bence daha uygundur. Siz şöyle bir araştırma yapsanız ya, sokakta bir kadına 10 kurşun sıkmışlar. Bu kadının geçmişini bir araştırsanız, koca bunu niye öldürmüş. O şekilde bir araştırma yapsanız.” (Karısını öldüren hükümlü bir erkek).
“30 yıl evli kaldım, dayak yemediğim bir gün bile olmadı. Dövmesine alışmıştım ama bakkala giderken pencereyi açıp arkamdan ‘orospu’ diye bağırması çok dokunuyordu. Beni sattığını mahkemede söyleyemedim. Beş çocuğum beni izliyordu, babalarını kötü bilmesinler dedim. Ben gerekirse 20 yıl daha yatarım, yeter ki onlar huzurlu olsun. Ama iyi günlerimiz de vardı. O benim için bir babaydı.” (Kocasını öldüren hükümlü bir kadın).
Karısını “namus” bahanesiyle öldüren bir erkekle, yıllarca her türlü şiddetine maruz kaldığı kocasını öldüren bir kadının hayata ne kadar farklı pencerelerden baktığını ya da nasıl farklı hayatlar yaşadığını, yaşatıldığını gösteriyor yukarıdaki ifadeler.
Burçe Bahadır’ın Ayizi’nden birkaç hafta önce çıkan kitabı “Ölü Kadınlar Memleketi” bu karşıtlıkları çok net bir şekilde ortaya koyuyor.
Bahadır, cezaevlerinde kocalarını öldüren iki kadın ve karılarını öldüren üç erkekle konuşarak hazırlamış “Ölü Kadınlar Memleketi”ni. Öldürülen bir kadının babası, bir kadının da ablasıyla da konuşmuş ayrıca.
Anlatılanlar bir taraftan çok çarpıcı, diğer taraftan “ne bekliyordun ki” dedirten cinsten. Yıllardır aynı eril zihniyet sonuçta… Değişen çok bir şey yok. “Namusu” için öldüren, bir daha olsa bir daha öldürecek kadar kendisini haklı bulan erkekler… Çocukluklarından beri önce babalarından, ağabeylerinden, dedelerinden, ardından kocalarından şiddet gören kadınlar…
Kocalarını öldüren kadınlar, kendilerini cezaevinde “özgür ve güvenli” hissettiklerini söylüyor. Karılarını öldüren erkekler ise, “Öldür, birkaç yıl yatıp çıkarsın demişti herkes” diye sitem ediyor, öldürdükleri kadına bir kez daha kızıyorlar kendilerini öldürtüp adamların başına bela çıkardılar diye.
Hikayelerin hepsini okuduğumda beni en çok dehşete düşüren şeylerden biri de bu oluyor: Her kahvehanede “öldür, birkaç yıl yatıp çıkarsın” diye akıl veren (!) birileri çıkmış. Kadın katillerinin “sonuçta namus davasından içerideyiz” diye böbürlenmesi, ceza infaz sisteminde çalışanların bu bakış açısını paylaşması… Duyan ödül olarak hapiste yatıyorlar zannedecek!
Kadınlar da bu “namus”un tüm yaşadıklarına neden olduğunun farkında. Ama tam olarak ne anlama geldiğini de pek bilemiyorlar aslında. Yazar namus nedir, diye soruyor ama net bir cevap yok. Biri “Her şey yani ne bileyim işte, her şeydir” diyor.
Yazar “Sanki hayatta yaptıkları tek eylem kocalarını öldürmek. Sanki onun dışında ellerini bile kaldırmamışlar. Kim ne derse onu yapmışlar, kim ne isterse onu vermişler” diyor, “Sonra bir gün, yazgılarını değiştirmek için kesinlikle değil, sadece artık dayanamadıkları için kaderlerinin bayrağını bir anlığına ellerine almışlar. Sonra hemen, mahkemede, görüşte, cezaevinde ipleri yine başkalarına vermişler”…
Hükümlü erkekler ise kendilerinden o kadar eminler ki. Bir tanesi cezaevinden çıkınca evlenmek istiyor. “Bir kadın sence evlenir mi seninle? Karısını öldürmüş adamdan korkmaz mı” diye sorulunca “Namusluysa korkmaz” diyor, namussuzsa korksunmuş zaten. Yarın bu beni de öldürür diye namussuzluk yapmazmış.
Bir başkası da okul kitaplarına karını öldürmenin cezasının ne kadar olduğunun koyulması gerektiğini söylüyor. Sonuçta “namus davasından” yattığı için, daha kısa yatacağını düşünmüş. Bilse öldürmezmiş. Zaten kahvedekiler “keşke söyleseydin, birlikte bir çaresine bakardık” demiş. Memlekette herkes kadınları öldürmeye çok meraklıdır zaten...
Radyo ve televizyonculuk yapan Burçe Bahadır, şiddet dolu hayatları ölerek veya öldürerek sonlanan kadınların hikayelerini yazarken, kendi iç sesini, dışarıdaki gündelik hayatın cezaevinde duyduklarıyla kesişme noktalarını da en içten haliyle anlatmayı ihmal etmemiş.
Kadın katillerinin ağzından kadınların ölmeyi nasıl hak ettiğini, kocasını öldüren kadınlardan hayatları boyunca çektikleri çileyi okumak “keyifli” değil tabii ki. Ama Ayizi’nden çıkan bu kitapta, tüm bunları feminist bir yaklaşımla okuyoruz.
Son olarak yazarın dinledikleriyle ilgili kişisel yorumlarını, o kadınlara karşı duyduğu sorumluluğu, hatta bazen bunu yerine getiremediği için yaptığı özeleştirileri ve iç sorgulamalarını okumanın beni tuhaf bir şekilde rahatlattığını da itiraf etmem gerek. Senelerdir erkek şiddeti haberleri ve raporları hazırlarken, aklıma takılan soruları, çelişkileri, habercilik ve feministlik arasındaki çizgiyi çekmeye çalışırken kafamdan geçenleri yazarın da deneyimlediğini görmek, akıl sağlığımın hala yerinde olduğunu gösterdi bana. (ÇT)
* Ölü Kadınlar Memleketi, Burçe Bahadır, Ayizi Kitap, 2014, 283 sayfa.