Zengin aktör kadrosuyla dikkat çeken iddialı yapım suç odakları arasındaki bir intikam hikâyesini bol cinayetle süslediği gibi olayı estetize etmekten de imtina etmiyor.
Geçen hafta Amerika Birleşik Devletleri Connecticut eyaletinde 20'si çocuk, 26 kişinin ölümüne sebep olan katliam göz önünde bulundurulursa sinemanın da şiddete etkisinin sorgulanmasında fayda var.
Neden kibarca öldürmek?
Yakışıklılığı ve özellkile Angelina Jolie'yle olan evliliği sayesinde yıllarca gündeme oturan, Hollywood'un ön plandaki aktörlerinden Brad Pitt filmde soğukkanlı katil Jackie'yi canlandırıyor.
Ölümüne sebep olduğu kişilerin yalvarma, yakarma, üzerlerine işeme ve "anne" diye haykırmalarına katlanamadığı için Jackie onları uzaktan vurma alışkanlığına sahiptir, filmimizin adı da bu durumu betimlemek üzere Roberta Flack'in sesinden bildiğimiz pop klasiği Killing Me Softly adlı şarkıdan esinlenmekte.
Eserin yönetmeni 1967 Yeni Zelanda doğumlu olup Avustralya'da büyüyen ve sinema eğitimini orada tamamlayan Andrew Dominik.
Başarılı aktör Eric Bana'nın dünya çapında tanınmasını sağlayan ve Avustralya'nın "efsanevi" suçlularından Mark "Chopper" Read'in hikâyesini anlatan ilk filmi yönetmene de birçok ödül kazandırmıştı.
Korkak Robert Ford'un Jesse James Suikasti adlı ikinci filminde Dominik çıtayı yükseltmiş, Brad Pitt'in desteği sayesinde çektiği şaşaalı yapımda ABD tarihinin en ünlü haydutlarından Jesse James ve çevresine psikolojik derinlik kazandırmış, seyirliğe yedirdiği estetizmle izleyicileri ikna edemese de eleştirmenleri ihya etmiş, ödülleri toplamıştı.
Son filminin çekimleri New Orleans çevresinde yapılmış olsa da olayların Boston'un karanlık mahallelerinde vuku bulduğuna şahit oluruz; 2008 yılının ekonomik kriz döneminde geçen senaryo 70'li yıllarda parlayan George V.Higgins'in bir eserinden yola çıkılarak yazılmış.
Suç romanlarıyla tanınan ve Robert Mitchum'lu 1973 yapımı Eddie Coyle'un Arkadaşları adlı filmin dayandırıldığı kitaba imza atan Higgins zamanında hem avukatlık hem savcılık yapmış, konusunda uzman bir simaydı.
Kibarca Öldürmenin oyuncu kadrosunu güçlendiren aktörler, mekânında kumar oynattığından başı belaya giren Markie Trattman rolünde Ray Liotta, miadı geçmiş çapkın ve kiralık katil Mickey'yi oynayan James Gandolfini, Richard Jenkins, Vincent Curatola ve kısa bir rolde Sam Shepard.
Nispeten genç ve tanınmayan Scoot McNairy ve Ben Mendelsohn'un canlandırdığı acemi haydutları da hesaba katarsak birkaç dakikalığına da olsa perdeyi şenlendirebilen fahişe rolündeki Linara Washington dışında bu da tam anlamıyla bir "erkek" filmi.
Tükenmiş klişeler
Acemice tasarlanmış bir soygun sonrasında kafadarlara hadlerini bildirecek "cool" katil ekibininin perdede bitmez tükenmez felsefi gevelemeleri, maço kültürünün dışavurumları, kahramanlarımız tarafından bolca kullanılan uyuşturucu ve uyarıcıların etkisinin yavaş çekim ve bilumum numarayla seyirciye yansıtılması fazlasıyla bildik; bitmek bilmeyen kanlı dayak seansı, yakın plandan verilen cinayetin Kitty Lester'ın yorumladığı Love Letters gibi romantik bir şarkıyla desteklenmesi sinemada şiddeti sıradan bir şeymiş gibi göstermeye çalışan hatta aklayan akımın örnekleri.
Üstelik filmin temposu, sakin ve agresif sahnelerin birbirini takip etmesi yüzünden gayet aksak da olunca yönetmenin iddialı projesi gerçekten gereksiz ve anlamsız bir seyirlik haline geliyor, devamlılıkla ilgili bariz hatalar da cabası.
Bu arada durumun müsebbibi gibi algılanabilecek ekonomik krizle ilgili her fırsatta filmin seyircisine dinletilen Bush'un televizyon konuşmaları ABD'ye yönelik bir eleştiri olarak da algılanabilir.
Pitt'in canlandırdığı Jackie Cogan'ın beylik tiradında dediği gibi ABD, Thomas Jefferson'un "Tüm insanlar eşit yaratılmıştır" idealine dayandırılmıştır, oysa memleketin kurucu liderlerinden sayılan Jefferson'un ta kendisi köleleriyle yatıp kalktığı gibi köleliğin ortadan kaldırılması için bir şey de yapmamıştır.
Jackie Cogan memlekette herkesin bir olduğuna kesinlikle inanmamakta, şirket gibi yönetilen ülkede herkesin tek başına olduğunu ifade etmektedir, yaptığı işin karşılığı olan parayı bir an önce almaktan başka da bir beklentisi yoktur.
İşin acı tarafı Amerikan rüyasıyla ilgili konuşmanın aynı dönemde yönetime gelmek için "Değişim" sloganıyla seçimlere katılan Obama'nın ölçülü sesinden sinema perdesinde yankılanmasıydı; başkan seçildiği takdirde yapacağı reformlar hakkında güven verici olmaya çalışan tonuyla halkına vaatlerde bulunuyordu.
Oysa geçenlerde ülkenin başına geçtiği andan itibaren dördüncü kez ulusal bir katliamla ilgili halkına seslenmek zorunda kalan ABD'nin başkanı görüldüğü ve itiraf ettiği kadarıyla şiddete engel olmak için yeterli önlemleri alabilmiş gibi durmuyor; silah kullanımının kısıtlanmasına yönelik çabaları da silah üretimi sektörünün gücü karşısında şimdiye kadar yetersiz kalmış olsa gerek. Newtown katliamı bunun bariz kanıtı, Hollywood'un ise yangına körükle gittiği kesin... (MT/EKN)