Ey Türk Gençliği!
Ola ki ben Sünni değilim, hatta Müslüman da değilim.
Ola ki ben Alevi'yim, Kürt'üm, Ermeni'yim, göçmenim, ne bileyim neyim.
Ola ki ben Malatya'da Alevi, Sakarya'da Sünni, İstanbul'da Ateistim.
Ola ki Sivas'ta bir gazeteci, Maraş'ta bir tüccar, Ayazağa'da bir inşaat işçisiyim.
Ola ki oruç tutmam, namaz kılmam ama yardım ederim insanoğluna elimden geldiğince.
Ola ki ben sadece babadan olma, anadan doğma bir garip insanoğluyum. Din bilmem, siyaset bilmem, cinsiyet bilmem. Hiçbir şey bilmem.
Hiçbir sınıfa koyamadığınızı, sizin hiçbir normunuza uymayanı darp etmek, yok etmek, işkence etmek, sizin göreviniz mi?
Hangi sıfat, hangi ırk, hangi mezhep bir insanı diğerinden üstün kılar, hangi din, inanç sizin zorbalık yapmanızı hoş görür, bilemiyorum.
Çok değil daha geçen yıl bir kadın Erzurum'da Ramazan'da sigara içtiği için tartaklanmış ve bir öğrenci yurduna sığınmıştı. O zaman Radikal'e kendi üniversite yaşamımdan hareketle bir yazı yazmıştım.
Şöyle yazmışım: "Bilen bilir Beytepe Kampüsü yeşillikler içerisinde oldukça keyifli bir kampüstü. Ders aralarında ağaçların altında uzanan, "batak çeviren", ellerinde kitaplarla oradan oraya koşturan öğrenciler, gayet huzurlu bir şekilde yaşar giderdi. Hala da öyleymiş. Huzur ve hoşgörü vardı bizim aramızda. Türbanlı arkadaşlarımız da vardı, süper mini etekler giyenler de. Hep birlikte 'beycafe'ye gidilirdi, otostop çekilip şehre inilirdi, evlerde birlikte ziyafetler yapılırdı. Diğer üniversitelerden arkadaşlarımız geldiğinde hep özenirlerdi bizim hep birlikte huzurlu oluşumuza. 18 yaşında küçücük bir dünyası olan ben, her yeri böyle sanıyordum. Ancak öyle olmadığını bir Ramazan ayında öğrenmiştim. Beytepe her zamanki gibiydi, oruç tutanlar ve tutmayanlar bir aradaydık. Tutmayanlar yemek yerken diğerleri ya yanlarında otururlar ya da başka bir yerde onları beklerdi. Hatta yanlarında yemek yendiğinde daha fazla sevap kazandıklarını anlatırlardı. Ben onların yalancısıyım. Kimse kimseyi dövmedi, tartaklamadı, kırmadı. Ama her yer Beytepe değildi!"
Üzerinden daha bir yıl bile geçmedi. Geçen yıl Erzurum'da yaşanan olay farklı bir versiyonuyla bu kez de Malatya'da yaşandı. Evlerinin önünde davul çalınmasını istemeyen Alevi aile, kendilerini ahlak polisi sanan bir grup (ki bu grubun sayısı çeşitli haber sitelerinde 500'e kadar çıkmakta) tarafından saldırıya uğradı. Ailenin iki gündür evlerinden çıkmadığı ifade ediliyor.
Olaya çeşitli açılardan bakmak mümkün. Dini boyuttan bakarsak "İslam dini hoşgörü dinidir" öğretisine tamamen aykırı bir saldırıdan bahsediyoruz. Dini sadece oruç tutmak, namaz kılmak olarak benimseyip, bunu yapmayan herkese potansiyel suçlu olarak yaklaşan binlerce, milyonlarca insanla aynı ülkede yaşıyoruz. Oruç tutmayı sadece aç kalmak olarak görüp onun yanında yaptıkları onlarca kötülüğü oruçla birlikte unutturabileceklerini sananlardan bahsediyorum.
Evet, oruç tutmak gerçekten zor ve hatta bu sıcak havada, uzun günlerde bunu başarabilenlere de saygı duyuyorum. Ancak oruç tutuyor ve inanca göre kendi kulluk görevini yerine getiriyor diye tutmayan insanları kınayan, dışlayan hatta ve hatta Sürgü örneğinde olduğu gibi saldıran insanları anlamak oldukça güç.
Bu insanlar kutsal kitaplarında yazan bir şeyi yerine getirirken, diğerlerini göz ardı ediyorlar. "Size dini öğretmeye geldik!" sloganları atanlar kendi dinlerinin temel prensiplerinden bihaberler. Komşunun evine taşla saldırmak hangi dinde var? 500 kişinin olmasına gerek yok, 100 kişiye bile gerek yok. Bir kişinin diğerine din konusunda baskı yapması, ona "dini öğretmesi" nasıl mümkün olabilir. Ailenin kaydettiği kamera görüntüsünde halkın önce tekbir getirdiği ardından da istiklal Marşı okuduğunu duyuyoruz. "Ya Allah, Bismillah, Allah-u Ekber" sesleri geliyor tekrar. Gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Sanki İstiklal Savaşı'na hazırlananların sesleri geliyor dışarıdan. Arkasından ıslıklar, alkışlar ve ağlama sesleri.
Oysa Kuran açık bir şekilde "Dinde zorlama ve baskı yoktur" (Bakara Suresi 256) der. İslam alimleri Müslümanların sadece dini anlatma yükümlü olduklarını ve zorbalığa yer olmadığını anlatırken şu ayeti de alıntılıyorlar; "Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin." (Kaf Suresi, 45)
Yani sonuç olarak bu yapılanlar İslam dininin öğretileri değil. Bu yapılan Türkiye Tarihinde hiç de uzak olmadığımız kin ve nefretin artık neredeyse kanıksanmış yansımaları.
Bir yandan İstiklal Marşı okuyup diğer yandan tekbir getiren "sizi burada istemiyoruz." zihniyeti. Dini bilmeyip öğretmeye çalışanların zihniyeti.
"Burası bizim, burada bize uyulur yoksa yeriniz yok" zihniyeti.
Bu kör, sağır ama hala güçlü bir zihniyet. Hala ayağı kırılmamış, yolu kesilmemiş, hep istediği yöne gitmiş zihniyet.
Tabi böyle bir olaydan sonra suçluyu cezalandırmak yerine mağduru uzaklaştırmayı uygun gören yetkililer var oldukça bu zihniyet hep kazanmaya devam edecek.
Sivas'ta, Maraş'ta, Erzurum'da olduğu gibi... (SK/HK)