Şair ve çevirmen Çayan Okuduci'nin üç yıl aradan sonra yeni kitabı "Ecmain",* Şiirden Yayıncılık tarafından yayımlandı. İlk iki kitabın izlerini taşıyan "Ecmain", çağımızın sorunsallarını şiirleştirerek okuyanı da yanına alan, dizelerin rehberliğinde, içine alan, içine aldığına fener tutan, yolculuğa davet eden şiirler.
Öyle ki, uzun, sancılı ve depresif bir yolculuğa, kâh yükselip kâh düşülen, düşünce kalkmak için bir sonraki dizeye asılıp yolculuğa kalınan yerden devam edilen şiirler. "Ecmain"in ilk dizlerini okuyalım:
"Kentin ilahi uğultusu geceyi yararken/avuçlarımın içinde gördüm/düştüğüm yerden bir daha/doğruluşumu."
"Kulaklarıma Küpe" şiirinin bu ilk dizeleri bir yandan okuyucu düşürürken, diğer yandan gelecek olan dizelere el uzatıp yolculuğun uzun olacağının ipuçlarını veriyor. Yine aynı şiirin devamında "gözlerim ete kemiğe bürünene dek" dizesinde hem var olanı hem de asla var olmayacak olanın kuyusunu yazıyor. "Masallar örüyoruz annemle/ şeytan iyi biz kötü."
Gıdım gıdım yağmaladığımız hayatlar
İnsana dokunan duyarlılığının yanında insan dışındaki canlıların; insan eliyle eziyete uğradığı, öldürüldüğü, işkence edildiği yani talancı ve yağmacı bir zihniyeti teşhir eden şiirler:
"Bir hayvanın gözleri olurdum bazen/ne patilerim ne de dişlerim olurdu/ kanatlarım da hiç çıkmadı." "Ne Gelir Elimden" şiirinin bu ilk üç dizesi bizzat duygudaşlıkla ustaca ayna tutuyor okuyucuya. İnsanın, hem kendi cinsine hem de kendi dışındaki varlıklara olan eziyeti, ustaca okura ulaştırılıyor. Şiirin son üç dizesi "Bir başka püsle/bir başka vitrinle/gıdım gıdım yağmalandım" diyor şair. Gıdım gıdım yağmaladığımız hayatlar; zaman akıyor, çağları ve devrimleri geride bırakıyoruz, suretler değişiyor, anlayışlar değişiyor, bilim ilerliyor, edebiyat güncelleniyor... Fakat insanın insana kıyışı, doğayı ve canlıya olan şiddeti arttıkça artıyor. Bu şiirler işte günümüzün savaş çığırtkanlığına, rant ve sömürü çılgınlığına karşı bir başkaldırı, tarihe bu anlamda düşülen bir not.
"Ecmain" şiiri başta ülkemiz olmak üzere dünyada yaşanan gerçekliğin şiirleştirilmesi (poetisation) olarak kavrayan bir poetikanın ürünüdür. Şair, saf şiir anlayışıyla (bir tür imge karmaşasıyla gerçeğe sırtını dönen bir anlayışla değil), modern çağın, modern dilin olanaklarını kullanarak dili bükerek ve kendine özgü imgelerle yaşanılanları -geçmişi de kendine ayna kılarak- dizelere nakşediyor. Şiirleri okuduğumuzda biz de onunla aynı duyguları yaşayacak, kırılacak, öfkelenecek ve yaratılan tıkanmaların oluşturduğu derin tahribatların toplumda ve daha ziyade birey üzerinde oluşturduğu baskıyı yaşayarak, içe dönerek okuyacağız. "Ecmain" dizelerle inşa edilmiş bir aynadır.
Ardımızda çöp dağları...
"Yenilgi" şiiri bize ayna tutacaktır: "Ağaçlar hep sızım oldu/insandan doğan çölde bir ağaç idim." Şiirin devamındaki "benden arta kalan çöllerde gezindikçe/dallarım perişan köklerim aç" dizeleri bir gerçekliği dile getirmektedir, arkamızda dev bir çöl bıraka bıraka ilerliyoruz, ardımızda çöp dağları... Memleketin ahvali ortada; birileri doymayan gözleriyle her yeri talan edip sefa sürerken diğer yandan ailesine ekmek götüremeyenlerin toplu intiharlarıyla uyanıyoruz. Şairin dizesini buraya bırakmanın tam zamanıdır: "Nasılsın, gözleri anca toprak dolan!"
Şiirlerinde anlamsal olan arkadan gelir, başat olan ses ise ritmin gelgitinde bir nehir gibi akarak nefes aldırıyor okuyana. Dizeler arası boşluklar nefes almanın, durup dinlenmenin; kara ve karanlık varoluşsal sancıların gölgesinde ilerliyor. "Ecmain"in başat imgesi birey ve toplumun iç çatışmasıdır. Tek bir imgeyle veyahut alışagelmiş imgelerle değil, sâri bir imge örgüsüyle örülmüş şiirler. Zamanla birlikte mekânsal olana da kelimelerin çağrışımıyla giriliyor, bu mekânsal olan bazen bir okyanus, bazen bir çöl, bazen de patileri ve kanatları olmayan canlılar oluyor. Zamansal olanı kokluyor, sesle de yoklamalara ve sorgulamalara giriyor. Böylece şiirin içinde var olmamızı sağlıyor, kapıyı aralıyor. Sosyalist duyarlılığı şiirde inşa etmek, ip üstünde yürümek gibidir: Anlaşılmaz ve nereye gideceği belli olmayan söz öbekleriyle değil, sezdirmeden, göz çıkarmadan, anlaşılır imgelerle. Dingin bir sesle içe dokunan hissiyatla müziğin ve ritmin olanaklarıyla büyür şiirler.
Devlet de ölür
Anadili Kürtçe olan bir şairin imgelerini nereden aldığının en iyi cevabı anadilinde saklıdır, "Ecmain"de Fermo, zindî, nû, temaşe... gibi Kürtçe kelimelerin şiirlerde olması bize şairin içinden geldiği coşkunun Kürtçeden geldiğini, ses ve ritmin Kürtçeden Türkçeye aktığını da gösteriyor. Saklı ve kendiliğinden oluşan imgelerin; bilinçaltında yatan dinamiklerin ne kadar bastırılırsa bastırılsın mutlak suretle dışavurulduğunun en güzel örneklerini biz şair Ahmed Arif'in dizelerinde okuduk. Çayan Okuduci'nin dizelerinde ise şehir ve bireyin anlaşılmaz ve uzlaşılmaz bir çatışmasına şahit oluyoruz. Bir "İnce" şiirine bakalım, "Göğsüme dolan kara-kızıl rüzgâr/diri tutuyor yağmalanmış otlarımı/aşk doğacak o kılcallardan, bir ince/ bir ince ölümlü şifalar dağılacak her bir tarafa."
"Devlet de ölür" şiiri bize devlet sistemlerinin birey ve toplum nezdindeki onarılamaz tahribatlarını gösteren bir şiir. Şairin kanına sızmış bir imgelem süzgecinden geçerek gelen "Devlet de ölür" şiirinden bir bölümle yazıyı noktalayalım:
Fermo.
"her şey ölür, devlet de ölür
doğar ölür yine ölür
ölülerle ölür yaşayanlarla ölür
sen ben kalırız devletsiz topraklarda
(...)
ömürsüzlerden gördüm
kalanlardan dinledim
gidip gelmeyenlerin gizinde bildim
öldü... yine ölecek..." (İÖ/AÖ)
*Çayan Okuduci, Ecmain, Şiirden Yayıncılık, 2019 İstanbul