"Diskonun kralı" mı, "medyanın kralı" mı yoksa "muhabbetin kralı" mı olduğuna bir türlü karar veremediğinden olsa gerek, bu krallıkları üç ayrı güne dağıtarak üstleniyor bir süredir Okan Bayülgen. Neyin kralı olduğuna karar vermek zor olsa da, kendisini rahatlıkla bir televizyon varsılı olarak adlandırabiliriz. 24 Ocak'taki "Medya Kralı" programında da çok yakından tanıdığımız dışıyla birlikte içini de ortaya koydu. Açıkça yani, mırın kırın etmeden.
Oturma sırasıyla "konuklar": Sibel Tüzün, Mehmet Ali Alabora, Zeynep Beşerler, Hakkı Devrim(*), Derya Baykal... Yapımcısı Bayülgen'in Disko Kralı'ndan farklı olarak tam bir şamata-eğlence programı olarak tasarımlanmadığını öne sürdüğü Medya Kralı neşe ve eğlence içinde sürerken, cıvıl cıvıl sesiyle tıp fakültesi öğrencisi bir genç kadın programa bağlanıyor ve Mehmet Ali Alabora'ya "Tekel işçilerinin grevi hakkında ne düşünüyorsunuz? Destekliyor musunuz?" diye soruyor. Kinayeli bir tonlama söz konusu değil. Belli ki konuklar arasında bu sorunun yöneltileceği doğru adresin Alabora olduğuna dair bir fikri var. Alabora da en samimi haliyle, tatlılıkla "tabii destekliyorum" diyor ve devam ediyor: "Ancak hiçbir eylemde ölüm orucuna gidilmesini doğru bulmuyorum. Tekel işçilerinin durumu, bütün diğer işçilerin sendikalılaşmalarının olanaksızlaştırılması sürecini bize anımsatmalı ve bunu değiştirmek için bir şeyler yapmalıyız". (Cümle aynen böyle değil, ama özetle bunu söylüyor)
Ve üniversite gençliğinin beğendiği biri olmakla övünen -zaman zaman gençleri televizyona isyan etmeye, sokağa çıkmaya çağıran- Okan Bayülgen'in suratı daha o andan itibaren ekşimeye başlıyor. Konuyu uzatmak istemiyor ama muhakkak son lafı da o edecek ya "Gençler, apolitikleşme, lise yıllarım grevlerde geçti, eskiden modaydı böyle şeyler" gibi temalar çerçevesinde dolaşan cümleler kuruyor. "Eskiden gençler bunlarla ilgilenirdi, şimdi ilgilenmiyor" mu demek istiyor -ki eğer dediği buysa, onun temas halinde olduğu gençlerin bütün genç nüfusu oluşturmadığını hatırlatmak gerekiyor- yoksa "Bu konularla gençken ilgilenilir, sonra araya 'hayat' girer ve her şey için çok geçtir" mi demek istiyor; pek anlaşılmıyor.
Neyse son sözü söylüyor, önemli olan da bu. Ne dediğinin o kadar da anlaşılmaması belki de iyi bir şey üstelik. Ve "medya kralı" aslında telefondaki genç kadına haddini bildirmek istiyor, "Peki sen ne yapıyorsun bu grevi desteklemek için?" diyor. Çok güzel. Lafı gediğine yerleştirdi. Genç kadın okulda bir grupları olduğunu, zaman zaman bu konuda eylemler yaptıklarını söylüyor, programa bağlanıp bu konuyu açmasının nedeninin daha fazla ne yapılabilir meselesini gündeme getirmek olduğuna işaret ediyor. Yani telefondaki genç kadının "bozum edilmesi" operasyonu da başarıyla sonuçlanmıyor, gündemde bir gedik açılmıyor. Ve Mehmet Ali Alabora aslında temel sorunun bir darbe anayasasıyla yönetiliyor olduğumuzu söyleyince, iyice siniri bozuluyor Bayülgen'in. İnanamayacaksınız ama, çok komik, "Bir istihbarat örgütü bir ülkeyi bu kadar uzun zaman yönetemez ki" diye isyan ediyor.
Anladığım kadarıyla "30 sene boyunca bizi bir cunta yönetemez mi" demek istiyor? Öyle bir duruma düşüyor ki, Mehmet Ali Alabora 12 Eylül suretinde belki de şahikasına varan darbecilik ve cuntacılık ruhunu beslemekten vazgeçmeyi, her şeyden önce böyle bir darbe anayasasıyla yönetilmeyi reddetmeyi önerirken, o neredeyse tekil olarak "12 Eylül cunta"sını savunmaya geçiyor. İşin acayibi, "ekranlarda" düşmek istediği durum kesinlikle bu değil. O sadece genel olarak militer yapılanmaya laf söyletmek istemiyor. Ama bozulan sinirleri virajları sert almasına neden oluyor. Sonra bir ara, "Hayır ben bu yapılmasın -yani darbe anayasası değişmesin- demiyorum falan diye de mırıldandı. Bunu da "canlı yayın" uyanıklığı ve şuuruyla açıklayabiliriz gibi görünüyor.
Dakikalar sonra Tekel işçilerini konu eden genç kadına geri döndü telefon bağlantısında ve gözlerinde hakiki bir "sinir olma", "öfke" ifadesiyle "Memnun oldun mu şimdi?" dedi ve artık açıkça alenen bu konuyu konuşmaktan ne kadar rahatsız olduğunu söyledi. Basbayağı, açıkça söyledi. Fakat, önce çalıştıkları fabrikalar satılıp sonra da, Başbakan tarafından boş oturup devletin "deniz" malını yemekle itham edilen işçilerin direnişinin rüzgarı Kanal D stüdyolarında da esmişti bir kez. Geri dönüşü yoktu. Sonra Bayülgen'in sevdiği konular açıldı: Konakta büyümek, kültürlü olmak, vs. Rahatladı, yüz kasları gevşedi...
Son yıllarda sosyal projeler, "hayır" işleri, çevreyi koruma eylemlerinde falan sıkça gördüğümüz, "late-night" şovların içeriğini dönüştürmeye çalışan, eğlenceyi, tartışmanın -konu ne olursa olsun- şehvetinden üretmeyi isteyen Okan Bayülgen'in 12 Eylül darbesi konu olunca bu kadar canının sıkılması gerçekten de şaşırtıcı...
Oturup böyle bir yazı yazınca da, onun bu "söz söyleme gücü"ne küçük bir katkıda daha bulunulduğunu düşünmüyor değilim. Fakat, Türkiye'nin en yaygın izlenen TV kanallarından biri olan Kanal D'de, tam da o sırada ölümüne direnen işçilerin mücadelesinin böyle bir muameleye maruz kalması karşısında sessiz kalınmaması gereken bir durum diye düşündüm.
Teşekkürler Mehmet Ali Alabora... Sus artık Okan Bayülgen... (NZ/EÜ)
___________________________________________________________________________________
(*) Hakkı Devrim de, "Türkiye'de insanlar sokakta eylem yapmakla sonuç alınabileceğini düşünüyor" filan dedi bir ara ve Meclis'e girmeyi önerdi. Hatta bir ara Bayülgen'le, "Facebook'ta yeni sol parti kuralım baba" diye dalga da geçtiler galiba...Hrant Dink’in “tanıdığımız” katilinin cezalandırılması ve adaletin hâsıl olması için 19 Ocak’ta Osmanbey’e gitmek ve haykırmak yerine Meclis’e mi gitmeliydik mesela? Anlamadım da tam olarak.