bianet stajyeri ve gazetecilik bölümü öğrencisi olarak Okuldan Haber Odasına (OHO) programını, aslında diğer katılımcı arkadaşlarla aynı sorun ve soru işaretleriyle takip ettik. Tek fark, gözlemci olmamızdı.
“Propaganda mı, hak haberciliği mi?”
Program boyunca anahtar kelime olarak nitelendirebileceğimiz ‘hak haberciliği’, ‘ana akım medya’ ve ‘hak ihlalleri’ çerçevesinde yoğun ve derinlikli tartışmalar yapıldı.
Katılımcıların son sınıf ya da yeni mezun olmaları sebebiyle laf dönüp dolaşıp ‘yaygın medyada özgürlük ne kadar mümkün?’ sorusuna geliyordu.
Akademiye yönelmiş öğrenciler, mesleğe atılmak isteyenlere göre kısmen daha rahat ve iyimser olsalar da, özellikle Ahmet Tulgar’ın katıldığı oturumda açılan milliyetçilik tartışması etrafında, medyada herhangi bir etnik kökene mensup insanların hak ve mücadelesini dile getirmenin dozunun ne olacağı konusu ve bunun propagandaya mı hak haberciliğine mi gireceği sorusu hararetli tartışmalara sebep oldu.
Oturumdan sonra kahve molasına taşan ve 3-4 kişilik gruplar halinde devam eden tartışma, Türkiye medyasının savunuculuğunu üstlendiği Türk milliyetçiliği konusunun, hak haberciliği etrafında üzerinde durulması gereken önemli konulardan biri olduğunun göstergesiydi.
Hassas konulara yaklaşım belirleyici
Medyada toplumsal cinsiyetin temsili, ayrımcı dil kullanımı, mevcut hak ihlalleri üzerinden kolaylıkla, biraz da aşinalıkla savunulan hak haberciliği, iş resmi tarih anlayışı çerçevesinde öğretilen hassas konulara gelince bir kavram kargaşasıyla sonuçlandı.
Beş günlük bir çalışmada, Türkiye’nin temel ‘sorunları’na nasıl yaklaşılacağı sorusunu yanıtlamak gazeteci adayları için elbette zor fakat oluşan manzaranın, herkesin konuya doğal olarak farklı duyarlılıklarla ve heyecanla katıldıklarını göstermesi dolayısıyla meseleye daha geniş yer ayırmak ‘hak haberciliğini’ daha anlaşılır hale getirebilir.
“Yargı sürecindeki bir davanın belgelerini yayınlar mısın?”
Murat Çelikkan’ın interaktif bir şekilde yürüttüğü oturum ise, gazeteci adaylarına doğrudan yönelttiği ve açıkçası biraz da terlettiği “yargı sürecindeki bir davaya dair eline geçen bilgileri yayınlar mısın, yayınlamaz mısın?” türünden sorularla bir çeşit yoklama niteliğindeydi.
Hak haberciliği üzerine yapılan uzun sunumlardan sonra, öğrenci olarak alıştırılageldiğimiz “ezber tehlikesine” karşı bir müdahale ve herkese cevap hakkı doğması nedeniyle canlı bir çalışmaydı.
Tüm katılımcıların programın genel bir değerlendirmesini yaptığı son gün, ortak düşünce, OHO’nun bir başlangıç olarak herkese umut verdiği yönündeydi.
Ulusal medyayı tanımanın, güncel olan üzerine tartışmanın ve en önemlisi hak haberciliğinin fakültelerde es geçilmesi nedeniyle iletişim fakülteleri de payına düşen eleştirileri aldı.
Son gün yapılan, herkesin kendi gazetesini hazırladığı atölye çalışması, mevcut haberlerin nasıl ele alınacağı ve hak haberciliği yönünde nasıl değiştirilebileceğinin küçük çaplı bir denemesi olması açısından, programda daha fazla yer alması isteğiyle karşılandı. Öğrencilerden birinin değerlendirmesi ise, beş günlük çalışmayı özetler nitelikteydi:
“Öncelik insan hakları olduğu sürece, hakim olan tüm ayrımcı zihniyete rağmen, birlikte mutlu yaşanabileceğine inandım.” (CU/EZÖ)