15 Temmuz’daki darbe girişiminden pek çok kişi doğrudan ya da dolaylı olarak etkilendi, etkilenmeye devam ediyor. Hükümet’in darbecilere karşı giriştiği meşru mücadele sırasında getirdiği düzenleme ve kısıtlamalardan en önce ve doğrudan etkilenenler ise yine cezaevindeki tutuklu ve hükümlüler oldu.
23 Temmuz 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kanun Hükmünde Kararnamesinin (KHK) 6. maddesinin (d) bendi, tutukluların avukatları ile görüşmelerinin sesli ve görüntülü olarak kaydedilebileceğine, bu görüşmeler sırasında görevlilerin hazır bulunabileceğine, avukat ile müvekkil arasındaki belgelere el konabileceğine ve avukat ve müvekkili arasındaki görüşmenin gün ve saat olarak sınırlandırılabileceğine hatta avukatın müvekkili ile görüşmesinin ve onu temsil etmesinin yasaklanabileceğine ilişkin bir düzenleme getirdi.
Yine 667 sayılı KHK’nin özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlaline yol açabilecek (e) bendine göre, tutuklular sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir ve tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak on beş günde bir ve sayılan bu kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilir.
KHK’den önce, darbe girişiminden sonraki gün ve hafta bazı cezaevlerinde Adalet Bakanlığı’nın sözlü talimatıyla “ikinci bir emre kadar avukat ve aile görüşleri ve telefon görüşmeleri” yasaklanmıştı. KHK, ikinci bir emre kadar yasaklanan avukat ve aile görüşleri üzerindeki yasağı kaldırsa da ciddi kısıtlamalar getirdi ve KHK ile birlikte cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere yönelik keyfi baskılar ve insan hakları ihlallerinde önemli bir artış oldu.
Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD), Tutuklu Aileleriyle Dayanışma Derneği (TUAD), Özgürlükçü Demokrat Avukatlar (ÖDAV) üyesi avukatlar tarafından oluşturulan cezaevi izleme komisyonu tarafından 15 Temmuz 2016 - 5 Ağustos arasında Bolu, Düzce, Edirne, Kocaeli, Tekirdağ, Bakırköy, Ümraniye, Maltepe ve Silivri Cezaevlerinde yapılan görüşmeler sonunda hazırlanan rapor [1] ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi Hapishane İzleme Komisyonu tarafından Tekirdağ, Kocaeli, Edirne, Bakırköy ve Silivri Cezaevlerinde yapılan görüşme ve mektuplaşmalar sonunda hazırlanan rapor [2] da bu ihlalleri ortaya koyuyor.
Bu yazıda hak örgütleri tarafından raporlanan hak ihlallerine karşı başvuruda bulunmak isteyen kişiler için, raporlarda bahsedilen konu başlıkları altında, söz konusu ihlal iddialarına ilişkin daha önce Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilmiş kararları anlatmaya çalışacağım. 667 sayılı KHK’nin 6. maddesinin (d) bendi, 668 sayılı KHK’nin 3. maddesi ile birlikte, avukat ile temsil edilme hakkı ve savunma hakkının özüne dokunan ciddi kısıtlamalar getirdiği için, ayrı ve kapsamlı bir yazıyı hak eden bu konuya bu yazıda yer vermeyip, söz konusu düzenlemenin adil yargılanma hakkına çok ağır bir müdahale olduğunu not düşmekle yetineceğim.
Cezaevi koşulları ve sürgünler
İçişleri Bakanı Efkan Ala, 10 Ağustos 2016 tarihinde yaptığı açıklamada darbe girişimi soruşturması kapsamında 5 bin 171 kişinin gözaltında tutulduğunu, 16 bin 899 kişinin ise tutuklandığını söyledi. [3] Tutuklu sayısında bir anda meydana gelen bu büyük artış, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Cezaevi İnceleme ve İzleme Komisyonu raporlarına göre zaten dolu olan cezaevlerindeki durumu daha da kötüleştirdi.
Aşırı kalabalığa rağmen mahpuslar için tahsis edilen kişisel alanın kısıtlı olmasına, oturacak sandalye ve yer olmaması nedeniyle mahpusların gün içinde ayakta beklemeleri, yeterli yatak olmaması nedeniyle yetersiz uyuma düzenleri, yetersiz havalandırma ve duş almaya yönelik kısıtlamalar ve hücre dışında ortak alanda veya havalandırmada geçirilen zaman kısıtlamaları da eklenince mahpuslar için cezaevi koşullarının insanlık dışı ve onur kırıcı bir noktaya ulaştığı söylenebilir. [4]
Raporlarda mahpusların aşırı kalabalık cezaevlerinde tutulmalarından sonraki en büyük şikayetleri yine aşırı kalabalık sebebiyle başka cezaevlerine sevk edilmeleri ve mahpusların sevk sırasında psikolojik, sözlü ve fiziksel şiddete maruz kaldığı iddiasıdır. Hayata Dönüş Operasyonu’nun ardından Ümraniye Cezaevi’nden Kandıra F Tipi Cezaevi’ne sevk edilirken ring aracında jandarma ve gardiyanlar tarafından dövülen ve yüzünde ve bileğinde kanamalı çizikler, ekimoz ve ödem oluşan Ayhan Mimtaş’ın başvurusunda AİHM, Türkiye’nin kötü muamele yasağını ihlal ettiğine karar vermişti. [5]
Mahpusların avukatlarına ve ailelerine haber verilmeden yapılan sürgünler, maddi durumu iyi olmayan ve görüşlere gelemeyen aileler için durumu daha da zorlaştırdığı gibi, avukat ve aile görüşünü engellemek bakımından yeni ihlallere yol açabilir.
Raporlarda henüz yer verilmiyor ancak cezaevlerinde verilen mücadelenin geçmişine baktığımızda cezaevlerinde artan bu ihlallere karşı tepki göstermek amacıyla slogan atma ve açlık grevine girme gibi eylemler yapmaları durumunda tutuklu ve hükümlülerin disiplin cezaları ile karşı karşıya kalabileceğini öngörmek mümkün. Sürecin o aşamaya evrilmemesini umarak, AİHM’nin kamuoyunu şiddete başvurma ya da açlık grevi yapmaya teşvik etmediği sürece, her somut olayda ayrı bir değerlendirme yapmak üzere, ihlallerden kamuoyunun haberdar olması amacıyla yapılan açlık grevlerini mahpusların kendilerini ifade biçimlerinden biri olarak gördüğünü ve kardeşinin de tutuklu olduğu F tipi cezaevini protesto etmek için açlık grevi yapan TAYAD üyesi başvurucuya para cezası verilmesini ifade özgürlüğüne aykırı bulduğunu hatırlatayım. [6]
Kitap ve mektuplara el koyulması, muhalif yayınların yasaklanması
OHAL’in cezaevlerinde meydana getirdiği değişikliklerden biri de bazı cezaevlerinde Cumhuriyet, BirGün, Evrensel ve Gündem gibi gazetelerin “yasaklı yayın” listesine alınması ve Halk TV’nin yayınlarının izlenmesinin durdurulması oldu.
Hakkında darbe girişimine yönelik soruşturma başlatılmamış ya da OHAL KHK’leri ile kapatma, toplatma ya da el koyma kararı olmayan gazete ve dergilerin cezaevlerinde yasaklanması, muhalif basına ve basın özgürlüğüne ayrımcı ve keyfi bir karar ile yeni bir saldırı anlamı taşımanın yanı sıra cezaevindeki mahpusların bilgiye erişim hakkına da bir müdahaledir.
Nitekim AYM de ceza infaz kurumu tarafından hakkında herhangi bir el koyma ya da toplatma kararı olmayan Demokratik Modernite dergisi ve Özgür Gündem gazetesinin hükümlü olan başvurucuya verilmemesini ya da bazı sayfalarının çıkartılarak verilmesini mahpusun haber ve fikirlere erişiminin engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğüne aykırı bulmuştu. [7]
ÖHD ve ÇHD tarafından hazırlanan raporlara bakıldığında muhalif basının okunup izlenmesinin engellenmesinin yanı sıra mahpusların odalarında yapılan aramalarda kitap ve mektuplarına el koyulduğunu da görüyoruz. AYM, dergi ve gazetelerin mahpuslara verilmemesine ilişkin hak ihlali kararına benzer şekilde, Kırıkkale F Tipi cezaevinde kalan mahkumun koğuşunda yapılan aramada bulunan Abdullah Öcalan tarafından yazılmış bir kitapçığa PKK propagandası içerdiği iddiasıyla örgütsel doküman kabul edilerek el konmasını ve başvurucuya disiplin cezası verilmesini ifade özgürlüğü ihlali olarak görmüştü. [8]
Burada ayrıca belirtilmesi gereken bir diğer nokta da mahpusların cezaevindeki hak ihlallerine ilişkin mektuplarına cezaevi yönetimi tarafından el konulduğu iddiasıdır. Gaziantep H Tipi Cezaevi’nde tutuklu olduğu sırada Uluslararası Af Örgütü’ne gönderilmek üzere cezaevi yönetimine ilettiği cezaevindeki hak ihlallerine ilişkin mektubunun, cezaevi tarafından sakıncalı bulunarak gönderilmemesi üzerine AİHM’ye başvuran başvurucunun başvurusunda AİHM, başvurucunun haberleşme özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermişti. [9]
Çıplak arama
Her iki raporda da yer verilen bir diğer iddia da tutuklulara cezaevine girişte ya da sürgün edildikleri yeni cezaevinde keyfi olarak çıplak arama yapıldığıdır. AYM her ne kadar, çok kötü bir kararla, Tekirdağ Cezaevi’nden Kocaeli Cezaevi’ne nakledilen ve insan onuruna aykırı olduğunu söyleyerek çıplak aramaya direnen ve bu yüzden disiplin cezası alan hükümlünün başvurusunda çıplak aramanın insan onuruna aykırı olduğuna ikna olamamışsa da [10], AİHM’nin aksi yönde pek çok kararı bulunmaktadır. [11]
Tutuklu ve hükümlülerin ikna edicilikten uzak “güvenlik ihtiyacı” gerekçesiyle, kanun ile düzenlenmemiş ve tamamen cezaevi ile infaz koruma memurlarının takdir yetkisine bırakılan keyfi bir uygulamaya maruz kalması, onur kırıcı muamele yasağını ihlal etmektedir.
Hasta mahpuslar
OHAL ile birlikte cezaevlerinde artan hak ihlallerinden en olumsuz şekilde etkilenen mahpuslar ise yine hasta mahpuslardır. Tedavi süreçlerine ilişkin OHAL öncesinde de var olan hak ihlalleri devam etmekte, raporlarda yer verildiği üzere, mahpusların tedavileri hastaneye götürecek araç ve personel olmadığı gerekçesiyle biraz daha aksatılmaktadır.
AİHM, kanser hastası olan ve devletin gerekli adımları atmakta geç kalması nedeniyle cezaevinde hayatını kaybeden bir hükümlünün başvurusunda, başvurucunun cezaevi ortamında katlanmak zorunda kaldığı maddi ve manevi zorlukların, cezaevi yetkililerinin ve adli makamların vurdumduymaz tavrı sebebiyle daha da katlandığına, bu durumun insanlık dışı muamele yasağını ihlal ettiğine karar vermişti. [12]
Mahkeme bu kararında AİHS’nin 46. maddesi uyarınca, Türkiye’deki mevcut sistemde hasta mahpusların sağlık durumlarının cezaevi ortamında kalmalarına müsait olup olmadığını insani gerekçelerle incelemeye ve dikkate almaya zorlama konusunda bir eksiklik olduğunu değerlendirerek bilimsel olmaktan çok idari kararlara bağlı olarak yürütülen bu sürecin, kaçınılmaz son ile karşı karşıya kalan tutukluların huzurlarının ve hayatlarının korunması amacıyla daha etkili bir yola dönüştürülmesi için Adli Tıp Kurumu’nda yeniden yapılandırılmaya gidilmesi ve hasta bir tutuklu tarafından raporları ile birlikte sunulan tahliye veya adli kontrol talepleri hakkında karar vermeye yetkili adli makamlara daha iyi bir inceleme yapması yönünde yükümlülük yüklemişti. [13]
2013 tarihli bu karara rağmen başta Adli Tıp Kurumu olmak üzere, devletin yaşam hakkı ve işkence yasağıyla ilgili bu konuda üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediğini yıllardır çok acı bir şekilde görmeye devam ediyoruz. Bu noktada yetkili adli makamlara yapılan ısrarlı başvurulardan sonuç alamayan kişiler için AYM’ye tedbir talepli başvuruda bulunmak sonuç verebilecek bir yol olabilir.
AYM, Ergenekon davasında tutuklanan Fatih Hilmioğlu’nun İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nin hayati tehlikesi olduğuna dair raporlarına karşın Adli Tıp Kurumu’nun “cezaevinde kalmasında sakıncalı bir durum olmadığı”na yönelik rapor verdiği başvuruda hastane raporunu dikkate alarak Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 73. maddesi gereğince tedbiren tahliye kararı vermişti. [14]
Sonuç yerine
Uluslararası Af Örgütü, darbe soruşturması kapsamında gözaltına alınan kişilerin işkence gördüklerine yönelik ellerinde ciddi deliller olduğunu bildirdikleri açıklamalarında, işkence iddialarına karşı Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’ne (CPT) Türkiye’ye gelmeleri için çağrıda bulunmuştu. [15] 3-5 Ağustos 2016 tarihleri arasında Türkiye’ye gelerek Hükümet ve muhalefet partileriyle görüşen Avrupa Konseyi Genel Sekreteri de yetkililerle yaptığı görüşmelere ilişkin yayımladığı açıklamada CPT’nin ziyaretinin hayati önemdeki “işkenceye sıfır tolerans” politikası için önemli bir adım olduğunu belirtti. [16]
Tutuklu ya da hükümleri olmaları ve OHAL ilan edilmiş olması nedeniyle mahpusların başta işkence, insanlık dışı muamele ve onur kırıcı muamele yasağı olmak üzere hak ve özgürlükleri keyfi olarak kısıtlanamaz. Devlet, tüm mahpusların insan onuruna yakışır koşullarda tutulmalarını, tutukluluğun halihazırda içerdiği ızdırap düzeyini aşacak ölçüde stres ve zorluğa maruz kalmamalarını ve sağlıklarından ödün verilmemesini sağlama yükümlülüğü altındadır. İnsan hakları ihlallerinin gerçekten etkili bir şekilde telafi edilebilmesini güvence altına almak amacıyla, yeni cezaevleri yapmak yerine, derhal etkili çözüm yollarının devreye sokulması ve Avrupa Konseyi üyesi bir devlet olarak CPT’nin gözaltında ve cezaevlerinde işkence ve kötü muamele iddialarını araştırmasına izin verilmesi gerekir. (BM/AS)
[4] AİHM’nin aşırı kalabalık cezaevlerinin ve kötü cezaevi koşullarının AİHS’nin 3. maddesi ile güvence altına alınan insanlık dışı muamele yasağını ihlal ettiğine dair onlarca kararı bulunmaktadır. Bu kararlar arasında Mandić ve Jović v. Slovenya ve Štrucl ve Diğerleri v. Slovenya kararlarında AİHM, Ağustos ayında ortalama 30 dereceyi bulan sıcakta mahpusların aşırı kalabalık ve hijyenik olmayan bir cezaevinde tutulmalarını, maruz kaldıkları sıkıntı ve güçlüklerin tutulma koşullarının halihazırda barındırdığı düzeyin ötesine geçtiğini söyleyerek 3. maddeye aykırı bulmuştu.
[5] Mimtaş v. Türkiye, Başvuru No. 23698/07, Karar Tarihi: 19.03.2013.
[6] Kara v. Türkiye, Başvuru No. 22766/04, Karar Tarihi: 30.06.2009.
[7] Bilal Demirdağ başvurusu, Başvuru No. 2014/4892, Karar Tarihi: 05.11.2015.
[8] Hüseyin Sürensoy başvurusu, Başvuru No. 2013/749, Karar Tarihi: 06.10.2015.
[9] Tur v. Türkiye, Başvuru No. 13692/03, Karar Tarihi: 11.06.2013.
[10] Turan Günana başvurusu (no. 5), Başvuru No. 2013/5545, Karar Tarihi: 15.12.2015.
[11] Benan Molu, “Utanma Duygusunun İhlali: AİHM Kararlarında Çıplak Arama”
[12] Gülay Çetin v. Türkiye, Başvuru No. 44084/10, Karar tarihi: 05.03.2013.
[13] Gülay Çetin v. Türkiye, para. 144-149.
[14] Fatih Hilmioğlu başvurusu, Başvuru No. 2014/648, Karar Tarihi: 18.09.2014.