Hatta "Serbest" olan "gerçek" ismimin bile İrfan olarak değiştirildiğini öğrenmek zorunda kaldım. Her çocuk gibi bunun sebebini çok daha sonra anladım... Ve işte nihayet OHAL kalktı, ve biz 30 Temmuz 2002'den itibaren olağan yaşamaya başladık!!!
Yaklaşık üç yıldır, doğu illerinde çatışma ortamının, gerginliğin, korkunun bir ölçüde azaldığı ortada.
Yıllarca olağanüstü bir hal içinde yaşayan insanlar olarak, -kuşku yok ki- bu sakin ortamın artarak devam etmesini istiyoruz. Ne var ki, şu an için bu pek mümkün görünmüyor. Başka bir deyişle, bu durumun devam edeceğini kanıtlayacak bir gösterge ile henüz karşılaşmadık.
Olağanüstü ruh halimiz
En son Hakkari ve Tunceli'de uygulamadan kaldırılan OHAL'in görünürde sadece adı kaldırıldı. "Bütün ömrünü" olağanüstü hal koşullarında geçirmiş biri olarak sizlere "içimizdeki OHAL'i" aktarmak istiyorum.
Fakat benim anlatmaya çalışacağım OHAL, devletin OHAL'i değil, bizim yıllarca süren, hala da devam eden ve devam edeceğe benzeyen"olağanüstü ruh halimiz".
Devlet, Avrupa Birliği'ne (AB) yönelik politikalarının bir uzantısı olarak, demokrasilere sığmayan uygulamasından geç de olsa vazgeçti. Ancak Hakkari'de yaşayan biri olarak, bu uygulamanın kalkıp kalkmamasının hiçbir öneminin kalmadığını düşünüyorum.
Yaklaşık bir hafta önce Ankara'dan Hakkari'ye gelirken, yine Van-Hakkari arasında dört noktada arama vardı. Ve her seferinde şoförümüz, Kürtçe kaseti kapatıp yerine İbrahim Tatlıses'i taktı.
Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde hala dört-beş genç bir araya gelip sohbet etmekten çekiniyor. Hala, ilçeye legal birçok yayın giremiyor. Dilenci sayısında (tabii bu bütün Türkiye'de yaşanıyor) "olağanüstü" bir artış var. "Nereden geldiği bilinmeyen" bir havan mermisi ile Yüksekova'nın göbeğinde çocuklar ölüyor. Yüzlerce çoban her an mayına basarak ölme ya da terörist sanılarak öldürülme tehlikesi ile iç içe yaşıyor.
OHAL'i içselleştirdik
Tekrar belirteyim ki, ben devletin "OHAL'i kaldırdık" demesine rağmen kaldırmadığını iddia etmiyorum. Fakat bizim OHAL'i kanıksadığımızı, içselleştirdiğimizi (sindirdiğimizi söylemiyorum) öne sürüyorum.
Hayır, OHAL'in kalkmasını ne halaylarla ne şarapla ne de davul zurnayla kutlamadık. Bazı gazetelerin ileri sürdüğü gibi OHAL'in kalkması "olağanüstü" bir sevinç, coşku yaratmadı. Kimse burada bir polisin ekmek kuyruğunda ya da bankada sıra bekleyebileceğine inanmıyor. Kısaca, kimse bir şeyin değişebileceğine, bunun da ötesinde değişimin, hayatlarının her hangi bir döneminde var olabileceğine inanmıyor.
Sohbet ettiğim bazı arkadaşlarım, OHAL'in "teoride veya pratikte" kalkmasının kendi kişiliklerinde yeni bir "aydınlık" yaratmayacağını, çünkü kişiliklerinin daha çocuk yaşta "aydınlıklara, yeniliklere" kapatıldığını ifade ediyorlar. Onlarla aynı koşulları yaşamış biri olarak ben de aynı kanıdayım ve "ömrüm boyunca" aynı "olağanüstü ruh halini" yaşadım, yaşayacağım.
Ruhsal "olağanüstülük"
Belki de hayatımız boyunca trafik polisinden bile dayak yemekten korkmaya devam edeceğiz. Duygu yoğunluğu yaratma ya da bütün olumsuzlukları bir takım yönetsel uygulamalara bağlama çabası içinde değilim.
Fakat yıllarca, hatta çoğu ömrü boyunca "olağanüstü olumsuz" koşullarda yaşamış olan insanların, neye niçin sevineceklerini bilmediklerini düşünüyorum. Çünkü aslında bizim için sevinilecek bir gelişme ne var, ne de olacağa benziyor.
"Olağanüstü"nün olağanlaştığı bir yaşamda, "gerçek olağan"ı bilmek o kadar zor ki... Çoğumuz üniversite okumak için gittiğimiz "batı" illerinde bile buradaki ruhsal "olağanüstü"lükle yaşıyor. Ve bu "ruhsal olağanüstü" durum kardeşlerimize geçerek, kültürümüze işleyerek ölümsüzleşiyor. Yani OHAL gitse bile, onun çocukları doğuyor.
Yoksulluğun olağanüstü olduğu bir toplumda, mermi kovanlarını oyuncak edinen çocukların, potansiyel terörist görülen gençlerin, hatırladıkça huzur bulacakları geçmişleri olmayan yaşlıların, bir gün kulaklarına "siz bu gün saat 17.00'den itibaren olağan halde yaşamaya başlayacaksınız" denmesi ne de traji-komik...
Erlere "komutanım", polise "komiserim"
"Yöremizde su, elektrik, fabrika yok" klişesini tekrarlamak niyetinde değilim. Yoksulluğun, anti-demokratik uygulamaların, sansürlerin, gözetlenmelerin buraya has olduğunu kanıtlama çabasında da değilim. Böyle bir çaba, genel bir sorunu belli bir yerle sınırlandırarak, "indirgemecilik tuzağına" düşürür bizi.
Ancak rasyonel düşünen her insan şunu teslim eder ki; Türkiye'de en fazla "OHAL'liler" nüfus, can, mal, ruh kaybına uğradı. En fazla "OHAL'liler" insanlık dışı uygulamalardan geçti.
İşkenceden geçmeyen kişilere sadece burada kuşku ile bakıldı, köylerde gece saat dokuzdan sonra ışığı açık olan ev sadece burada her zaman tehlikelere de açık oldu. Sadece burada ders kitabı dışında kitap okuyan öğrenciler sorgulardan geçti.
Sadece burada insanlar erlere "komutanım", polislere "komiserim" dediler. Sadece burada insanlara "yeşil kart" oylarını verdikleri partiye göre verildi ya da verilmedi. Ve sadece burada üniversite sınavını kazanan öğrenciler, bazı işlemler nedeniyle gittiği polis karakolunda "üniversiteye gidip gomunist olacağına, polis okuluna gitsene lan!" diye "uyarıldı".
Evet, onlarca yıl boyunca (benim için doğduğumdan bu yana) biz en olağan üstü koşullarda yaşamak zorunda bırakıldık. OHAL'in kalkması, bir kuşak için artık hiçbir anlam taşımıyor. Çünkü OHAL (mücavir il olmanın dışında) hala her an yanı başımızda. OHAL, artık içimizde. OHALde o bizim HAL'imiz. (BB)