Yazının İngilizcesi için tıklayın
“Bugüne dek amcamın hikâyesi hiçbir yerde yayımlanmadı. Kimse öğrenemedi yaşam öyküsünü; bu çok üzüntü verici bizim için. Diğer yakınlarımı bilemem ama bu dilsizlik beni hep çok üzmüştür.”
“Namuslu, ağırbaşlı bir insandı. Parasını alın teriyle kazandı; boğazından tek haram lokma geçirmedi o kısacık ömründe. Bir Ahmet vardı, Gözükara’ydı, Elbistanlıydı, 1 Mayıs’ta öldü.”
Ahmet Gözükara, daha önce hikâyesi hiçbir yerde yayımlanmayan 1 Mayıs 77 kayıplarından biri. O gün Taksim’de yaşamını yitiren diğer öğretmenler gibi TÖB-DER’liydi.
1972 yılında Maraş’tan İstanbul’a tayinle gelen Ahmet Gözükara, Sultanahmet Ticaret Lisesi’nde öğretmendi. Taksim’de hayatını kaybettiğinde henüz 33 yaşındaydı.
Ailesinin ilk ve en genç kaybı.
Hakkında bugüne dek bilinenler ise Sultanahmet Ticaret Lisesi’nde öğretmenlik yaptığı ve TÖB-DER’li oluşuydu.
Ne ailesinden biri konuşmuş ne de yakınlarından, arkadaşlarından biri.
Yeğeni Sema Gözükara’ya ulaşmam son derece zorlu yollardan olsa da, görüşme teklifimi ve amcasını anlatmayı kabul etti.
Sema Gözükara’ya ulaşmadan önce ise amcasını her sene farklı şekillerde andığına tanıklık ettim.
Ona ulaşmak için çabalamaktaki bir motivasyonum da bu oldu.
Amcasını unutmamış, her yıl gururla anmıştı Sema Hanım.
Çok sevdiği, her zaman andığı amcasının hikâyesini duyurmak için elinden geldiğince yardımcı olacağını söyledi bana.
Sema Gözükara’yla, Ahmet Gözükara’yı, onun kaybıyla birlikte büyük ailedeki herkesin yaşamlarının nasıl değiştiğini, ona hayli düşkün büyük ağabeyi Ali Kemal Gözükara’nın bu kaybı nasıl yaşadığını ve nicesini konuştuk.
Sema Gözükara anlatıyor
Bugüne dek amcamın hikâyesi hiçbir yerde yayımlanmadı.
Kimse öğrenemedi yaşam öyküsünü; bu çok üzüntü verici bizim için. Diğer yakınlarımı bilemem ama bu dilsizlik beni hep çok üzmüştür.
‘İşkence Müzesi’ ilk kez Ankara’da açıldığında müzeyi gezerken 1 Mayıs 1977’de katledilen onca insanın arasında amcamın bir fotoğraflık bile yerinin olmaması vicdanımı kanatmıştı. Bu sarsıcı bir duyguydu.
Eve geldim, amcamın içinde olduğu bir fotoğrafta teknolojinin imkânlarıyla sadece onu büyüttürüp çerçeveletmiş ve müzeye teslim etmiştim. Müzedekiler hiçbir bilgiye ulaşamadıkları Ahmet Gözükara’ya ait bir iz bulmaktan çok memnun olmuşlardı.
Amcam övünülecek, gurur duyulacak iyi bir insandı. Hikâyesini, hayatını, karakterini herkesin bilmesini çok isterim.
Biz Elbistanlıyız. Doğu’da sayılmaz ama Doğu sınırına yakındır Elbistan. Oradaki aile ilişkileri genellikle iç içe geçmiş, geniş aile formundadır.
İmrenilecek bir ilişki
Gözükaralar denildiğinde Elbistan’da herkes bilir. Böyle bir aile yapısına sahip olduğumuz için amcalarımız hayatımızda hep var oldu. Akrabalarla yakın ilişki ben dokuz yaşındayken Elbistan’dan ayrılmak zorunda kalıncaya kadar sürdü, gitti.
Amcam Elbistan Ortaokulu’nda öğretmendi. Babamın da öğrencisiydi aynı zamanda. Babam kardeşleri arasında özellikle Ahmet amcama çok düşkündü, amcam da ona.
Sekiz kardeşlerdi ama Ahmet amcamın yeri ayrıydı babamın gözünde.
İkisinin arasında sevgi ve saygı temelinde imrenilecek bir ilişki vardı. Kimi yaz aylarında Ankara’ya bize geldiklerinde babamla olan sohbetlerini dinlerdim bazen.
Babama inanılmaz bir saygısı vardı amcamın. Anneniz, babanız kimi severse siz de en çok onu seversiniz ya hani, biz de hem babam amcamı ayrı sevdiği için hem de o bize karşı çok sevecen, sahiplenici yaklaştığı için olsa gerek onu çok seviyorduk
Ülkenin korkutucu gidişatından, kapitalizmin vahşiliğinden, baskılardan küçük ama endişeli seslerle konuştuklarını hatırlıyorum.70’li yıllar, despotizmin hızla yükseldiği yıllardı.
Babam Köy Enstitülü bir öğretmen olduğu için ailesine de “dinsiz komünist” derlerdi ama aslında onlar da babam Ali Kemal Gözükara gibi sadece inançlarını kendi içlerinde yaşarlardı.
Amcam hatıralarımda hep iyi yer etmiştir benim. Bir defa çok sevecen bir insandı, ilkeli, hakkaniyetli ve insan odaklı, iyi bir insan, çok iyi bir öğretmendi. Onu kaybettiğimizde 33 yaşındaydı. Çok gençti.
Mahzuni Şerif
1967 yılıydı sanırım, Elbistan’da bir gün Mahzuni Şerif konseri vardı. Mahzuni, bilindiği gibi Alevi bir ozan. Elbistan çevresinden gelen gericiler konseri basmışlar. Mahzuni Şerif’in yanındakiler de onu oradan kaçırmış bir şekilde.
Biz o zaman şehrin dışında bir mahalle olan Bahçelievler’de oturuyoruz. Birkaç kapıyı çalmışlar ama kimse olmadığı için mi, korktukları için mi bilmiyorum kimse kapısını açmamış. Bizim eve geldiler sonra, evde annem vardı.
Annem de çok gözükara bir kadın. Kapıyı açıyor, onları evin misafir odasında saklıyor. Sonra annem, ablamı Elbistan merkeze babam ve amcamı olaydan haberdar etmek için gönderiyor.
Babam ve amcamın bir ciple gelip, Mahzuni Şerif’i arabaya bindirip köyüne gönderdiklerini ve beyaz pardösüsü ile amcamı hatırlıyorum. Hiç korkmuş gibi değillerdi.
Oysa o güruh, Alevi olmasak bile ‘komünist’ diye bilindiğimiz için hepimizi katledebilirdi. Annemin, amcamın cesur duruşlarını çok iyi hatırlıyorum.
Hırs gibi ilkel duyguları olmayan, parayı amaç değil araç olarak gören bir kişiliği vardı amcamın. Namuslu, ağırbaşlı bir insandı. Parasını alınteriyle kazandı, boğazından tek haram lokma geçirmedi o kısacık ömründe. O yüzden çocuklarına babalarından kalan en büyük mirasıdır bu onurlu isim.
Cumhuriyet okuru
Çok iyi bir Cumhuriyet Gazetesi okuruydu. Bunu iyi hatırlıyorum çünkü reklamlarına kadar inceler, yorumlar yapar, bize de mutlaka dinletirdi.
İdealistti amcam, geniş ailenin diğer üyeleri gibi hep vatanı için bir şeyler yapmaya çabalardı. Elbistan’a ilk kooperatifi getirenlerden biriydi ayrıca. Babam Ali Kemal Gözükara daha önce bahsettiğim gibi köy enstitülü bir öğretmendi.
Bir gün şehirdeki gericiler, öğretmenler lokaline saldırarak komaya sokmuşlardı babamı. Ben küçüktüm daha ama belleğimde çok derin yer etti bu olay.
Orada amcamın babamın ellerini sıkarak, "Sen bu insanlar için kendini feda ettin ama bak onlar sana ne yaptı?" diye öfkelendiğini hatırlıyorum. Ama bu öfkesini hiçbir zaman kine dönüştürmedi. Olaylara mantık ölçüsünde yaklaşmaya, düşmanına bile çiçek vermeye çalıştı hep.
Sürekli tayinler
Gözükaralar Alevi değillerse de onların hak mücadelelerine destek verirlerdi. Bir de komünistlik gerekçesi eklendi mi öğretmen ağırlıklı ailemizde herkesin tayini sürekli başka yerlere çıkıyordu. Babamın o komalık olduğu olaydan sonra bile suçlular değil babam ceza almış ve karşılık olarak Maraş’a sürülmüştü örneğin.
Amcamın da biz Maraş’a sürülmeden önce, Maraş’a tayini çıkmıştı. Orada iki sene kaldılar. Amcamın ilk çocuğu burada dünyaya geldi. Kızının doğumundan iki yıl sonra İstanbul’a Sultanahmet Ticaret Lisesi’ne tayin oldu. 1972 yılında oraya gittiler ama ne yazık ki, İstanbul’da beş senelik bir ömrü olabildi sadece.
Babam emekli olmuştu, amcam bizim de İstanbul’a gelmemizi istiyordu. Hatta babam emekli ikramiyesini göndermişti ona. Amcam her şeye önayak oluyordu.
Bütün eşyalarımız hazırdı, 1977’de biz de İstanbul’a yerleşecektik. Amcamın ölümünden sonra bu da olmadı tabii ki. Hayatlarımız bambaşka yönlere evrildi.
İstanbul’da diğer kızı ve oğlu dünyaya geldi. Üç çocuğu vardı. Oğlu henüz 9 aylıktı sanırım. Amcam öldükten sonra çocuklarıyla olan bağımız tümden koptu.
"Çok sayıda ölen var"
1 Mayıs 1977’de de ağabeyim, halamın çocukları, hep beraber toplanıp Ankara’dan İstanbul’a gitmişlerdi 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları için. Amcam hem onları kontrol etmek, onlara sahip çıkmak için –çünkü havadaki pis kokuyu almıştı– hem de bir emekçi olarak olağan bir şekilde Taksim’deki yerini almıştı.
Coşkuyla gitmişlerdi o gün.
1 Mayıs 1977 akşamı haberleri izliyorduk, –hiç unutmuyorum, yemek yiyorduk. o bile belleğimde– “1 Mayıs eyleminde çok sayıda ölen var,” diye bir haber geçti. O zamanlar haber müziği insanı son derece rahatsız eden bir çan sesiyle başlardı.
Siyasi olaylar çoktu, her gün insanlar ölüyordu ve o müzik artık bizim için travmatik bir sese dönüşmüştü. Yine de “Çok sayıda ölen var,” denildiği zaman amcam aklımıza gelmedi asla.
"Eyvah, kardeşim gitti.."
Haberlerde ölenlerin ismi sayılırken amcamın ismini de okudular; cebindeki ehliyetinden dolayı, şoför olarak geçiyorlardı. İlk olarak ehliyeti bulunmuş çünkü amcamın.
Amcam değil, isim benzerliği diye düşünmüştük biz de ya da öyle olmasını ummuştuk. Ateş düştüğü yeri yakıyor çünkü, isim benzerliği olsun istiyorsunuz o an. O kendini korur dedik. Onunla beraber o gün orada olan ağabeyime, kuzenlerimize odaklandık.
Sabah ağabeyim bir telefon bulmuş ve halamları arayarak “Ben iyiyim’,” demiş. Eve geldiğinde ise “Otobüste amcamın öldüğünü söylediler,” dedi bize. Sonra ne yazık ki gerçekten amcamın ölüm haberini aldık.
Babam, “Eyvah, kardeşim gitti, çocuklar yetim kaldı,” deyip dizlerine vurmaya başladı. Babamın o zamanlar çektiği acıyı hatırlıyorum da asla yeniden hayata karışamayacak gibiydi. Ama zaman çok acımasız. Unutturamayacağı hiçbir acı yok.
"Oğlum buralara bastı"
Haberin ardından bizimkiler İstanbul’a gitti cenaze için. Bu çok acı bir an. Dedem. Kurtuluş Savaşı gazisi. “Benim gazi madalyam var, oğlumun cenazesini gösterin bana,” diye yalvarmış morgun kapısına kadar gidip.
İstanbul, Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnettiler. Cenazeden sonra babaannemle dedem bizde yaşadılar kısa bir süre. Hatırlıyorum da babaannem merdiven basamaklarını öpüyordu, “Benim oğlum buralara bastı,” diye.
Öğrencisinden
Ankara’da yaşayan eski bir öğrencisi bize şöyle bir anısını anlatmıştı. Amcam bir gün derste bir problem çözüyor. Öğrencisi diyor ki “Hocam sizin çözümünüz bana göre yanlış.” Onu tahtaya çağırıyor, “Gel bakalım sen doğrusunu yap,” diyor.
Öğrencisi amcamın büyük bir tepki vereceğini, kendisini türlü şekillerde itham edeceğini düşünürken amcam diyor ki, “Teneffüste gel, beni gör.” Öğrencisi yanına gidiyor.
Amcam “Sen eğer okursan muhteşem işlere imza atabilecek bir öğrencisin. Üniversiteyi mutlaka okumalısın,” diyor. Öğrencisinin gözleri doluyor. Yani böyle demokrat, adaletli, insana değer veren bir karaktere sahipti.
Unutulmadı
Ben tabii ki daha fazla tanımak isterdim çok sevdiğim Ahmet amcamı. Dört amcam vardı ama onun yeri ayrıydı. Çok özeldi. Düşünsenize, gözünüzü açıyorsunuz, babanızın dilinden düşürmediği, sürekli naifliğinden bahsedilen, size karşı son derece sevecen bir amca var karşınızda.
Amcam öldüğünde günlerce kendime gelemedim. 17 yaşımdaydım o zaman. En çok da çocukları için onların yetimliği ile ilgili gözyaşı dökmüştü sevenleri.
Duyduğum kadarıyla çocukları en küçük amcam sayesinde hiçbir maddi sorun yaşamamışlar, en güzel okullarda okutulmuşlar babalarından sonra.
Acıların üstünden zaman geçti, yaralar kapandı ama hiçbir şey unutulmadı aslında. Amcamı her zaman göğsümüzde bir gurur nişanesi olarak taşıdık.
Onu her zaman sevgiyle, bize karşı şefkatli yaklaşımıyla hatırlarım. Tam 43 yıldır her gece mistik duygular içerisinde onu hep anıyorum. Öyle bir yakın olma isteğim var hâlâ ona.
Umarım böylelikle hikâyesi biraz olsun bilinir.
Bir Ahmet vardı, Gözükara’ydı, Elbistanlı’ydı, 1 Mayıs’ta öldü.
(TY/APA/YK)
Bu metin Etkiniz AB Programı kapsamında Avrupa Birliği finansal desteği ile üretilmiştir. Bu yayının içeriğinden yalnızca "İPS İletişim Vakfı" sorumludur ve hiçbir şekilde Avrupa Birliği'nin görüşlerini yansıtmamaktadır. |
TIKLAYIN - bianet'ten 1 Mayıs 77 Kayıplarının Yakınlarına Çağrı: Bizi Arayın
|
1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/Tuğçe Yılmaz
Sinema Emekçisi Rasim Elmas 41 Yaşında Taksim'de Öldü
İnşaat İşçisi Bayram Eyi 50 Yaşında Taksim'de
Öğretmen Bayram Çıtak 37 Yaşında Taksim'de Öldü
Liseli Jale Yeşilnil 17 Yaşında Taksim’de Öldü
Öğretmen Kenan Çatak 31 Yaşında Taksim'de Öldü
Öğretmen Ahmet Gözükara 33 yaşında Taksim’de öldü
Öğretmen Hikmet Özkürkçü 39 yaşında Taksim’de öldü
Öğrenci-işçi Niyazi Darı 24 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Nazan Ünaldı 19 yaşında Taksim’de öldü
Öğretmen Ömer Narman 31 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Ali Sidal 18 yaşında Taksim’de öldü
Hemşire Kıymet Kocamış 25 yaşında Taksim’de öldü
Tezgâhtar Kadir Balcı 35 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Hacer İpek Saman 24 yaşında Taksim'de öldü
İşçi Kahraman Alsancak 29 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Hüseyin Kırkın 23 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Ercüment Gürkut 26 yaşında Taksim’de öldü
Polis Nazmi Arı 26 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Mahmut Atilla Özbelen 26 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Hasan Yıldırım 31 Yaşında Taksim’de Öldü
Seyyar Satıcı Hamdi Toka 35 yaşında Taksim’de öldü
Bekçi Mehmet Ali Genç 60 Yaşında Taksim’de Öldü
İşçi Ziya Baki 30 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Mürtezim Oltulu 42 yaşında Taksim’de öldü
Öğretmen Mustafa Elmas 33 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Sibel Açıkalın 18 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Diran Nigiz 34 yaşında Taksim’de öldü
1 Mayıs 1977 & Cezasızlık
Fehmi Işıklar: 1 Mayıs'77 12 Eylül için bir hazırlıktı
Kani Beko: “Katilleri bulamazsanız, şaibeyi ortadan kaldıramazsınız”
Süleyman Çelebi: "1 Mayıs 1977 Katliamı yapanların yanına kâr kaldı”
Emel Ataktürk: Haysiyet meselesi olarak hatırlamak ve cezasızlıkla mücadele
Nejla Kurul: Gerçekler neden ve kimlerce gizleniyor?
Tuğçe Yılmaz: 43 yıl önceki katliamın izini sürmek
Arzu Çerkezoğlu: Unutmamak, unutturmamak yaşamsal bir mücadele alanı
Tuğçe Yılmaz: Yargılanamayan 1 Mayıs 1977’nin mahkeme yılları