tarih vakfı 3 nisan'da "azınlık okullarının temel sorunları ve yeni özel öğretim kurumları yönetmeliği'nin getir(me)dikleri" başlığıyla bir basın toplantısı düzenledi. toplantının bianet'te yayınlanan haberinde de göreceğiniz gibi, başlıktan da anlaşılabileceği üzere azınlık okullarının sorunlarından söz edildi.
ülkemizde ne yazık ki "bazı" tc vatandaşları (her ne demekse) "resmi olarak" azınlık sayılıyor. bu yüzden "azınlık" olmak bu ülkede "sayıca az olmanın" ötesinde anlamlar taşıyor.
yine bu ülkede pek çok "sayıca az grubun" yaşadığı ve maruz kaldığı pek çok sorun var. her gün iliklerimize kadar yaşıyoruz bunları.
dahası o sayıca az grupların toplam sayısını düşündüğümüzde "azınlık" olmayanların aslında sayıca daha az olduğu da açık. ama kendisini çoğunluğa dahil etme ve çoğunluğun içinde görme, aslında sayıca az olan pek çok grubun temel eğilimi ya da tutumu.
batılıların sıkça dediği gibi "garip"likler bu ülkenin başat özellikleri arasında.
devletin kuruluş yasası ve anlaşmasında da açıkça tanımlanarak "azınlık" olduğu "resmi olarak" tescil edilenlerin sayıları cumhuriyet ilan edildiğinden bu yana şu ya da bu yolla sürekli azal(tıl)ıyor. bu grupta yer alan tc vatandaşları temel insan haklarına ve ayrımcılık yasağına aykırı şekilde "negatif" anlamda tutum ve davranışlarla, somut bazı uygulamalara maruz kalıyorlar. konunun en önemli ve çarpıcı boyutunu ise bu tutum ve davranışların "kişiden kişiye" değil, "devlet nezdinde" ve "devlet tarafından" uygulanması oluşturuyor.
"la-ha-sü-mü-t" olmak, olmamak
ayrım yapılırken kullanılan kritik ölçü de sevgili baskın oran hocanın deyimiyle "la-ha-sü-mü-t" (laik olmak şartıyla hanefi, sünni, müslüman, türk) olmamak. böyle olanların adları ise amerika'da olduğu gibi "beyaz türk".
bu grupta olmayanların, sayılan bu özellikleri taşımamalarının ötesinde, mevcut durumları itibariyle aslında belki de "pozitif ayrımcılık" yapılması gereken yanları, yoksunlukları ve maruz kaldıkları eşitsizlikler var.
yaşananların çoğu evrensel ölçeklerle bakıldığında "ayrımcılık yasağı ihlâli" boyutuna varan uygulamalar. üstelik bu neredeyse tüm cumhuriyet tarihi boyunca da hep böyle olmuş.
bunlar birer iddia ya da anti-propagandif sözler değil. bu saptamalara karşılık "başka ülkelerde yaşayan türkler de benzer davranışlara maruzlar" gerekçesi de kanımca kabul edilemez. çünkü adları azınlık da olsa onlar bu coğrafyanın asli unsurları, burada doğmuşlar ve buralılar. taşıdıkları kimlik kartlarında da "yabancı" değil, "tc vatandaşı" oldukları yazılı.
ayrıca onların yaşadıkları olumsuzlukların kayıtları devletin resmi mevzuatı, çeşitli uygulamaları ve hukuk mekanizmasının kararları içinde yer alıyor ve başta üst düzey devlet sorumluları olmak üzere somut pek çok kişi ve kesim tarafından biliniyor.
onlar bu maruz kaldıkları "ayrımcı" tutumlar nedeniyle haklarını aramıyorlar, bağırıp çağırmak, sokağa dökülmek gibi alışkanlıkları da yok. kendi aralarında bile bunları nadiren seslendirdikleri biliniyor.
sevgili hrant dink'in son derece ılımlı ve yumuşak bir şekilde sadece mevcut durumu anlatmaya yönelik çabalarının sonuçlarını hep birlikte gördük yaşadık.
ama onun açtığı yolda, özellikle insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygılı ve demokrat bir kesim "beyaz türk"ün de çabalarıyla bunlar daha sık konuşulur, tartışılır oldu.
tarih vakfı gibi bazı kurumlar bu konudaki düzenli, sürekli, tutarlı, içten ve açık çabalarıyla gerçeklerin ortaya konulmasında çok değerli çabalar sürdürüyor.
gerçekler ve gösterilenler
söz ettiğim toplantı sırasında yine çok fazla insanın muhtemelen bilmediği gerçekler ortaya konuldu. üstelik son dönemde özellikle medyanın "özel" çabalarıyla tüm bunlar yokmuş ya da olmamış da, tersi söz konusuymuş gibi yayınlar yapılırken bu gerçekler bir kez daha dile getirildi.
üstelik bunlar "osmanlı" zamanında olanların aynısını yapacağını ilan eden bir hükümetin iktidar olduğu sırada ve o iktidarın seçmenlerine verdiği söz uyarınca "4+4+4" yasasını mecliste kabul edildiği sırada yaşanıyor. onların "tersine" yaptıklarıyla, yapar görünüp aslında dişe dokunur bir şey yapmadıklarını ortaya koymak, sadece bu gerçeklik düzeyinde olsa bile hepimizin görevi.
"milli" eğitim bakanlığı "özel öğretim kurumları yönetmeliği'nde son dönemde bazı değişiklikler yapıldı. 20 Mart 2012 atrihli 28239 Sayılı Resmi Gazete'de de bu değişiklikler yayımlandı. ana akım medya bu değişikliği "MEB'den azınlıklara okul hakkı", "TC vatandaşı olmayanlara azınlık okullarında eğitim hakkı", "MEB'den azınlık açılımı", "Bu okullarda yalnız kendi azınlığına mensup TC vatandaşlarının çocukları okuyabilir ifadesi kaldırıldı" vb. başlık ve haberlerle sundu.
iktidarın pek çok konuda olduğu gibi azınlık okullarının sorunlarına çözüm getirildiği algısını yaymak amaçlanmıştı. kısmen de başarılı oldu. oysa basın açıklamasında açıkça ifade edildiği gibi "azınlık okullarının yaşadıkları sorunlar hâlâ olduğu gibi duruyor."
toplantıyı izledim. basın açıklamasının içerdiği doğru mesajı da algıladım.ama onların ötesinde orada doğrudan dile getirilmeyen gerçekler vardı onların daha da önemli, acı verici ve büyük hak ihlâlleri olduğunun farkına vardım.
eğitim ve öğrenim hakkı
kürtlerin ana dilde eğitim konusundaki "haklı" taleplerinin ötesinde; "la-ha-sü-mü-t" olanların dışındaki diğer kesimlerin çocuklarının ana dillerinde "öğrenme ve eğitim" hakları da ne yazık ki yok.
onlar pek çok konuda olduğu gibi "la-ha-sü-mü-t" olanlarla hem hiç bir zaman eşit olmadılar, hem de ileriye yönelik olarak fırsat eşitliğine sahip değiller.
anlaşılan o ki bu ülkede "azınlık" statüsüne sahip ermeni, rum ve museviler eğer varlıklı değillerse, okul çağına gelen çocukları için bir seçim yapmak zorundalar. onlar çocuklarını ya "beyaz türkler"in okullarına yollayacaklar ve orada "gizli azınlık" olmayı kabullenecekler; ya da çocuklarını "azınlık okullarına" yollayacaklar ve yaşamları boyu sürecek şekilde "tescilli resmi azınlık" olacaklar.
ilk grupta yer alanların eğitim süreçleri sonraki eğitim olanakları bakımından birbirine benzer gibi görünse de ikinci grup için böyle bir şans daha baştan ortadan kalkmış durumda.
toplantıda bu konuda sorduğum soruya aldığım yanıt azınlık okullarını yeğleyen ve yeğlemeyen ermeni, rum, musevi çocuklarının sayılarının neredeyse eşit olduğu yolundaydı. (öğrenim çağındaki altı bin çocuğun yarısına yakını "azınlık okulları"nda eğitim görüyor). başka biçimde söylersek bu çocukların yarısı "beyaz türkler"in çocuklarıyla birlikte eğitim almaktalar. ("ne olmuş ki kürtlerin tümü böyle" diyenler olabilir. ama o okullarda sıklıkla sadece "kürt çocukları" olduğu için, devletin öğretmenler ve okul yönetimlerinin tutumları dışında bir ayrımcı davranışla karşılaştıkları söylenemez.)
azınlık okullarında öğretmenlerin sayıca ve nitelikçe yeterliliği dışında, eğitimin içeriği, sunuluşu ve eğitimle ilgili kitap, araç gereç ve materyalleri ile ilgili sorunlar da var.
böylesi bir eğitimin sonucundan memnun ve hoşnut olmayan ailelerin, sadece bu nedenle bile çocuklarının geleceklerini düşünerek kendi özlerini ve özgünlüklerini geri planda tutma durumuyla karşı karşıya oldukları anlaşılıyor.
bir toplumda bundan daha büyük bir "ayrımcılık", dolayısıyla insan hakkı ihlâli söz konusu olamaz bence!
eğitimin içeriği ve uygulama
diyarbakır cezaevinde 12 eylül sonrası yaşanan vahşetin nedeni, bugün sözle de olsa yanlışlığı ve insan haklarına aykırılığı kabul edilen "kürtlüğün inkârı" değil miydi!
şimdi yapılan ondan ne kadar farklı? bu bir insan hakkı ihlâlidir, çünkü bu çatışmayı ve ayrımcılığı kişinin kendi şahsında yaşaması ve kabulü dayatılmaktadır.
o okulların müfredatlarına dair sorularıma aldığım yanıt da en azından aynı ölçüde vahimdi. basın açıklamasında da söylendi:
"1955 yılında kabul edilen 6581 Sayılı Azınlık Okulları Türkçe ve Türkçe Kültür Dersleri Öğretmenleri Hakkında Kanun hükümlerine göre Türkçe ve Türkçe Kültür dersleri olarak anılan Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih, Coğrafya, İnkılap Tarihi, Milli Güvenlik ve Sosyoloji derslerinin öğretmenleri MEB tarafından atanır ve maaşları MEB tarafından ödenir."
çocuklar ana dillerinde yalnızca matematik, fizik, biyoloji gibi dersleri görebilmektedir.
bu dersleri kendi dillerinde öğretebilecek yeterli öğretmen olmadığı için (bu ülkede böyle bir formasyonun öğretmenlere verilmesi söz konusu değildir; dolayısıyla bu noktada da bir eşitsizliğin ötesinde bir "ayrımcılık" söz konusudur), bu dersler de o çocukların kendi dillerinde yapılamamaktadır. bu noktada çok başarılı olunsa da eğitimin sonraki kademeleri için yapılan sınavlarda bu dillerde bir sınav yapılması söz konusu değildir. bu da yine eşitsizliği sonuç anlamda ortaya çıkaran ve fırsat eşitsizliğine dönüşen bir başka hak ihlâlidir. böyle bir gerçekliğin söz konusu olduğu durumda ailenin çocuğuna kendi "azınlık okulu"nda öğrenim görmeyi önermesi yalnız güç değil, olanaksızdır da!
aslını reddeden kimdendir acaba?
belirtildiği gibi azınlık okullarında sosyal derslerin tümü türkçe olarak ve türk öğretmenler tarafından öğretilmektedir. kuşkusuz bu derslerin içeriği de türklere göre ve türkler açısından şekillendirilmektedir.
bu bağlamda örneğin rum çocuklarına kurtuluş savaşında türklere karşı savaşan "hain rumlar" anlatılmaktadır. bu coğrafyanın yerli ve asıl yurttaşı olan insanlara üzerinde yaşadıkları, kendileri ad verdikleri coğrafya kendileri orada hiç olmamış gibi öğretilmektedir.
bunların ufacık bir çocuğun zihninde, düşünce ve duygu dünyasında yol açacağı travma ve bunun sonuçları da aslında büyük bir çocuk (insan) hakları ihlâlidir.
"beyaz türkler"den herhangi birisinin bırakın bu durumun benzerini yaşamayı, bir yabancı kökenli bir yabancı dil öğretmeninin yaptığı bir benzetme ya da kullandığı bir söz nedeniyle ortaya çıkabilecek olumsuzlukları herkes kendisi görebilir ve söyleyebilir.
bu okullarda müfredat içinde de olsa, o çocukların kendi anadillerinde ama bir başka ülkede basılmış bir eğitim materyalinin, "mütekabiliyet" ilkesi nedeniyle ve "mevzuat" gereğince bu okullarda kullanılamaması "öğrenme ve bilgi alma hakkı"nın açıkça ve devlet eliyle, üstelik de kendi öz vatandaşına uyguladığı bir ayrımcılık örneği değil midir?
kısacası bu ülkede resmi olarak azınlık statüsünde sayılan azınlık çocuklarına öğrenmeleri gerekenlerin hiç biri onlara "resmi" olarak öğretilmemekte, dahası "inkâr edilmekte", veya tam tersi öğretilmektedir. bu örnekler ve benzerleri pek çok sorunun ayrıntısına değinemese de yapılan basın açıklaması yaşanılan gerçekleri ortaya koyuyor.
okulların sayısal değişimi
açıklamada okullarla ilgili sayısal verilerin değişimi şöyle sunuldu.
"20. Yüzyıla kadar Anadolu'da binlerce azınlık okulu vardı, bugün sadece 22'si hayatta
Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü'nün verilerine göre 1894 yılında, tüm İmparatorluk bünyesinde kapsamlı bir özerklikten yararlanan 6.437 gayrimüslim okulu bulunmaktaydı. Bunlar arasında Rumlara, Gregoryen Ermenilere, Ermeni Katoliklere, Musevilere, Bulgarlara, Sırplara, Ulahlara, Katoliklere, Bulgar Katoliklere, Ermeni Protestanlara,Rum Katoliklere, Süryanilere, Keldanilere, Süryani Katoliklere, Keldani Katoliklere, Marunilere, Samirilere ve Yakubilere ait okullar bulunmaktaydı. Sadece İstanbul'da Rum, Ermeni, Ermeni Katolik, Musevi ve Bulgarlara ait 302 okul bulunmaktaydı ve bu okullarda toplam 29.850 öğrenci okumaktaydı.
Ermeni Patrikhanesi'nin 1901 yılında hazırladığı çizelgeye göre ise aynı yıl Anadolu'da 818 Gregoryen Ermeni okulu bulunmaktaydı ki bu sayı sadece semt okullarını kapsamakta; Katolik ve Protestan Ermeni okullarını, merkezi ve yüksek okullar ile özel okulları kapsamamaktaydı.
1913-1914 öğretim yılında ise vilayet ve livalardaki (bağımsız sancaklardaki) özel iptidailerde (ilkokul) cemaatlere ait okul sayısı 2.596'ydı ve bunların dağılımı şöyleydi: 1.245 Rum okulu, 1.084 Ermeni okulu, 131 Musevi okulu, 6 Bulgar okulu, 1 Keldani okulu, 29 Süryani okulu, 35 Maruni okulu, 2 Protestan okulu, 46 Katolik okulu, 1 Samiri okulu bulunuyor. 1924-1925 öğretim yılında dahi ülkede 138 azınlık okulu varken, bugün Türkiye'de tamamı İstanbul'da olmak üzere sadece 16 Ermeni okulu, 5 Rum okulu ve 1 Musevi okulu bulunmakta ve bu okullarda toplam 3.070 dolayında Ermeni, 210 Rum ve 580 Musevi öğrenci okumaktadır."
bu somut değişim bile bize durumun ciddiyetini göstermektedir.
hakkın gereğini yerine getirmemek
öğrenme ve eğitim hakkı evrensel insan haklarının tanıdığı önemli haklar arasındadır.
bu hakkın gerekleri toplumun tümünün ortak çabasıyla ve onlara hizmetler yükümlü devlet organlarınca yerine getirilir.
eğitim ve öğrenim konusunda seçme hakkı bireylere aittir.
devletler toplumun ortak kaynaklarından bu seçim doğrultusunda gerekli koşul ve olanakları, herkese eşit olarak sağlamak durumundadır.
devlet bu hakkın gereğini, onu bireysel ve grup olarak yerine getiremeyenleri önceleyerek sağlamak zorundadır. bu noktada eşitliği bozan her tutum ayrımcılık anlamına gelir.
"1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulmasından sonra sadece Ermeni, Rum ve Musevilerin kendi dilerinde eğitim veren kurumlarını yönetme hakları korundu. Lozan Antlaşması'nın 40. ve 41. maddeleri ile varlıkları güvenceye alınan azınlık okulları pek çok bürokratik sınırlama ve dış siyasete bağlı olarak sürekli değişen haksız uygulamalara maruz bırakıldı."
Bu gerçeklik eğer eğitim ve öğrenimi bir hak olarak kabul ediyorsak, bu ülkede "insan hakları ihlâlleri" resmi olarak sürdüğünü gösteriyor.
temel insan haklarını ihlâl eden yönetimlerin, yönetme konumlarını sürdüremediklerini hep birlikte izliyoruz. onun için de yapılanlar kadar yapılmayanlar önem taşımaktadır.(ms/hk)