Yurt: Yarı açık cezaevi
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumunun yurtları; yükseköğrenim görmeye hak kazanan genç kadınların, kadınlık rollerini kusursuzca yerine getirmelerini sağlayabilmek üzere üniversite öğrenimi boyunca gözetim ve kontrol altında tutulduğu yarı açık cezaeviydi benim için. Neden mi? En baştan başlayayım.
Üniversiteyi kazandığım yılın Eylül ayında, tek öğretmen maaşıyla hayatta kalmaya çalışan bir ailenin aynı dönemde üniversitede okuyan ikinci çocuğu olmama rağmen uzun bir misafir öğrencilik sürecinden sonra tam da evsiz kalacakken kredi yurtlarda kalmaya hak kazanabildim. 17 yıldır bir günümü bile ayrı geçirmediğim annem ve babamdan ayrılalı 8 saat olmamıştı ki kendimi Ankara'nın kiremit çatılı evlerinin arasında buluverdim.
Kendimce yeni bir macera kapısı açılmıştı. Ben de koşa koşa içeriye girmiştim. Kredi yurtlara ise ilk adımımı, bölümüme kaydımı yaptırdıktan hemen sonra, o koca gökdelen gibi binaya girerek attım. Elimde koca iki valiz, bir görevlinin gelip bana kalacağım odayı göstermesini bekliyorum son derece naif duygularla. Bekle bekle, her yer insan dolu ama yüzüme bakan yok. Soru soruyorum cevaplayan yok. En nihayetinde öyle her kapıdan girenin alınmadığını, gerekli işlemler için Kredi ve Yurtlar Kurumu'na gitmem gerektiğini biri söyleyiverdi de valizimi hiçbir mesuliyet kabul etmemek kaydıyla kabul eden yurt görevlilerinin önüne bırakıp yollara düştüm.
Neyse ki Ankara düzenli bir şehir, belli başlı caddeleri var, şanslıydım; sora sora Bağdat bulunur hesabıyla Kredi Yurtların önüne kadar ulaştım. Kurumun ön duvarına iliştirilmiş onlarca listeyi tek tek taradım ama adımı bulamadım ve o anda yurt hakkını kazanamadığımı anladım. Ne olacaktı şimdi? Eve de geri dönemezdim. Niye bunu bana kimse söylememişti? Nasıl okuyacaktım kalacak yerim olmadan? Neyse, dışarıda benimle aynı durumdaki öğrenci kalabalığına yapılan duyuruyla öğrendim ki bir süre misafir öğrenci olarak yurtlarda kalabilecektim ama önce valizimi almalıydım. O günün en sevindirici olayı, yurda geri döndüğümde, valizlerimi, bıraktığım yerde bulmak olmuştu. Misafir öğrenci olmak da kolay değildi onu da kazanmam gerekiyordu, dolayısıyla bir sonraki istikametim tek ve son umudum olan amcamın oğlunun kaldığı öğrenci evi oldu.
Evde kaldığım 10 gün ve 1 aylık misafir öğrenciliğimden sonra YURTKUR bünyesinde kalıcı üyeliğe terfi edebildim. Ama ne terfi! 3 ranza, 6 uzun, dar yan yana dolap, bir küçük masa ve bir sandalye, pencere camı, omuzlarıma kadar yükselen duvarın üstünde yer alan, 9. Katta, en köşede, bir odaya tıkılmış. Ama ben şanslıyım hem koltuğum hem de çalışma mekanım olan yatağım üst katta, otururken dışarıyı görebiliyorum. Bilemiyorum ki nereden, hangisinden başlasam yurtta kaldığım süreçte yaşadığım sorunlara?
Kadın öğrencileri hiçleştiren bir düzen
O çok edepli toplumun ahlak kurallarına uygun yönetilen, arabamızı hafta içi her akşam 21:00'de balkabağına dönüştürmekle korkutup bizi içeri tıkan yurdun, belirli saatlerde sıcak suyu olan banyosuna gidebilmek için 9. kattan en alt kata, bornozla ve bir tasın içinde banyo malzemeleri ile erkeklerin çalıştığı kuaförün, internet kafesinin, kantininin önünden geçmek zorunda olduğumuzdan mı başlasam? Yoksa ilk yılımda karşı blokta ve karşı odamda kalan kadın arkadaşın kendini pencereden aşağıya atıvermesinden sonra tüm yurda yayın yapan hoparlörlerden yükselen, kulaklarımızı sağır edecek düzeydeki klasik müzikle rehabilitasyon edilişimizden mi başlasam? O kadar sıkıntılı bir öğrencilik dönemi geçirdim ki yaşadığım hangi bir sorunu dile getireyim bilemiyorum.
İlk yılımda, daha Kasım ayına girmemişken odamızı bileklerimize kadar su bastığında, hafta sonu nedeniyle hiçbir şey yapmayan bizi öylece o odada bırakan yurt müdiresinin kayıtsızlığını unutmam mümkün değil. Hafta sonu geçtikten sonra da epey uzun bir süre bu sorunu çözmeyen, çözemeyen (?) ve bizi 1 ay kaloriferi de yanmayan tüm duvarları küflenmiş odada montlarımızla yatıran görev bilincini unutmam mümkün değil. Onlarca veya yüzlerce kadın için sadece 40, 50 kişinin oturabileceği çok sessiz (?) çalışma salonlarında nasıl ders çalışamadığımı; her yurtta her koşulda var edilen mescitlerin yanında kitap okuyacak, müzik aleti çalacak, resim yapacak ve spor yapacak hiçbir alanın olmadığı o mekanı unutmam mümkün değil.
Hastalandığımızda gidecek hiçbir yerimizin olmadığı o yeri, kadın çalışanların bize nefretle dolu muamelesini, kapıda güvenliğimizi sağlamak nedeniyle görev alan erkek görevlilerin araştırmacı bakışlarını unutmam mümkün değil. Sinemaya ve tiyatroya gitmek istediğimde belge ile izin almam gerektiğini, akrabamız olmayan ve belirtilmeyen bir evde kalmamıza izin verilmediği için hapsolduğum o yeri nasıl unutabilirim?
Son dakikaya kadar yurda girmeyi reddettiğimizde yurt müdiresi tarafından kuytuda terbiye edilişimizi nasıl unutabilirim? Oda arkadaşımın, bir adam tarafından, alışveriş merkezinin ortasında, herkesin önünde tekme tokat dövülmesinden sonra sürüne sürüne yurda ulaşmasıyla yurt müdiresinin arkadaşıma, yurda herhangi bir leke getirmemesi gerektiği ve ayağını denk almaz ise yurtta kalamayacağı ihtarı verdiğini nasıl unutabilirim?
Yurtlarda kalan her kadın yaşadıklarını anlatsa daha neler çıkar kim bilir? Hani ilkokulda velilere "Eti senin, kemiği benim" derler ya; kredi yurtlarda kalan kadınlara da "Eti benim, kemiği de benim" deniyor. (GA/EK)