Dün gece 1930'lu yıllardan itibaren Nazi Partisi'nin yükselişinde büyük rol oynayan Joseph Goebbels'in günlüklerinden ve konuşmalarından derlenmiş "The Goebbels Experiment" isimli yapımı izledim. Eksikleri olan bir yapım, fakat izlemeye değer.
Goebbels varoşlardan çıkıp Nazi propaganda makinesinin ustası haline gelmiş, yıllar içerisinde mahkemeleri, yerel yönetimleri ve en nihayetinde sivil toplum kuruluşlarını denetimi altına alan Nazi Almanya'sının 1945'teki resmi çöküşüne sadece saatler kala altı çocuğunu, ardından karısını ve kendisini öldürerek hayatına son vermiş tutkulu bir isim.
Dün gece filmi izlerken Goebbels'in 18 Şubat 1943'te Sports Palace'ta yaptığı tarihi "topyekün savaş" konuşması esnasında söylediği bir şey dikkatimi çekti. Goebbels, Nazi Partisi'nin Alman toplumunu hükümetin her dediğine kafa sallayan bir kitle haline getirmekteki başarısını şu şekilde özetliyordu:
"İyi propaganda olmadan iyi bir hükümet olamazsınız, ama iyi propaganda için de iyi bir hükümet gerekir".
"The Goebbels Experiment", masum görünen söylemlerinin detaylarında gizli şovenist propagandaya göz yumulan bir hükümetin nasıl olup da halkın en temel korkuları ve sıkıntılarından semirerek hızla durdurulamaz bir canavara dönüşebildiğini son derece açık bir şekilde resmediyor.
Nitekim çoğunlukçu anlayış toplumda bir kez kendine yer bulunca, toplumun azınlıkların karşılaştığı baskıya ve haksızlıklara olan toleransı da zamanla artıyor.
Hükümetin azınlıkları hiçe sayan adımlar atmaktaki cüreti toplumun gözüne git gide daha az batmaya, vicdanları git gide daha az rahatsız etmeye başlıyor. Bunların hepsi için iyi propaganda lazım. Hasbelkader toplumun bir kesimi propaganda ninnisinden uyanacak olsa dahi bu kesim ya artık tüm mecraları ele geçirilmiş sosyal yapı içerisinde yazılan büyük oyunu devam ettirmek ya da sistemin araçları tarafından yok edilmek arasında bir tercih yapmak zorunda kalıyor.
Tek tek baktığınızda kimse kötü değilken, bu gezegende yaşandığına şahit olduğumuz kötü şeylerin çoğu yetkinin bu şekilde, yavaş yavaş, toplumun rızası ile el değiştirmesine dayanıyor. Burada bir örüntü var.
İşte Goebbels'in "iyi bir hükümet" dediği hükümet bu: Propaganda ustası, cüretkâr, yargı sistemini ve iletişimi ablukası altına almış, toplumun tepkilerini kırmak için her tür mekanizmayı günlük yaşamın bir parçası haline getirmiş, totaliter.
Bence bir toplum kendisini yönetenlerin söylemlerinin toplumun en eğitimsiz kesiminin hoşuna gidecek kadar basitleştirmesine göz yumduysa, o toplum kaybetmiş bir toplumdur. Bunun suçlusunun kim olduğu apayrı bir mevzu, fakat beni bu noktada ilgilendiren asıl şey bu gidişatların izlediği örüntüler.
* * *
Açıkçası filmi izlerken bunları yazmak yoktu aklımda. Fakat günlerdir Türkiye gündeminde büyük bir şaşkınlık ile takip ettiğim gelişmelere Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 20 Ocak'ta başlayacak yarıyıl tatili için ilköğretim ve lise öğrencilerine özel beş gün Mekke, beş gün Medine konaklamalı özel Umre programı hazırladığını, Milli Eğitim Bakanlığı'nın da bunu 81 şehrin milli eğitim müdürlüklerine gönderdiğini öğrenince böyle bir not düşmeden edemedim.
Mevzu devletten bağımsız bir şekilde düşünüldüğünde bu hizmet çocukları İslam'ın kutsal mekanlarına görmek isteyen ailelere organizasonel kolaylık olarak görülüp takdir edilebilir.
Fakat devletin bu işin içinde kendi kaynaklarını seferber eder bir biçimde yer alması ve toplumun sadece belli bir kesimini hedef alan bir hizmet için mesai harcaması kabul edilemez. Bu kesimin hep söylenegeldiği gibi toplumun % 99'una tekabül etmesi de bu gerçeği değiştirmemeli, bilakis çoğunlukçu tutumu bir kez daha gözler önüne serdiği için herkesi daha çok rahatsız etmeli.
Sırf 2011 yılında 3.178.992,500TL ile ülke bütçesinden TÜBİTAK'a ayrılan payın iki, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'na ayrılan payın 4,5, Boğaziçi Üniversitesi'ne ayrılan payın ise 20 katı pay alan, Türkiye'deki her 833 kişiden birisini çalıştıran ve Türkiye'deki nüfus artış hızından daha hızlı büyüyen bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu ülkede ne iş yaptığını, vasfının ne olduğunu sorgulayacak bir mecra kaldığını sanmıyorum.
Türkiye o noktaya gelemeyeli çok oluyor. Fakat erken Cumhuriyet döneminde (totaliter anlayışın bir başka ucu tarafından) dini devletin baskı ve kontrolü altında tutmak için hayata geçirilmiş olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bugün gelmiş olduğu nokta epey düşündürücü.
Herkesin vergileri ile oluşturulan devlet bütçesinin sadece Müslüman vatandaşların faydalanabileceği hizmetlerin tasarlanmasına harcanıyor olması, Milli Eğitim Bakanlığı gibi temel bir kurumun da bu ayrımcılığı kendi iletişim ağını kullanarak Türkiye'deki tüm çocuklara ulaştırma cüreti gösteriyor olması, hükümetin insanların tepkisinden duyduğu korkunun ne kadar azaldığını gösteriyor.
Misal, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ya da Milli Eğitim Bakanlığı'nın Yahudi, Hıristiyan, Yezidi ya da Ateist öğrenciler için hazırladığı alternatif programlar olduğunu sanmıyorum. Fakat asıl fena olan, bunu açıkça kimsenin sorgulayamayacak olduğu gerçeği.
Bu cürete dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu cüret Türk toplumunun otoritenin yaptıkları karşısındaki sessizliğinden beslendi.
Açıkçası bu kadar "kitsch" bir analoji yapmak hiç hoşuma gitmiyor, fakat Türkiye'de toplumun git gide daha büyük kesimlerinin "oyunu devam ettirmekten başka çare kalmadığını" idrak edeceği tatsız günlere doğru sakin adımlarla ilerliyoruz gibi görünüyor. İnternet filtreleri, gazeteci tutuklamaları, devlet ve yargı pratikleri ile ilgili eleştirilerini dile getiren herkesin, hatta HES'lerle mücadele edenlerin bile alenen veya aba altından terörist ya da örgüt üyesi ilan edilmesi, sivil toplum hareketlerinin en sert polis müdahaleleri ile karşı karşıya kalması, muhalif seslerin geçerli hiçbir suçlama olmaksızın hapislerde tutulması, özgür sanatın ve bilimin tarumar edilmesi derken, propaganda ile beslenen halkın ses çıkarmaya değer görmediği skandalların boyutları her geçen gün artıyor.
En son 35 sivilin yaşamını yitirdiği Uludere olayını "zaten kaçakçılık yapıyorlarmış" diyerek, devletin "resmi özür dilemeyeceğiz, operasyon hatası bunlar, terörle mücadele tüm hızıyla sürecek" söylemini "PKK masumları öldürdüğünde özür mü diliyor" diyerek, taziye çadırına giden kaymakamın tartaklanmasının ardından olayda en çok kayıp veren Encü ailesinden insanların gece baskınları ile tutuklamasını "eh, onlar da kaymakamı dövmeselerdi" diyerek normal karşıladık.
Bu toplum neye şaşıracak, neye "dur" diyecek bilmiyor, daha ne kadar ileriye gidebileceğimizi kestiremiyorum.
İyi olan pek bir şeyimiz yok ne yazık ki. Fakat fakirliğinin ve eğitimsizliğinin burukluğunu Türk olmanın haklı gururu ile takas etmeye alıştırılmış toplumun üzerinde çok iyi çalışan propaganda makinesi sağ olsun, hükümetimiz "iyi bir hükümet" oldu gibi görünüyor.
Bu başarı elbette hepimize ait. (AME/HK)
A. MURAT EREN YAZDI
Öğrenciler Umreye, Türkiye Nereye?
Erken Cumhuriyet döneminde dini devletin baskı ve kontrolü altında tutmak için hayata geçirilmiş olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bugün gelmiş olduğu nokta epey düşündürücü.
ilgili haberler
Hak odaklı, çok sesli, bağımsız gazeteciliği güçlendirmek için bianet desteğinizi bekliyor.
ilgili haberler
diğer yazıları