Dünyada öğrenci hareketleri hızlıca yayılıyor. Öncelikle Fransa'da başlamıştı, on binlerce öğrenci sokaklarda karşıt seslerini duyurmuştu. Daha sonra İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve son halka da Güney Amerika oldu. Tarihe de bakıldığında Fransa'da başlamıştı '68 öğrenci hareketleri. İşçi kitlelerini ayağa kaldırmıştı, akademiyi ele geçirmişti. Ancak dünyada ve Türkiye'de metodolojik bazı sorunlar ve nesnel koşulların belirlediği alanların kırılamaması yüzünden başarılı olamamışlardır, fakat bir gerçek varsa o da bu hareketlerin bize tarihsel bir miras bıraktığıdır.
Daha öncesine baktığımızda da Rus Devrimi'nde öğrenci hareketlerinin varlığını görmek mümkün. Hatta yakın bir örnek sayılabilecek Tayland'daki 1973 öğrenci devrimini de unutmamak gerekir.
Öğrenci hareketlerinin Türkiye'de ve dünyada hızlı bir şekilde yayılıyor olması şüphesiz heyecan verici bir şey. Sebeplerine baktığımızda ve literatüre göre incelediğimizde bu hareketlerin devrimci dinamikleri ve koşullardan edindikleri ne derece bütünleştirici bir harekete evirilebilir, burası tartışılır.
Şöyle bir gerçekten de söz etmek mümkündür ki, çağdaş Batı Marksistlerinin, post-Marksist toplum kuramcılarının tezleri doğrudur:
"Yeni dönemde (20. yüzyılın ortasından sonraki dönem kastediliyor) sosyalist-devrimci hareketin öncüsü öğrenciler olacaktır." Ve bunu da dayandırdıkları nokta Marx'ın sözünü ettiği emeğin yabancılaşması kavramıyla ilgilidir. Bu toplumbilimcilere göre günümüzdeki işçi sınıfının maddi koşulları -burjuva büyümesine rağmen- 19.yy'dan sonraki dönem için daha iyi bir durumdadır ve emeğine olan yabancılaşması ise Marx'ın bahsinden daha azdır ve azalmaktadır. Bu şekilde kastedilen asıl şeyse günümüz proletaryasının burjuvazi ile tümleşik bir yapı olarak hareket ettiğidir, toplumun içinde yer aldığıdır. Dayanağın ikinci ayağında ise öğrencilerin üretim ilişkilerine göre bulundukları konumun topluma yabancı kalmalarıdır. Yani, işçi sınıfı burjuva toplumun içindeyken öğrenciler bu toplumun içinde değillerdir ve sistemle olan ilişkileri sistem karşıtlığı üzerindedir, en azından böyle olmalıdır.
Teoride doğru olan bu konunun pratikteki karşılığına da baktığımızda, Avrupa'da (Yunanistan, Fransa, kısmen İngiltere-) işçi sınıfının haklarını öğrenciler aramaktadır. Yani öğrenciler işçi sınıfı mücadelesini kapsayıp aşan bir yapıya bürünmüş gibi gözükmektedir. Başka bir deyişle "işçi sınıfı" ile "küçük burjuva öğrenci sınıfı" büyük burjuvaların tamamını karşıya alacak konuma gelmiştir. Bu da sosyalist devrim adına büyük adımlar atılacağının göstergesi olabilir. Türkiye'de ise işçi sınıfı fiilen ayrı bir özne konumunda değildir, henüz bir özne oluşturup oluşturamadığı başka bir yazıda tartışılabilir elbet. Ancak siyasi parti ve örgütler aracılığıyla küçük bir kısmı da olsa öğrencilerin bu mücadelesine destek vermişlerdir. Türkiye'de bu öğrenci-işçi içkinliğinden söz etmek şu anda çok doğru olmayabilir, fakat TEKEL direnişinde öğrenci ve işçilerin iç içe olduğunu göz önünde bulundurmak gerek.
Zizék'in sınıf mücadelelerinin Avrupa'dan çıkacağını söylemesi de bu noktada önemlidir. Günümüze bakıldığında her şey ortadadır: Siyasi ve ekonomik devrimin ortaya çıktığı iki ülke ve komşu iki ülke öğrenciler olarak mücadele vermektedir. Stratejik açıdan mücadelenin seyri bir noktaya ulaşabilir görünmektedir. Tabii, burada mücadele veren öğrencilerinin ülkelerinin iç ve dış dinamiklere bağlı nesnel durumlarını yadsımamak gerekir. Bu kendiliğinden bir kimlik kazanmış hareketler Kautsky'nin söylediği gibi, Lenin'in eleştirdiği gibi ya da Althusser'in yapısalcılığına göre başarıya ulaşamazlar. Ama küreselleşen dünyada enternasyonal bir kimlik kazanma çabası içindeki öğrenci hareketleri eğer sönümlenmek ve taleplerin yerine getirilmesi arasında sıkışıp kalmadığı sürece başarıya ulaşabilir, bunun aksi için hiçbir sebep yoktur. Yunanistan'da polisi kovalayan öğrencilerin görüntüleri bunu çok iyi açıklar!
Umalım ki, burada bahsettiğimiz bütün dinamikler yerli yerinde ve doğru işlesin. Öğrenci kitleleri işçi sınıfıyla bütünleşerek ilerlesin. Deniz'lerin, Harun'ların yapamadığını bu sefer yapalım. '68 kuşağı gibi kitaplarda öykünerek baktığımız olaylar-isimler olmasın bunlar, "2010 kuşağı" olsun, başarılarıyla övünelim.
Ne dersiniz? Olmaz mı? (CS/EÜ)