Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Öğrenciyken en sevdiğim tanımlamalarımdan biriydi: “Nüfus cüzdanımda ‘erkek’ yazdığı için erkeğim.”
Ben de gocunmuyordum bu sözü uluorta, yüksek sesle ve apaçık söylemekten, dinleyenler de şaşırmıyordu. Aradan yıllar geçti, 12 Eylül sonrası çok sular aktı köprülerin altından, aynı söz, bu kez acayip bakışlara, belli belirsiz küçümseyişlere, gülümsemelere yol açtı.
Zaman içerisinde, unutmadım ama galiba başka şeyler buldum kendimi tanımlayacak.
Hayatın içinde böyle yer alınca şiddete yer bulunmuyor. Peki, öyle midir gerçekten de? Hayır, tabii ki de… kesinlikle hem de…
Şiddete yer yok!
Kimseye kin duymadım, kimseye küsmedim, dövüşmedim de. Hatta silah çekip hedef gözeterek ateş eden faşisti yakaladığımızda siyaseten arkadaşlarım yumruklarken, ben elimi bile kaldıramadım.
Bir kez de biz saldırıya geçmiştik, benden bekleniyordu, anımsıyorum; ayağımı kaldırmış, tekme vuramamıştım, faşistler de kaçmıştı. Ama şiddet sadece vurmayla, dövmekle olmuyor ki! Kaş çatmak da bir şiddet aslında, bağırmak da -ki ben çok yapıyorum.
Çözümünü buldum, “çaresiz insan küfreder” diyorum, ne yapayım. Sonra da üzülüyorum.
Yazarken aklıma geldi… Sevgilimin fotoğraflarını yırtıp atan kız arkadaşıma vurmuştum çokça. Ayıp tabii. Özür diliyorum, aradan geçen bunca sene sonra.
O anımsıyor mudur? Unutulur mu, unutmamıştır da, unutmuş gibi yapıyordur muhakkak. Belki -isterim ki- kendisine kızmıştır, kıskançlık gösterdi diye… Sonra sürdürdük arkadaşlığımızı, o olay açmadı aramızı, tüketmedi ilişkimizi… Besbelli ikimiz de üzgünüz hâlâ.
Beceriksizlikten başka bir şey değil…
Karşınızdakine anlatamıyorsanız derdinizi veya sırası gelmemişse, onun da aklında başka şeyler varsa, kırk tilki dolaşıyorsa beyninde, hem de kuyrukları birbirine değmeden, sesiniz yükseliyor, kaşınız çatılıyor, sözcükler farklılaşıyor.
Biraz küçükse, kadınsa hele, gücünüzün yeteceğine aklınız kesiyorsa ya şamar atmak ya da yumruklamak için elinizi kaldırıyorsunuz. İnmemesi, yani vurmamanız şiddet göstermediğiniz anlamına mı gelir?
Savaş da bir şiddettir
Ece Ayhan, “Devlet dersinde öldürülen çocuklar” diyor şiirce. Bu da bir şiddet değil mi? Ankara’nın göbeğinde insan hakları anıtının abluka altında tutulması da bir şiddet.
Ama en kötüsü ne, biliyor musunuz, “çocuklar öldürülmesin” diyen öğretmene, hak veren, ama devlet zoruyla sonradan kendisini savunan, savunurken de gözümden düşen erkek televizyoncunun sözleri.
Bir şiddet yaşanıyor, bir öğretmen üzüntüsünü ifade ediyor, devlet araya giriyor, o öğretmene ceza veriyor, canlı yayınına bağlanılan sunucu da şiddeti katmerlendiriyor.
Son üç yüz yılın sadece 11’i barış ile yaşanmış. Devletler, kendilerini haklı görüp (güçleri oranında yanlarında diğerleri de olmuşlar) topraklarına girmiş, işgal etmiş, insanları öldürmüşler yıllar yılı.
“Sıfır sorun” beklediğimiz dış politikada başına çuval geçirilen askerlerimiz, kaçırılan diplomatlarımız hatta milletvekili (ama o içerideydi), rehin tutulan bürokratlarımızın yanında birçoğu da hayatını kaybetti. Erkek devletin erkek yöneticilerinin erkek şiddeti sayılmaz mı bu(nlar)?
Ne yapsam aslında? Bu yazıyı yırtıp yenisini mi yazsam? Daha duygusal, daha şiirle, öyküyle dolu bir anlatımı mı tercih etsem?
Yok, bırakın ağız dolusu küfredeyim, çaresizliğe sığınıp. Hep bir ağızdan, hep birlikte haykıralım: Şiddete hayır! Barış hemen şimdi!
Kendimce tamamlamışken…
Tesadüf mü diyeceksiniz, hayatın cilvesi mi, bilemem ama gerçek.
İlk sevgilim aradı telefonla, çok sık görüşmesek de severiz hâlâ birbirimizi, arar sorarız:
“Bir şey soracağım. Müsait misin?”
Senin için her zaman…
Biz birlikteyken prezervatif var mıydı?
…bir an durdum, şaşırdım, nereden çıktı şimdi bu? Evet, vardı tabii, belki biraz zor bulunuyordu, belki biraz paha…
Peki, biz niye kullanmadık? Ben onca kürtaj oldum…
…tek yanıtı var bunun. Cahildik. Tamam, üniversite bitirmiştik, okuryazardık (onun ödüllü öyküleri, benim de filmlerim vardı), hayatı takip ediyorduk, ama bilgisizdik. (33 yıl öncesinden söz ederken bile, utanmam gerektiğinin farkındayım) Ben ilk kez çıplak kadın görmüştüm, bilinçsizdik.
Peki, hiç kullandın mı?
Daha sonra… evet, daha sonra kullandım.
Ağlamaya başladı. Başını omzuma yaslayıp, sarılarak ağlamasını sürdürmesini sağlayamamanın haklı hüznüyle, elim ayağım birbirine karıştı, “ağlama” demek istedim, sözcükler boğazımda düğümlendi.
Bu da bir başka şiddetti. Onun yaşadığı sarsıntı -benim yıllar sonra karşıma çıkan, bilinçsizlik, cahillik- şiddet değil miydi?
… her gün neredeyse bir kadın ya sevgilisi ya kocası ya babası, yakın akrabaları tarafından öldürülüyor.
… üç yaşında bir çocuğu tecavüz ederek öldüren katil, cezaevinde diğer mahkumlar tarafından katledilmiş.
… devlet, kendisine muhalif olur olmaz herkesi, gözaltına alıyor, mahkum ediyor.
… devlet; din eğitimi verilen -çoğunluğu yasa dışı- kurslarda, mekanlarda çocuklar taciz ediliyor, tecavüze uğruyor, kulağını gözünü kapıyor.
Son söz…
Eşime okuttum, üzerine konuşalım diye… olası hataları (yazım yanlışları, anlam düşüklükleri, anlatamama durumu ve/veya kastını aşanlar için) düzeltelim diye.
“Mektuplarını kaldır demiştim, ama kaldırmadın. O da bir şiddetti, hem de katıksız erkek şiddeti” dedi, yazının geneli üzerine konuşurken. O mektupları yırtıp çöpe atması için “elim kırılsaydı, pişmanım” sözü yetmiyor, hâlâ.
Oğlumun okumasına daha zaman var, yaşı gereği… O da okumalı muhakkak. Tanımalı babasını… Toplumu da tanıyacaktır beraberinde. (KA/ŞA/APA)
* Görseller: Kemal Gökhan Gürses
"52 HAFTA 52 ERKEK" YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
Bu kampanya Sivil Düşün AB Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. Bu kampanya içeriğinin sorumluluğu tamamıyla İPS İletişim Vakfı/bianet’a aittir ve AB'nin görüşlerini yansıtmamaktadır. |