Ülkemizde sürmekte olan, uğursuz ve kirli kardeş boğazlaşması; benim gibi milyonlarca ananın kâbusu ola gelmiştir. Bin bir güçlük, açlık, yokluk, yoksulluk, yoksunluklar içinde büyüttüğümüz canlarımız, ciğerlerimiz, evlatlarımız uğruna çektiğimiz çileler...
Bir çoğumuz açısından aşksız bir evlilik yaşamına, her türlü aşağılanma ve şiddete göğüs germek zorunda kalmamız, hep evlatlarımız hatırına değil mi ya...
Onlara öksüzlük çektirmemek uğruna kendimize kıyarız kıymasına ama arkasından da "Besledim büyüttüm, asker eyledim / Gitti de gelmedi canan / Buna ne fayda" diye ağıtlar yakar, paralarız yüreğimizi...
Öte yandan Kürt kız kardeşlerimizin çilesi bizimkinin bin katı kahredici bir zulme dönüşmüş durumda. Çoğunun, çocuklarının mezarı bile belli değil, kemikleri kurda kuşa yem olmakta.
Bu çatışmasızlık ortamında oğlumun sağ salim evine dönmesi barışın kıymetini bir kez daha anlamamı sağladı. Bir kez daha inandım ki; bu kâbustan kurtulmanın tek yolu var: B A R I Ş....
Barışın değerini oğlum askere gidince daha iyi anladım
Ben, aslında barış taraftarı olmuşumdur, hep... Taaa çocukluğumdan beri hayatın her alanında barış ve diyalogdan yana oldum; barışı savunmak dünya görüşümün de bir gereğidir. Ancak barışın bu kadar can yakıcı olduğunu oğlum askere gidince daha iyi kavradım ve anladım.
Canı yanan viyaklar misali... Ülkemizde barış, ekmek kadar, su kadar, bir tutam nefes kadar, hatta bunlardan da elzemmiş. Bu süreçte bunu, tüm benliğimle hissettim.
Ben bu altı ay zarfında hem asker analarını, hem dağdaki çocuklarımızın analarını çok daha iyi, çok daha başka anlamaya başladım. Onların acılarını eskiye oranla bin kez daha fazla, kemiklerimde hissettim. İliklerimde dolaştı, Mehmetçik ve Memoların, Zilanların analarının göz yaşları.
Haberleri kaçırmaz oldum. Barış, ateşkes haberleri aradım hep gazetelerde, internette, televizyon ekranlarında. Benim biricik oğlum askerdi çünkü. Uyumaktan korkar oldum. Rüyalarımda oğlumun yaralı kanlı fotoğraflarını görmeyeyim diye sabahladım çoğu kez. Tek tesellim "çatışmasızlık ve ateşkes" döneminin başlamasıydı. Her an "Bozulur mu ki" diye ödüm kopuyordu.
Düşünüyorum da bana ve tüm annelere bu kâbusu yaşatmaya kimin hakkı var? Hangi kutsal gerekçe insan yaşamından daha değerli olabilir ki? Bu nasıl bir kutsallık ki, Allah'ın verdiği dili yasaklar; Allah'ın yarattığını hor görür, aşağılar; Allah'ın verdiği canı alır. Bu hangi kutsal gerekçe ki; kardeşi kardeşe kırdırır? Anlamak mümkün değil vallaaa...
Hep birlikte kıralım bu kabus döngüsünü
Adamın biri damdan düşer. "Koşun doktor çağırın" derler. Adam inleyerek; "Bana damdan düşen birini çağırın" der. Damdan düşenin halinden ancak damdan düşen anlar. Evlat acısının kâbusunu ancak yaşayan anlar. Ben evladıma sağ kavuştum. Ben bile evladını kaybeden anneleri tam anlayabileceğimi düşünemiyorum.
Ama bu altı aylık kâbustan çıkardığım sonuç: Barış ekmek kadar, su kadar bir tutam nefes kadar acil ve elzemdir başta biz kadınlar açısından.
Diyorum ki tüm analar, tüm kadınlar, tüm barış ve demokrasi güçleri el ele verip kenetlenerek kıralım bu savaş, şiddet denen kabus döngüsünü de çocuklarımız ölmesin.
Sorunlarımızı Washington-Brüksel'de değil, Ankara-Diyarbakır'da, silahta değil masada, çatışmada değil diyalogda arasak; Mehmetçik ve Memolarımızı, Ayşelerimizi Zilanlarımızı birbirine boğazlatmak yerine barış halayları kursak, özgürlük türküleri ile çınlatsak dağlarımızı, evlat acısına son verebiliriz... İstersek başarabiliriz.
Tek ihtiyacımız eşit vatandaşlık hakları ile farklılıklarımızla bir arada yaşama kültürü, barış ve empati olacaktır. "Herkes eşit, herkes farklı", " Her yerde demokrasi, herkese özgürlük" şiarı bu işin sihirli formülü bence. (KA/EÖ)