Uzun zamandır üstüne yazmayı istediğim bir kitap var: Tamanlanamayan. Şiirleri okuyup, kitabı -geri dönmek üzere- bir kenara kaldırmıştım. Bir şiir kitabı üzerine bir şeyler yazmanın fazlaca iddialı ve belki de manasız bir çaba olduğunu düşündüm. Ancak bana düşündürdükleri ve hissettirdikleri üzerinden giderek haddimi aşmamaya çalışacağım.
Kitabın beni heyecanlandıran taraflarından biri yazarı Ekin Metin Sözüpek’in dille kurduğu ilişkinin bana çok sevdiğim Sevim Burak’ı anımsatması sanıyorum. Onun kırıp döken, parçalayan, bazen dağınık bırakan, ama ne olursa olsun ince eleyip sık dokuyan tavrını seziyorum bu şiirlerde. Fakat benzer incelikte bir ruh bu çağa doğduğunda elbette daha öfkeli, daha yüksek perdeli oluyor. Sadece tekniksel değil ruhsal bir yakınlık da var sanki aralarında. Tamanlanamayan’da Sevim Burak’ın metinlerindeki oyuncu tavra benzer bir oyunculuk sezinliyorum. Daha kükreyen, isyan eden bir tondan…
Kimine garip gelebilecek şiirler bunlar, alışılmadıklar. Bu haliyle bana bir serbest çağrışımı da hatırlatıyor. Ne kadar derine gidebileceğiniz, bu kelimelerle ne yapacağınız size bırakılmış. ‘İnsan ne hayvan ne tanrı’ alıntısıyla başlamış ilk bölüm ve kitap boyunca insanın nasıl bir varlık olduğuna şahitlik ediyor gibi hissediyorum. Değil mi ki insan karmakarışık, çelişkili bir canlı. Dille oluşan, dille kendini oluşturan. Kitapta çok kez dilin alışkın olmadığımız biçimde “hatalı” kullanımlarına da rastlıyoruz. Dil insan kılığına bürünüyor sanki; hatalarla bezeli insana, kusursuz olma savaşında hep yenilen insana evriliyor. Dolayısıyla şiirleri okurken farklı bir deneyimin içinden geçiyoruz. Özenle yaptığı hatalarla “mükemmel”i, “mümkün”ü tartışmaya açıyor şair. Okurken “Kusursuz bir oluş samimi bir oluş mudur?”u düşünüyorum. Bunu yalnızca dili kullanışı ve tekniğiyle yapmayı başarmış. Baskın duygu öfke de olsa çok fazla metaforu ve duyguyu dizelerinde barındırmış. Ancak öfke öyle güçlü bir duygu ki diğer tüm duyguların önüne geçip seslerini kısabiliyor. Şiirleri okurken daha başka duyguların ne söylediğini merak etmekten kendimi alamadım.
Kitabın “otantik” bir varoluş hali var. Otantik en kolay tanımıyla “kendi” gibi olandır. Buradaki “kendi”; özgürlük, sorumluluk, değerler, suçluluk, kaygı, ölüm, diğerleri gibi pek çok kavramın birleştiği bir bütündür. Kendilik değişken bir yapıdır, sabit değildir. Ötekiyle ilişki halindedir. Pek çok varoluş ve “dünyada olma” ihtimaline sahiptir ancak bu ihtimalleri görebilmek için deneyimlemeye, özgür olabilmeye ihtiyaç duyar. Bu pencereden Tamanlanamayan otantik bir varoluş içerisindedir bana göre. Kendine has bir biçim deneyişiyle kendi sınırlarını sürekli zorlamaktadır, türlü varoluş ihtimallerine dokunmaktadır. Değişken bir yapısı vardır, başta ve sonda bambaşka olandır. Diğerleriyle kurduğu ilişkide ve kendi içinde isyankardır, hem kaygıyı hem sonluluğu “taşır”. Eleştirir, “Sizden değilim ve olmayacağım” der. Bu isyan aynı zamanda oluşun ve dilin sınırlılığınadır belki. Can bulduğu toprakların “değerli”lerine…
Böylelikle edebi bir yaratı başlı başına canlı bir organizmadır. Tamanlanamayan da yazarından bağımsız bir şekilde varlık sürdüren bir oluş haliymiş izlenimi verdi bana. Bu çok kişisel bir yorum da olsa yazılanın onu var edenden bir noktada ayrılan, okuyucuyla buluştuktan sonra form değiştiren bir varlık olduğunu düşünüyorum. Ve bu fikir oldukça iyi geliyor bana. Buluşmak tam olarak böyle bir şey. Birinin doğurduğunun diğeri tarafından içe alınması. Bildiğimiz manada doğumun tersine işleyen bir süreç: yazar/şair içinde besler, büyütür, dışarı fırlatır ve okuyucu doğan varlığı içine alıp bambaşka bir yapıya dönüştürür. Ve böylelikle “otantiklik” bir kez daha devreye girmiş olur; yazarla, ürünüyle kurduğumuz ilişkideki kendimize özgülükle.
Buradan bakınca Tamanlanamayan da kiminin çok seveceği, kiminin onuncu sayfada bırakacağı bir şiir kitabı olabilir, tüm kitaplar gibi. Ben sevdim ve zengin buldum. Dilerim ilişki kuranı, derinlerde bir yer açanı bol olur. (BK/BK)
* Tamamlanamayan, Ekin Metin Sözüpek, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2016