* Fotoğraf: nobelprize.org
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dünya İnsan Hakları günü etkinlikleri kapsamında 10 Aralık’ta Ankara'da Bilkent Üniversitesi’nde düzenlenen söyleşide, Avusturyalı yazar Peter Handke’ye Nobel Edebiyat Ödülü verilişini eleştirirken ödülün “bir faşiste verildiğini”, “daha önce de Türkiye’den ‘terörist’e verildiğini” söylemişti. Bu sözlerin ardından Türkiye’den Nobel Edebiyat ödülünü alan yazar olarak Orhan Pamuk’un Erdoğan tarafından ‘terörist’ olarak nitelenip nitelenmediği tartışılmıştı.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un Erdoğan’ın Orhan Pamuk’u kastetmediği açıklaması ve Erdoğan’ın ertesi gün Orhan Pamuk’un adını, çok değerli bulduğu Nobel Fizik Ödüllü sahibi Prof. Dr. Aziz Sancar’la anarak, “bugün verilen Nobel’in bu kişilere verilenle kıyaslanamayacağı” açıklaması Orhan Pamuk’a karşı girişilmesi olası yeni bir linç kampanyasını durdurmuş oldu.
Ama Türkiye’den Nobel ödülü aldığı söylenen ’terörist’in kim olabileceği sorusu askıda kaldı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Özgür Özel, Erdoğan’a Can Dündar’ı Orhan Pamuk’la karıştırıp karıştırmadığını sordu ve kimi kastettiğini açıklaması gerektiğini söyledi.
Erdoğan’ın sözleri tam olarak şöyleydi : “ [..] yani Nobel’in artık ideolojik olan yaklaşımlarından hiçbir başka özelliği olmadığını ortaya koymak suretiyle… Bu sadece şu an verdikleri ödüllerde değil, bundan önce de verdikleri ödüllerde de hep bunlara dikkat etmişlerdir. Mesela Türkiye’den kalkmışlardır teröriste ödül vermişlerdir. E niye. Mantık budur, anlayış budur. “
Burada Erdoğan’ın Nobel’i kastettiği açık, ama bunu Edebiyat ödülüyle sınırlıyor gözükmüyor.
Erdoğan’ın yanıtının devamında söylediği “[…] ama kalkıp da böyle teröristleri kendi romanına vesairesine yansıtan, orda onu kullananları siz Nobel’e layık görürseniz bizim de sizi tanımamız mümkün değildir” sözleri ise muhtemelen Türkiyeli bir yazarı değil Peter Handke’nin kendisini hedef alıyor.
Ne var ki yanlış olarak. Zira Handke, Miloseviç’i savunan sözleri dışında, aslında fazla apolitik olan tavrıyla tepki çekmiş, savaşta Sırpların gerçekleştirdiği soykırımların izini Belgrad yakınlarında araştırıp bulamayınca, bunun gerçekte var olmadığını ve ‘dış mihrakların’ bölücü bir oyunu olduğunu savunmuştu.
Sırp milliyetçiliğine göz kırptığı bu tavrını kendisi için doğrulayan şey ise, estetize ettiği ülkeyi ve halkını bir zamanlar solcu bir refleksle savunduğu zamanki deneyimlerdi. Bu deneyimler İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası'nın desteği ve himayesindeki Bağımsız Hırvatistan’ın faşist yönetiminin Sırplara, Yahudilere ve Romanlara karşı giriştiği soykırımı içeriyor ve Almanya ve Avusturya’daki faşizm karşıtı o dönemki genç neslin kimliğini biçimlendiriyordu.
Muhtemeldir ki Erdoğan, Miloseviç yanlısı yazarın roman da yazdığına göre savaş suçlularının yansımalarına romanında ve ‘vesairesinde’ yer verdiğini düşünmüş olmalı.
Kimin kastedildiğinin şifrelerini ise İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un sözlerinde bulabiliyoruz:
“Sayın Cumhurbaşkanımız Türkiye düşmanı ideolojik yaklaşımları ve terör faaliyetleri bilindiği halde Nobel’e aday gösterilen ya da farklı uluslararası örgütlerce ödüllendirilen isimleri kastetmiştir.”
Fahrettin Altun’un düzeltmesinde bir ifade dikkat çekiyor: “Terör faaliyetleri bilindiği halde” ve “‘Nobel’e aday gösterilen.”
Altun’un açıklamasının belirli bir profili tarif ettiği açık. Ve bu, Erdoğan’ın da tarif ettiği ama adını anmak yerine “terörist” olarak nitelediği kişi.
Türkiye’de “terörist faaliyetleri bilinen kişiler” listesinin çok uzun olduğu malum. Ama bunlardan Nobel ödülüne aday gösterilen çok fazla olmasa gerek.
Peki, Nobel Vakfı'nın yönetmeliğine göre mutlak bir gizlilikte tutulan ve kamuoyuna açıklanmayan Nobel adaylarının biliniyor olması mümkün mü?
Nobel Vakfına göre Nobel Barış Ödülü'ne aday olanların isimleri ve adaylarla ilgili diğer bilgiler 50 yıl sonrasına kadar açıklanmıyor. Bu kısıtlama ayrıca bir ödülün verilmesiyle ilgili araştırma yapanları ve görüş açıklayanları da kapsıyor.
Tabi ki aday gösterme kriterine uyan herkes -ki bu Nobel ödülü komitesi ve danışmanları dışında parlamento ve hükümet üyeleri, uluslararası mahkeme üyeleri, üniversitede belirli alan profesörleri, barış araştırma ve dış politika enstitüleri ve Nobel ödülü sahipleri olabiliyor- belirlediği kişileri nedenleriyle birlikte aday olarak Nobel Ödül komitesine önerebiliyor. Ama bu Nobel ödülü aday listesine alındıkları anlamına gelmiyor. Alınıp, alınmadığını ise ödül komitesi dışında kimse 50 yıl boyunca öğrenemiyor.
Yani Erdoğan’ın, Altun’un ya da bizim bilgimiz ancak Nobel ödülüne aday olarak dışarıdan önerilen kişilerle ilgili olabilir. Nobel Vakfı’nın ya da ödül komitesinin önerip listeye aldıkları kişiler değil.
Türkiye’den bilinen üç örnek, Altun’un bahsettiği iki kriteri karşılıyor:
Can Dündar, 29 Mayıs 2015 tarihinde yayınladığı MİT Tırlarındaki silah haberi nedeniyle yargılanıp devletin gizli belgelerini elde edip yayınlamaktan ceza aldıktan sonra, temyiz sürecinde, can güvenliğine yönelen tehditlerin ardından Almanya’ya yerleşmiş, bu dönemde Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün açıkladığı 2017 Nobel Barış Ödülü adayları arasında gösterilmişti.
Erdoğan’ın hatalı tasvirine ikinci aday ise önce politikacı, sonra yazar olan Selahattin Demirtaş. Seher kitabının yayımcısı Emir Ali Türkmen bu yılın başında Gazete Duvar’a, İsveç Sosyal Demokratlar Partisi milletvekili Thomas Hammarberg’in Selahattin Demirtaş’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday olarak önerdiğini söylemişti. Eski Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri ve Uluslararası Af Örgütü'nün de eski Genel Sekreteri Hammarberg’in Demirtaş’ı Barış Ödülü’ne aday göstermesinin sebepleri de Gazete Duvar’daki haber yazısında yer almıştı.
Bu listeye üçüncü bir kişi olarak Abdullah Öcalan da eklenebilir. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamentosu üyesi Goran Hareketi Parlamenteri Heval Kwêstanî, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ı 2014 Nobel Barış Ödülü için aday göstermiş ve Nobel Komitesi’ne başvurmuştu. Kwestani’nin aldığı, başvurunuz alındı yanıtı, Türkiye’de Nobel Ödül Komitesi’nin Öcalan’ın adaylığını kabul ettiği tartışmalarına yol açmıştı.
Fahrettin Altun’un açıklamasındaki "farklı uluslararası örgütlerce ödüllendirilen" ifadesi de yukarıdaki üç figür için yerini buluyor.
Abdullah Öcalan'a Uluslararası Barış Bürosu'nun (IPB) İtalya şubesi 2015'te barış ödülü vermişti.
Selahattin Demirtaş'a verilen Almanya merkezli uluslararası İlerici İttifak (Progressive Alliance) “2019 Özel Siyasi Cesaret Ödülü”nü, 15 Kasım’da eşi Başak Demirtaş Stockholm'de almıştı.
Can Dündar ise 2016’da İtalya’da Ischia Uluslararası Gazetecilik, 2017'de "Prix Europa"nın "Avrupa'da Yılın Gazetecisi", Almanya’da Gustav Heinemann ödüllerini almıştı.
Sosyal Demokrat Parti (SPD) Genel Merkezi’nde verilen bu son ödül Erdoğan’ı kızdırmış ve Almanya seyahatinde Merkel’e serzenişi ve Dündar’ın Almanya’dan sınır dışı edilmesini istemesine yol açmıştı.
Dündar, Kasım 2019'da da Danimarka'da PL (kurucusu Poul Lauritzen’in adına istinaden) Vakfı İnsan Hakları ve Özgürlük Ödülü’nün sahibi oldu. Bu son ödül PEN Danimarka'da düzenlenen ödül töreninde verildi.
Erdoğan’ın adını anmaktan imtina ettiği, ‘terörist’ olarak nitelediği ve Nobel Komitesi’ni ödül vermekle -düzeltilmiş haliyle ödüle aday göstermekle- suçladığı kişinin daha önce de ‘terörist’ olarak anmaktan çekinmediği Can Dündar olması ihtimali oldukça yüksek.
Bu Orhan Pamuk’la Dündar’ı karıştırmasından kaynaklı değil.
Peki, Erdoğan ve Altun’un kastedilenin Pamuk olmadığını söyleyip düzeltmede bulunmalarına rağmen, kastedilenin kim olduğunu söylememeleri nedendir?
Muhtemelen Dünya İnsan Hakları gününde, insan hakları alanında uluslararası ödüller almakta olan birisini Dünya İnsan Hakları etkinliğinde üstelik bir üniversite kurumunda “terörist” olarak adlandırmak günün anlam ve önemine denk düşmeyeceğinden.
Üstelik bu ‘terörist’e ödül vermekle suçlananların ise ödül vermesi bir yana aday listesine almış olduklarına dair en ufak bir kanıt yok. En iyisi bu suçlamaları başka bir güne, başka meydanlara bırakmak... (VA/TP)