Geçtiğimiz günlerde “Hükümlü ve Tutukluların Ödüllendirilmesi Hakkında Yönetmelik” yürürlüğe konuldu.
Dört maddeden ibaret olan yönetmelik her zamanki gibi insan ve haklarından azade bir öze ve niteliğe sahip.
Herhangi bir demokratik ülkede normal olarak tutuklu ve hükümlülere tanınması gereken haklar; “ödül” statüsünde, tutsakları “ıslah etme” anlayış ve pratiğini güçlendirmek amacıyla formüle edilmiş.
Ve her zamanki gibi, hapishane idarelerinin tutsaklar üzerindeki baskı ve otoritesini güçlendirmek, tutsaklar arasındaki dayanışmayı ortadan kaldırmayı hedeflemişler.
Bu “Ödüllendirme Yönetmeliği”ne kadar varolan avukat görüş ve sohbet amacıyla ortak alana çıkmak dışında tüm haklarımız tredmana bağlıydı/bağlı.
Çünkü CİK’de çerçevesi çizilen ve tutsakları “ıslah etmek” amacına bağlı olarak formüle edilmiş bütün haklarımızı kullanmamız hapishane idare gözlem kurullarının inisiyatifindedir.
CİK’de yer alan ve yasaklar manzumesinden ibaret olan kurallardan birine aykırı davrandığınız anda; görüş, iletişim, ortak etkinliklerden men cezasıyla karşı karşıya kalırsınız.
Ayrıca bunlardan birinin yetmediği düşünülürse, hücre cezası verilir.
CİK’de yer alan her hakkın kullanılmasına dair yasa maddesinin altına “güvenlik” gerekçesi ekledikleri için; hapishane idareleri bunu her derde deva niteliğinde kullanıyor.
Her çeşit yasağı bu madde sayesinde hayata geçirebiliyor!
Ve bütün bu uygulamalar sürerken, hükümet yürürlüğe koyduğu bu yönetmelikle iç ve uluslararası kamuoyunda “demokratikleşme” demagojisini güçlendirmeye yönelik bu adımın bir diğer amacı da hapishanelerde uyguladığı tredman politikalarını güçlendirmek, ‘tutsakları bu politikalarının bir parçası haline getirmek peşinde.
Yönetmelikte yer alan her bir madde özel olarak tartışılmayı hak ediyor olsa da; bu hafta genel bir tartışmayla kendimi sınırlandıracağım.
Yönetmeliğin 7. Madde’sinde ödül çeşitleri sıralanmış.
Bunlar:
(1) Hükümlü ve tutsaklara;
a) Kapalı ceza infaz kurumlarındaki evli hükümlü ve tutuklulara, kurum personelinin yakın nezareti olmaksızın eşleri ile mahrem görüşme,
b) Haftalık açık ve kapalı ziyaret süresini uzatma,
c) Kapalı ziyaret yerinen açık ziyaret yapma,
d) Haftalık telefonla görüşme sayı ve süresini artırma,
e) Sosyal, kültürel veya sportif etkinliklerden öncelikli ve daha uzun süreli yararlanma,
f) Haftalık harcama miktarını yarı oranında arttırma, daha uzun süreli yaralanma,
g) Tek kişilik odada televizyon bulundurma,
ğ) Hediye,
h) Takdir belgesi,
ı) Tavsiye mektubu ödülü verilebilir”miş!
7. Madde’nin 2. paragrafında:
“Çocuk hükümlü ve tutuklulara, yukarıda sayılanlar yanında anne ve babasıyla veya vasisi ile kurum personelinin yakın nezareti olmaksızın aile görüşmesi yapma ödülü verilebilir,” deniliyor.
Mantığa, zihniyete bakar mısınız?
Erişkinler bir yana, devlet çocuklar için bile “ödül” sistemini uyguluyor!
Bir çocuğun anne ve babasıyla iki ayda bir üç ile 24 saat arasından açık görüş yapmasının koşulu “ödül” olabilir mi?
Bunun insanlıkla, çocuk haklarıyla, çocuk psikolojisiyle hiçbir ilişkisi olmadığı çok açık!
İnsan hakları bakımından tüm tutsaklara koşulsuz tanınması gereken bu hakları, koydukları “ödül” sisteminde kullanabilmenin şartlarını da tüm ayrıntılarıyla düşünüp, formüle etmişler.
Ve Yönetmelik’in 8. Maddesinde de bunları alt alta dizmişler:
(1) Disiplin cezası almamış veya kaldırılmış hükümlü ve tutuklulardan aşağıda sayılan tutum ve davranışların bir veya birkaçını sergileyenler, diğer davranış türlerine de açıkça aykırı davranmamaları halinde ödüllendirilebilir:
a) Tutum ve davranışları ile diğer hükümlü ve tutuklulara iyi örnek olmak,
b) İyileştirme faaliyetlerine geçerli mazeret dışında sürekli katılarak üstün başarı göstermek,
c) İş, eğitim ve öğretim faaliyetlerine geçerli mazeret dışında sürekli katılarak üstün başarı göstermek,
ç) Kurumdaki kişisel ve ortak kullanım alanları ile bu yerlerde bulunan eşyaların temizlik, düzen ve korunmasına azami özen göstermek,
d) Kurum içi ya da dışındaki sosyal kültürel veya sportif faaliyetlere sürekli ve etkin bir şekilde katılarak kişisel gelişim göstermek;
e) Kurum işleyişini sürdürmek için gerekli olan kurum içi hizmetlerinin yerine getirilmesinde istekli olmak ve üstün gayret göstermek;
f) Uyuşturucu, alkol veya sigara bağımlısı olup da bu bağımlılıktan kurtulmak için kurumca yürütülen eğitim veya tedavi programlarına katılarak bu konuda gelişim göstermek,
g) Kurum asayiş ve düzenini tehlikeye düşürebilecek hukuka aykırı bir eylemin ortaya çıkarılmasını sağlamak.[Yani ispiyonculuk yapmak!-bn]
Alt alta sıralanan ve “iyi hal” olarak tabir edilen istekleri CİK’te yer alan tutuklu ve hükümlülere yasak edilen davranış ve isteklerle birlikte ele alındığında gerçek tablo o zaman net bir şekilde ortaya çıkaracaktır.
Zaten 1. madde siyasi tutsakların bu “ödüllendirme” sisteminden yararlanmalarının pek mümkün olmayacağını gayet açık ifade etmektedir.
(g) maddesindeki ispiyonculuğa dair de ekstra bir cümle kurmam gerekmiyor.
Yönetmelikte belirtilen “ödül”lerden yararlanıp, yararlanmayacağımıza ise, her hapishanede bulunan idare gözlem kurulu karar verecekmiş.
Ayrıca yönetmeliğin altına “mevzuat hükmü gereği” diye düştükleri notta:
“Hükümlü ve tutukluların talebi ile değil idare ve gözlem kurulunun resen ya da servislerden birinin teklifi ile hükümlü ve tutuklu hakkında ödüllendirme kararı verebilir.”demişler.
Bir de, diyelim ki idare gözlem kurulu birini ödüllendirme kararı aldı…
Ancak, henüz “ödül” yürürlüğe girmeden o kişiye bir disiplin cezası verildi.
Onu da unutmamış yasa koyucu:
“Madde 10-(3) Ödülün geri alınmasını gerektiren şartların ortaya çıkması halinde Kurul, henüz uygulamamış veya halen uygulanmakta olan ödülün derhal geri alınmasına karar verecek ilgiliye bildirir”miş!
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Hükümeti’nin demokratikleşme adımları böyle oluyor!
Ancak bilinmelidir ki, bütün haklar pratikte kullanılarak ve mücadele edilerek büyütülebilir, genişletilebilir!
Bunun için öncelikle bu haklarımızı “ödüllendirme” statüsünden çıkarıp, genel bir hakka dönüştürülmek için mücadele etmek gerekiyor.
Ve öyle sanıyorum ki, bu doğrultuda ilk iş de duyarlı hukukçulara düşüyor.
Bu yasanın iptali için Danıştay’a dava açmak neden bu doğrultudaki mücadelenin ilk adımı olmasın? (FE/HK)
* Füsun Erdoğan 20 Nisan 2013, Gebze Kadın Kapalı Hapishane