Rivayet odur ki zamanın iktidarı, ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Kurdaş’ı “Bu ağaçları kesin dibinde öğrenciler öpüşüyor” diyerek uyarmış. Kemal Hoca da demiş ki “O ağaçları kesemem, çünkü dibinde öğrenciler öpüşüyor”.
ODTÜ’ye bir yol bulup girmek isteyenler, amaçlarına ulaştı. İş makinaları okula davet üzerine girdi. Ankara Valiliği “protokol yapıldı” diye açıklama yaptı, Ankara Büyükşehir Belediyesi “rekor kırdık” diye övündü, TMMOB “protokol içeriği açıklansın” dedi, ODTÜ Mezunları Derneği “ellerimizle diktiğimiz ağaçlara kıydılar” diyerek üzüntülerini dile getirdi.
Hatırlayalım, ODTÜ’ye ilk kazma 2013 yılında bağlantı yolları yapıyoruz diyerek vuruldu. O dönemde Türk Tabipleri Birliği asıl meselenin Bilkent Şehir Hastanesine yol açmak olduğunu söylemişti. Açıklamayı yalanlayan da olmadı. Kim, nasıl yalanlayacaktı ki? İhaleyi alan şirket ÇED başvurusunda açık açık belediyeden yol yapmasını istiyordu. Yol yapılmazsa hastane için işlerin zor olacağını da söylüyordu.
Bilkent şehir hastanesine gidilecek yol olmadığını, planlamanın hatalı olduğunu, yer seçiminin yanlış olduğunu ve tabii temel olarak “dünyanın en büyük hastanesi” diye abartılan yapının aslen gereksiz olduğunu söylemiştik.
Dahası Bilkent şehir hastanesi ihalesini alan şirketlerin kendi içinde anlaşmazlık yaşadığı, taşeron şirketlere ödemelerin yapılmadığı, ilk bulunan finansmanın buharlaştığı, yenisinin bulunması için ofis çalışanlarının eline mala tutuşturulup şantiyede figürasyona yollandığı, para yokluğunda cam olması gereken yerlerin kör duvar yapıldığının konuşulduğunu da anımsatalım.
Bu arada şirket ihale bonusu olarak Sağlık Bakanlığı’na da bina yaptı, birimler de buraya taşındı. Danıştay binasına komşu oldular. Bu bina için de Sağlık Bakanlığı kira ödeyecek. Hani Sıhhiye’de bakanlık arayacaklar için söylüyorum. Söylemeden geçmeyelim Bilkent şehir hastanesinin içine trijenerasyon ünitesi kuracak şirketler. Bu sayede “enerji santrali” işine de girmiş olacaklar. Eğer hastanenin ihtiyacından fazla üretim yaparlarsa bunu da sisteme verecekler, kim bilir belki de satarlar. Söylenen o ki eğer bu santral gerekli ölçülere uyulmadan yapılırsa azot yağmurlarına neden oluyormuş.
Hazine’nin arazisine hastane yap, 25 yıl çıtır çıtır kiranı al, üstüne Sağlık Bakanlığı’na hizmet sat, bu gelirlerin tümüyle KDV muafiyetine girsin, vergilerden harçlardan muaf ol, kredi borçlarına kapı gibi devlet kefil olsun, yüzde 70 doluluk garantisini al, hastane dolsa da dolmasa da paranı al, her attığın imzaya devletliler ellerinde makas koşa koşa gelsin! Yol derdi de çözüldü nasıl olsa, tıkır tıkır gelir paralar, patır patır yapılır inşaat artık değil mi? Hiç sanmam.
Yazının başlığına dönecek olursak, malum ODTÜ ormanı teker teker elle dikilmiş ağaçlarla oluşturulmuş; o nedenle çok kıymetli, ama Ankara bozkır ve asıl doğal zenginliği bozkırı. Anılarla bezenmediği, el emeği olmadığı için göze görünmeyen o çalılar, içinde yaşayan kendine özgü canlılarıyla asıl doğa zenginliği. ODTÜ’nün çevre mühendisleri bizden iyi bilir, yanlış varsa düzeltirler. ODTÜ’nün iktisatçıları da bizden iyi bilir, bu proje yaşamaz. ODTÜ’nün mimarları, şehir plancıları da bilir ki bu işin kendisi de yer seçimi de yanlıştır. Gel gör ki ODTÜ’nün rektörüne mesele anlatılamamış demek ki. Meseleyi anlasa Prof. Dr. Kemal Kurdaş’ın koltuğunda oturan biri ağaçlara nasıl kıyardı ki? (ÖE/HK)