Ahmet Altan’ın “O Yıl"* romanını okumaya başladığım gibi bitirdim. Son sayfada Efronya’nın hayata gözlerini yumup sayfa kapandığında, 400 sayfalık kitabı elimden bırakmadan romanın kahraman kadınlarını düşündüm.
İstanbul’da saray muadili konaklarda başlayıp Suriye çöllerine, kimliksiz hatta adsız; kimi yerlerde sadece “Ermeni orospusu” olarak aşağılanan ama dik, onurlu duruşundan asla taviz vermeyen Efronya(ları) düşündüm.
Sonra kendisine rakip olduğunu bilmesine rağmen sevgisini hep kalbinde taşıdığı adam, bir Osmanlı zabitanı Albay Ragıp’a Efronya’yı bulması için destek olan; onu, bir Alman sıhhiyecisinin çektiği fotoğraf karesindeki dik duruşu ve bakışlarından tanıyıp bulunmasını sağlayan Dilara’yı düşündüm.
Dilara’nın gelini, Hikmet’in eşi, edebiyat tutkunluğuyla “Tarih boyunca kimse kimseye saldırmasaydı, kimse kimseye düşman olmasaydı, herkes kendi toprağını ekip biçseydi, kendi toprağının bereketinden beslenseydi, savaşmasaydı, dünya bugün olduğundan daha kötü bir yer mi olacaktı? Bilmem ki bunca düşmanlık insanoğluna ne kazandırdı?” sözleriyle Dilevser’i düşündüm…
Hikâyeyi, onca zulmü anlatmayı “bir tek edebiyat başarabilir” diyen Dilevser’i elbette…
Ve elbette Rus Kontesi Anya’yı… Kendisini yangından kurtaran ve adeta ona yeni bir hayat bahşeden adam için, inançsız biri olduğu hâlde “Boş ver, bir imam nikâhımızı kıyar; sonra oturur şampanya içeriz” diyen Anya’yı da tabii ki…
Erkekler mi? Orada durun işte!
Başta fermanlı katliamın baş sorumlusu Talat olmak üzere Enver ve diğerleri… Koca bir etnik tebayı sadece inancı için değil, etnik aidiyeti nedeniyle topyekûn imhaya soyunan ve kendisinden çeyrek asır sonra bir başka soykırıma, Yahudi soykırımına ilham olmuş Talat…
"Tarih el feneri gibidir"
Öyle ki halkı “bahçe”, karar verici ve uygulayıcıları “bahçıvan” olarak gören bir zalimlik üzerinden “O bahçede zehirli otları temizledik” diyenler…
Katiller, kurbanın bağırmaması için gırtlağını kesmeden önce ağzını kapatırmış. Talat ve ekibi de önce toplumda söz sahibi gazeteci, yazar ve aydınları toplayıp sürüyor. Ve büyük bir cinayet işlerken adeta yenilmiş, kan revan içindeki imparatorluk kalıntısının bağrına bir hançer de kendileri sokmuş oluyorlar.
Erkeklerin içinde biri var ki, Albay (sonra Paşa) Ragıp… Sevdiği kadın için bütün unvanları, Çanakkale Zaferi kumandanlığını dahi öteleyen, önemsemeyen biri.
Bir erkek daha var: adı Osman; zamandan ve mekânlardan azade, ölüler diyarından konuşan, konuşturan, sorular soran biri…
Doğrusu “Alçaklığa giden yol, utanmayı unutmakla açılır” sözünün erdemiyle okumuş oldum O Yıl’ı. Ve kötülüğün sınır tanımazlığını da düşündüm.
“Tarih, el feneri gibidir” derler ya! Hangi yöne tutarsan, tuttuğun yönü aydınlatır fener. Gerisi görünmeyen, karanlıkta kalandır. İşte Ahmet Altan; eli, aklı ve edebiyatıyla o görünmeyen, görülmek istenmeyen yere tutmuş edebî fenerini…
Okuyun, ama fenerin ışığının aydınlattığı yerden. Çünkü hatırlananlar ve hakikat, edebiyatın kudretiyle bizlere “Ben buradayım” diyor. Yüzleşmeye cesareti olanlara tabii ki…
*"O Yıl”, Ahmet Altan, Everest Yayınları, 2025
(ŞD)







