15 Şubat bir halkın tarihinde kara günlerden biri. Aynı zamanda, o karanlığı yırtmak isteyen birçok insanın da günü. Bunlardan biri Mustafa Malçok!
Diyarbakırlı “çocuklar”dan biri Mustafa. 17 yaşının 15 Şubat’ında, arkasında “15 Şubat karanlığını yanan bedenler aydınlatacak” yazılı not, bir de ateş olmuş bir beden bırakmıştı. Tabii bir de insanı tekrar tekrar sorgulamaya iten bir irade, güç, direngenlik!
Her kentin, toplumun, hatta insanlık tarihinin dönüm noktalarını, tarihin akışına ters bir hareket belirler ya hani; işte Mustafa, Diyarbakır’da, Fiskaya’da başka türlü çıktı evden. Dünyadaki bütün gecekondu mahalleleri, yeni bir aynı güne uyanırken, Fiskaya’da bir çocuk başka uyandı o sabah.
Dişiyle, tırnağıyla tutundukları kentte gecekondulular, bir gün daha “dayanırlar” yaşama, Mustafa’nın o günü hariç. Gün ışımadan başlar onların işleri, güneşi göremesinler diye. O eşikten çıkan ilk adım, ekmek parası içindir. Yaşamı değiştirebilmenin umudunu korursa da o mahallenin ferdi, bilir ki aynı eziyet ve sefalet beklemektedir bugün de onu.
Bir tek Newroz sabahı farklıdır Fiskaya’ya!
Bir de 15 Şubat şafağı…
“Şafak özgürlüktür. Gece ile gündüzün barış köprüsüdür. Yaşamla ölümünse alt sınırı, fakat yaşama daha yakındır. Yaşamdır. Uyuşuk bedenlerin de en estetik masörüdür. Üşengeçlik de yaratır; lakin dinç de kılar Buğulu havası ise kör ve aydınlıktır. Ölümün çoraklığıyla, yaşamın albeniliğini görüp hissetmek isteyen, ayda en az bir kere şafakta uyanabilmeli!” denilmiş Zerdüşt Peygamberin Romanında. (Fermani Çetin/Zerdüşt Peygamberin Romanı)
O yüzden, o şafakta gülümsemektedir yüzü Mustafa’nın.
İlk önce ana mı düşer us’a, arkadaşlar mı, yoksa kavga mı… Bilinmez! Yine de her adımın yaklaştırdığı kavgadır. Ağaçlarının büyüdüğünü gördüğü tarlalardan, baharda yeşeren yazın sararan bahçelerden geçer de geçer.
Ateşe su lazımdır. Bulur. Dicle’nin sesinin karşısına kurulur!
Yeni bir yaşama, yeni adımlar lazımdır. Günün rutininden, üç öğünden başka. Bambaşka bir şey!
Bu da yetmez…
Zaman da önemlidir. Yeni bir adımı zamanında atmak.
Dımdım Kalesi’nin beklediğini nereden gördün oğul? Bir yandan Osmanlı’ya, bir yandan İran Şahı’na direnen o efsanevi güzellikteki Dımdım Dağı’nın insanlarını nasıl hissettin? Her iki orduya da direnen kale halkının, yolun sonuna gelindiğinde, esir düşmemek için kendilerini yaktığını nereden bildin oğul… Yanmak ile direnmenin farkını; hapislikteki erişmemiş bedeninin sabırsızlığını bastırırken mi buldun… Yoksa, koridorlarında hala çığlıkları duyulan Dörtler mi kulağına fısıldadı, ellerin tozlu çocuk koğuşundayken…
En küçük yaşında görmüşken ilk haksızlığı-eşitsizliği, oradan mı Dımdım’a, 5 no’luya, Diyarbekir surlarına, İzmir Kadifekale’ye selam göndermek istedi beynindeki tarihsel hücreler!
Mustafa!
Ateş eskidir Kürtlerde. Ve de kutsal. Yok eden değil, “yaşam veren, maneviyatı arındıran, kötülükleri kovandır”!
Bazen İran’da bir genç Kürt kadının bedeninde, adı “intihar”, astarı erk’e direniş olur.
Bazen Kawa’nın elinde zafer bayramı!
Dımdım’da esarete karşı özgürlüğün rengi!
Zerdüştlerin ilk ateşgahı Atravan’da, ekmek ve süt kurban edilen “iyi düşünce, iyi söz, iyi eylem” çağrıcısı olur.
Ateş kutsaldır coğrafyanda. Tıpkı hava ve toprak gibi…
O şafakta, ilk adımını attın eşikten. Havaydın. Soludun. Bir çocuk bedendin. Biliyordun ki birazdan ateş, akşama da toprak olur bu beden.
Ne çıkar ki doğadan…
Onurlu bir ruh’tan başka…
***
15 Şubat. Bir halkın kara olarak saydığı bir gün. Ve karartılmaya çalışılırken de yaşamlar, hep beyazlatma, aydınlatma, temizletme uğraşları… Ateşle büyüyen, ateşten öğrenen çocukların günü! O günü, kaderlerine atılan bir çentik sayan çocukların günü! Her yıl daha da büyüyen bir karanlık, bir çentik olarak saydıkları… Ve o çentiğe, ne kadar çok karşı çıkılırsa, ne kadar çok “yapmayın” dense de bedenlerini verdikleri gün…
Diyarbakırlı bu delikanlının, ölümden daha çok yaşamayı, yanmaktan daha çok direnmeyi öğrettiği gün.
Kırmızı güller ve kızıl düşlerle büyüyorsun çocuk! (MT/YY)