Harranlı Emine ile Harvard'lı Emily'den yaklaşık 15 yıl sonra Nusaybinli Evin ile Nişantaşılı Ebru aynı yıl doğdu.
Evin, babası ve akrabalarının imalatı briket bir evde mahalli ebenin yardımıyla, Ebru American Hospital'da hayata gözlerini açtı.
Evin, doktor yüzü görmeden, hastalandığında sadece anne şefkatiyle tesadüfen hayatta kaldı. Doğar doğmaz tattığı anne sütü içme keyfi, 1,5 yıl sonra bir kardeşinin doğmasıyla son buldu. Biraz büyüyüp de mevsimlik işçi olarak ailece çalışmaya gittiklerinde, o da kendisinden küçük kardeşlerinin bakımından sorumluydu. Hiçbiri doktora gitmedi, aşı olmadı ve kan grubu testi de dahil olmak üzere hiçbir test yapılmadı.
Ebru, doğumhaneden süitine alındı, hediyelere boğuldu, sürekli doktor gözetiminde büyüdü. O da sağlıklı bir bebekti. Ama olur da bir hastalığı çıkabilir diye periyodik kontrollerden geçirildi. En pahalı aşılar tam zamanında yapıldı, annesinin sütü ile tanışmadıysa da en kaliteli, en pahalı ve en moda mamalarla beslendi. Yediklerinin ona zarar vermemesi için tüm besinlere karşı testleri yapıldı. Uzmanının önerdiği şekilde, tam organik besinlerle beslendi. Daha dört yaşındayken sağ el işaret parmağı ile tehdit ettiği mürebbiyesinden ilk eğitimini aldı. Büyükannesi torununun yetenekli bir oyuncu olacağını düşündü içinden. En pahalısından bir koleje kaydı yapıldı.
Evin ve Ebru sekizci yaşlarının ortalarında, okullarda parasız dağıtılan sütü içen bini aşkın çocuğun zehirlendiğini öğrendiler. Ne Evin ne Ebru süt içmişti.
Süt zaten her şeyin gecikmeli geldiği Nusaybin'e ulaşmamıştı. Ebru'nun koleji ise içeriği kuşkulu olan sütü dağıtmaya değer görmemişti. İkisi de zehirlenmedi.
Evin hükümet sözcüsü bakanın "çocuklar aşırı dozda süt aldıkları için rahatsızlandı" açıklamasını dinledi, ilçeye her şeyden hızlı gelen TV haberlerinden. Uyuşturucu ya da ilaç gibi bir şey olduğunu düşündü paketli sütün, okulda parasız da dağıtılsa bir yudumdan fazla almaması, belki de hiç içmemesi en hayırlısıydı. Hem bayram değil, düğün değil bu yaşa değin kendisine hiçbir şey vermeyen devlet durduk yere niye süt versindi. Her iki çocuk da sınıfsal, toplumsal ve bölgesel olanakların yardımıyla bu badireyi atlattı.
Evin 4'lü sistemli eğitimin ilk 4 yılını ve eğitimini de tamamladığı yıl, güvenlik güçlerinin biber gazı sıktığı ve kalabalığa ateş açtığı bir kutlamada, plastik görünümlü gerçek merminin başına isabet etmesi sonucu oracıkta hayata gözlerini yumdu.
Yaşadığında tanımadığı hastanenin morguna cansız bedeni misafir oldu. Hayattayken tablet bilgisayarı olmadı, internete hiç bağlanamadı, hatta dondurmanın bile tadına bakmadı. Öyküsü erken bitti. Reklam kızı Harranlı Emine kadar şanslı değildi. Zaten Harranlı Emine öyküsü de tamamıyla kurgusal bir başarı öyküsüydü. Gerçek hayatta karşılığı yoktu.
Ebrunun öyküsü kaldığı yerden devam etti. Kolejin lisesinden mezun oldu. Reklamdaki Emily gibi Harvard Üniversitesi'ne kabul edilmese de Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) başka bir üniversitesine burssuz kayıt yaptırdı. Harranlı Emine kadar hızlı bir servis sağlayıcısı olmasa da en yeni teknoloji ürünleri ile tanıştı, ABD'deki hayatı twit olup uçtu.
Ülkesine döndü. Ebru'nun, gazetelerin ikinci sayfa fotoğraflarında sık sık kutlamalara katıldığı, kutlama yapılan otel ya da sarayların bahçe girişindeki güvenlik kulübelerindeki polisler ve trafik polisi dışındaki polislerden haberdar olmadığı, 10 yaşındayken kulağına çalınan "Güneydoğu'daki kutlamalarda polisin havaya ateş açtığı sırada ölen yaşıtı küçük kız" ara sıra aklını kurcalar. (AS)