Nükhet Duru tam yirmi yıldır İstanbul'un Açıkhava konser alanlarının birinde, tek başına sahne almıyordu.
Böyle gecelerin sonuncusu, 1999'da Rumeli Hisarı'ndaydı. Bir yıl önce çıkardığı akustik best-of albümü pek etkili olmamış; o sene yayınladığı EP de kitlelere pek ulaşmamış, ulaştıklarını da mutlu etmemişti. Haliyle, biraz buruk bir konserdi.
Ama Duru, her zamanki gibi çok iyi söylüyordu, hem Salim Dündar da uğramıştı da dünya gözüyle efsane şarkısı Aynalar'ı ondan canlı dinlemiştik.
Aradan geçen yirmi yılda, kendisini Cenk Eren ile yine Rumeli Hisarı'nda, Erol Evgin ve Candan Erçetin'le Harbiye'de (bu şahane gecenin DVD'si var) ve Kuruçeşme Arena'da, Timur Selçuk'la da yine Harbiye'de iki kez izledik. Bu konserlerin hepsi, farklı yönleriyle güzel ve etkileyiciydi.
En son 2015'te aynı yerde Yaşar ile çıktı. Uyumsuzluğun her anında hissedildiği, tatsız bir geceydi—neyse ki bu "ortaklığın" devamı gelmedi.
Kış mevsimlerinde de İstanbul'un tüm konser salonlarında, gece kulüplerinde, eğlence mekânlarında aralıksız sahne aldı bu yirmi yıl boyunca tıpkı öncesinde olduğu gibi. Onu Kadıköy'de küçücük bir tiyatroda da izledik, muhtelif otellerin içlerindeki pırıltılı barlarda da, Zorlu'nun bence böyle konserler için fazla büyük salonunda da, Cemal Reşit Rey'in ağırbaşlı atmosferinde de, Bakırköy'de yenilikçi bir operada da.
Galiba en güzeli ve üstüne en yakışanı, Sabancı Müzesi'ndeki Changa'da 2016 yazında yaptığı caz havalı programdı.
Ama, dediğim gibi, 20 yıldır bir açıkhava sahnesine, hem de şu anda elimizde tek kalan en büyüğüne, tek başına çıkmıyordu. Hem heyecan hem risk büyüktü...
Carmen yılları
Nükhet Duru, Türkiye'de popüler kültürün ve gösteri-eğlence dünyasının en uzun ömürlü, en istikrarlı isimlerinden biri. Yaklaşık 50 yıldır sahnelerde şarkı söylüyor veya müzikallerde oynuyor, kabare yapıyor. Çok satan albümler, unutulmaz şarkılar da yaptı; televizyona da bol bol program çekti ama bunlar bugün konumuz dışında.
Geçmişinde, uvertür olarak başladığı gazinolarda solistaltı olmuşluğu ve alaturka müzik icra etmesiyle elde ettiği (ve beş yıl sürdürdüğü) assolistliği de var,
Carmen gibi nice müzikalde başrolü de, Saz mı Caz mı gibi gösterilerde lokomotif olmuşluğu da, en iddialı gece kulüplerinde şov yapmışlığı da, konser alemine adapte olup en büyük salonları büyülemişliği de var.
Kariyerinde Gar Gazinosu ile Șan Tiyatrosu'nu, Çakıl ile Günay'ı, Maksim ile Rumeli Hisarını, Gala Kulüp ile Atatürk Kültür Merkezi'ni bu şekilde, bu zenginlikle bir araya getirebilen başka bir isim yok.
Bu mantıkla, "o çıkmayacak da kim çıkacak" diye düşünüyorsunuz ama tabii Türkiye'de işler öyle yürümüyor.
Öyle yürümeyen işlere, değişen değerlere, beklentilere, taleplere rağmen, hatta bazen kırılan hevesine, kendisine rağmen, küsmeyen, evine kapanıp kendini resim yapmaya ya da kolye dizmeye adamayan, sürekli yeniden kurulan dünyanın şartlarıyla belli belirsiz müzakere edip kendini, kendi inandığı ve hep arzuladığı şekilde var etmeyi bilen bir isim Duru.
O yüzden şarkı söyleme çabası ve müzisyen kimliğinde, bunca yıl sonra, hala ısrar ediyor oluşu ve üşenmeyip Açıkhava'ya tek başına çıkmak gibi bir "meydan okumayı" kabullenmesi gerçekten takdire ve hayranlığa şayan.
Gündem batakhanesinde yeri yok
Onu her yerde takip etmiş azılı hayranları olarak, giyindik süslendik, yedik içtik ve Açıkhava'nın yolunu tuttuk bir kez daha. Konuşmuyoruz ama içimizde de bir şüphe, "acaba dolmazsa morali bozulur mu, şevki kırılır mı" diye içimizden geçirmemeye çalışıyoruz.
Öyle ya, ortada dönen bir şarkısı yok, albümü yok, klibi yok. E bir rezilliği, skandalı zaten yok; gündem batakhanesinde haliyle yeri de yok.
Ama neyse ki tiyatro dolu! Millet mi özledi, onun bu yaz biraz dinlenmesi ve kendini saklaması mı etkili oldu, duyurular mı iyi yapıldı, uzun zamandır süren hazırlıklar ve bu konsere özgü kurgu mu iyi iletildi, kim bilir. Korkular boşa çıktı, herkes iyi müziğe hasret, kulaklar temiz, koltuklar rahatsız (bir Açıkhava klasiği) ve bu "nezih zümre" geceye tertemiz hazır.
Konserden önce, tiyatrodaki gibi (hala var mı bu adet, emin değilim) basılı program veriliyor, üzerinde şarkı sırası ve söz yazarı-besteci isimleri listelenmiş.
Amacını anlayabiliyorum ama ben konserde "acaba şimdi ne söyleyecek, onu da söyleyecek mi, bu da var mı" diye heyecanlananlardan biriyim ve şarkıcının doğaçlamasına inanırım.
Bilen bilir ki Nükhet Duru da çok güzel içinden geldiği gibi şarkı söyler, provasız falan ("prova halinde geziyorum" da der hatta). Dolayısıyla programı görünce bir anda çok sıkıştırılmış, elim kolum bağlanmış hissettim.
Neyse ki, bakmamayı ve yok saymayı çabuk öğrendim. Görmezseniz, sürpriz de bozulmuyor!
O gece izlediğimiz sıradan bir konser olarak düşünülmemişti.
Oğuz Utku Güneş'in yönetmenliğinde, Evren Ercan'ın proje tasarımı ile bir araya getirilen büyük bir ekibin imzasını taşıyan bir yapımdı. Çok sayıda müzisyenden oluşan ve mükemmel çalan Sinema Senfoni Orkestrası'nın yaptığı, farklı eserleri birbirine bağlayan bir prelüde ile başlayan gece, hepsi ayrı ayrı mükemmel, iz bırakmış şarkılar olan Al Beni de Yanına, Al Gönlümü Diyar Diyar Sürükle, Benimsin Diyemediğim ve İyi Oldu Gelmediğin ile devam etti.
Ayrı ayrı heyecanlar
Orkestra süper, Duru formunda, seyirci angaje, hava açık, hem çok sıcak da değil. Daha ne isteriz?
Duru'nun Ekim'de çıkacağı söylenen yeni düet albümünün içinde yer alacağını anladığımız bir belgesel-müzikal filmin fragmanını izledik. Ama açıkçası tam da anlamadık ne izlediğimizi.
Derken o albümde ve bu kısa videoda da yer alan Kenan Doğulu geldi sahneye ve Duru ile beraber unutulmaz Melankoli'yi ve kendi şarkısı Aşk Oyunu'nu söyledi.
Çoktan unutulmuş 1992 tarihli Aman Tanrım kasetinde, Doğulu'ya ait bir şarkıyı (Tak Etti Canıma) seslendiren Duru, böylece popüler müziğin bu önemli ismine 27 sene sonra teşekkür etmiş de oldu bir nevi.
Ya da Doğulu, Duru'ya. Madem böyle bir şıklık oldu, o şarkı da keşke mırıldanıverilseydi dedik, ama Doğulu tüm saygısı ve sevimliliği ile sahneden inmişti bile.
Ardından gelen vurucu şarkılar Ben Gene Sana Vurgunum, Çakır, Sevda, Yasaksa Yasak tabii herkesi duman etti.
Duru, Çakır'ı hiç söylemez sahnede, orada da belirtti zaten bunu; bu özel durum herhalde ayrı bir heyecan yarattı ki, sözler girişler çıkışlar hep karıştı ve bence olağanüstü olan bir beste, o gecenin görece zayıf anları arasında yer aldı. Yine de bu çok özel, eşsiz şarkıyı hem de 2019 yılında canlı dinlemek de varmış deyip sevindik.
Sürpriz: Dağınık Yatak
1970'lerin başında, henüz "olmamışken" bir radyo programında söylediği Ayten Alpman şarkısı Unutsana'nın o gün Orhan Boran tarafından yapılan sunumu ve "küçük" Nükhet'in "büyük" yorumu, orkestra tarafından çalınması ve bugünün Duru'sunun icrası ile iç içe geçti. Çok güzel oldu bu hoşluk da.
Sıradaki, dramatik ve teatral şarkı Kaldırımlar, malum olduğu üzere, Türkiye'de o zamanki tabirle "hayat kadınlarının" hayatını anlatan ilk şarkıdır. O gece tekrarlanmasa da bu şarkının yaratılmasına yol açan ilhamın trajikomik bir hikayesi var.
Duru, yaşı küçükken Gülizar Gazinosu'nda çalıştığı için polis tarafından alınıp zührevi hastalıklar merkezine kontrole götürülür ve orada muayeneyi beklerken seks işçileri ile tanışır, konuşur...
Çok da güçlü, sağlam bir şarkıdır zaten ve Duru da bu şarkıyı hep çok büyük söyler. Yine söyledi, yine dağ taş irkildi, tüylerimiz yine ürperdi ve sonrasında bu şarkıyı Türkiye'de sürüp giden kadın cinayetlerine bağladı. Alkış, öfke, kıyamet.
Derken bir sürpriz. Yine sahnede hiç söylenmeyen 1989 tarihli dört başı mamur Benim Yolum albümünden bir Murathan Mungan-Selim Atakan şarkısı:
Dağınık Yatak. Orijinal düzenlemesine sadık kalınarak, çok güzel çalındı ve derin bir duygusallıkla söylendi. Duru'nun bugüne kadar yazdığı beş şarkıyı söylediği dostu Mungan da oradaydı ve o da coşkuyla alkışlandı.
Biz de acaba, 1987'den kalma Bir Tek Sevgili de söylenir mi diye heves ettik ama olmadı.
İlk yarı, efsane şarkı Beni Benimle Bırak ile bitti. Bu arada şarkıyı düzenleyen Timur Selçuk'a samimi teşekkürler edildi, o da alkışlandı tabi.
Aradan sonra, tam dört vurucu şarkı üst üsteydi: Geberiyorum, Destina, Seninle, Harp ve Sulh. Bu sonuncusundan (ki her anlamda olağanüstü bir şarkıdır, diğerleri gibi) sonra tempo yükseldi. Art arda belki daha önce hiç çalınmadığı kadar iyi bir Dostluğa Davet, Güneş ve Cambaz dinledik.
Hakkını veren bir Mahmure
Peşinden gelen ve gecenin sürprizlerinden sayılabilecek sosyalist çocuk şarkısı Trik Trak evet Nükhet Duru'nun 70'lerde çıkan bir plağında cidden yer almıştı ama bu geceye niye taşınmıştı ben açıkçası anlamadım.
Hemen ardından gelen 44 yıllık klasikler, Gerisi Vız Gelir Bana ve Anılar, ile program resmen tamamlanmış oldu. Sonuçta bakmamaya çalışsam da, elimdeki kâğıtta yazıyordu.
Perdenin kapanmasının ardından tekrar sahneye davet edilen Duru, bu kez Mahmure'yi söyleyip hafifçe de dans ederek performansını noktaladı.
Mahmure'yi böyle bir orkestra ile dinlemek de bu gecenin değişik tecrübelerinden biri oldu. Elbette kötü bir şarkı değil, ama işte ne yaparsınız, imajı bozuk. Kolay kolay düzelmez de...
Ne kadar tecrübeli bir şarkıcı ve doğuştan muhteşem bir yorumcu olursa olsun, bu kadar büyük bir orkestranın ve seyirci kitlesinin önünde iki buçuk saat, bir kısmı uzun yıllardır söylenmeyen şarkıları büyük oranda hatasız, tüm nüanslarıyla, teknikleşip soğutmadan, her zamanki insan sıcaklığını koruyarak ama hakkını da vererek seslendirmek hiç kolay bir iş değil.
Duru, elbette ülkenin en namlı şarkıcılarından, en büyük yorumcularından biri (bana göre birincisi) ama yine de gözle görülür heyecanına rağmen bu geceki gücüne, dirayetine, yaydığı enerjiye ve hakimiyetine şapka çıkartmamak imkânsız.
Orkestra ve Duru
Bir piyano ve bir gitarla da çıksa, yine dinler ve hayran oluruz, ama uzun zamandır gittiğimiz farklı ortamlardaki konserlerinde bir orkestra sorunu olduğunu düşünüyordum.
Böylesi büyük bir grup enstrümanın önünde, çok zengin düzenlemelerle dinleyince, bir kere daha aradaki farkı anlamış oldum.
Orkestranın bazı yerlerde yavaşlaması, geriye çekilmesi, her an tüm güçle ve bazı senfonik konserlerde olduğu gibi sersemletici bir yoğunlukta çalmaması, Duru'ya aralık tanıması da ayrıca çok ustaca hazırlanmıştı.
Tabii her hayranın gittiği her konserde aklına gelen, içinden geçen ancak repertuvarda kendine yer bulamayan şarkılar olur, normal. Solist Duru ve hayran da ben olunca, bu şarkılar yüzlere varıyor.
Hatta bir gece bir programdan sonra kuliste kendisine "Gel de Yola Düşme de olsaydı keşke" deyince, "Sen bizi gazinodan attırmak mı istiyorsun?" demişliği de vardır. Haklı tabii.
Benim isteklerim hep kimsenin hatırlamadığı-bilmediği, kenarda köşede kalmışlar yönünde olsa da, Bir Nefes Gibi'nin, Ali'nin, yine Gel de Yola Düşme'nin, Neydi Neydi'nin, İstanbul İstanbul'un hatta belki iyice fantezi sayılabilecek Halden Hale'nin, Sesini Duyur'un, Canım Yanar'ın da olabileceğini ummuştum. Neyse, nasılsa "gençliğimiz var", onları da başka konserlerde dinleriz.
AKM bile artık yok ama...
Ne de olsa Duru'nun konserin sonunda "helal ettiği" en güzel yıllarını beraber yaşadık (ben biraz geriden gelip, arayı kapatarak); yine onun sözleriyle "varlığımızla, katılımımızla ve arkadaşlığımızla" onun yanında olduk.
Benim gibi tutkulu hayranları, üzerine de titredik, hayatımıza ses yaptık, ortak ettik. O yüzden çıkarken içimizden belli belirsiz bir hüzün geçti, "sanki veda konseri gibiydi" dedik.
Oysa biliyoruz ki daha nice şarkılar, albümler ve geceler göreceğiz Nükhet Duru ile. Gazinolar, Rumeli Hisarı, Șan Tiyatrosu ve hatta Atatürk Kültür Merkezi bile artık yok ama o ve biz buradayız, bazen hatta belki sık sık kendimize rağmen. (CÖ/PT)
Fotoğraflar: Cenk Özbay