Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi tarafından görülecek Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) davası hemen her gün gündemde yer buluyor.
Gözler, akreditasyon tartışması ve sonrasında Anayasa Mahkemesi’nin yenileme kararı nedeniyle son anda 6 Mayıs’a ertelenen davaya çevrilmişken, Almanya aşırı sağcı oluşumlarla mücadele yolları arıyor. Bu meselelere ilgi yeni değil, ama kayda değer adımların atılması adına konuyu gündemde tutmak önemli. Almanya son olarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin Evrensel Periyodik İnceleme toplantısında aşırıcı sağcı saldırılar ve yabancı düşmanlığı konusunda ter döktü.
BM İnsan Hakları Konseyi’nin 25 Nisan 2013 tarihli Evrensel Periyodik İnceleme toplantısında ülkeden, 2000–2007 yılları arasında sekizi Türkiyeli 10 kişinin ölümünden sorumlu tutulan NSU cinayetlerinin aydınlatılması ve yabancı düşmanlığına dair soruların yanıtlanması istendi. Federal Hükümet İnsan Hakları Sorumlusu Markus Löning cevap niteliğindeki konuşmasında, “soruşturmadan sorumlu merciler cinayet saikinin tespit edilmesinde başarılı olamamış ve bu nedenle katiller yakalanamamıştır” ifadesini kullandı. NSU cinayetlerinin Federal Hükümet, Federal Meclis ve yargı nezdinde çok ciddiye alındığı vurgusunda bulunan Hür Demokrat Partili (FDP) Löning, cumhurbaşkanı ve şansölyenin kurbanların ailelerinden dilediği özrü “bir kez daha konsey önünde kesin biçimde yinelemek istediğini” belirtti.
Almanya’da Türkler “endişeli ve güvensiz”
Almanya Federal Meclisi bünyesinde kurulan araştırma komisyonu cinayetleri aydınlatmak için araştırmalarına devam ediyor. En son gerçekleştirilen oturumda, Berlin Eyalet Polisi yetkilileri 10 yıl içinde kendilerine ulaşan önemli bilgileri gerekli mercilere iletmedikleri için komisyon tarafından ciddi biçimde eleştirilmişti. Yedi yıllık bir sürece yayılan cinayetlerin Neonazi bağlantısının geç de olsa tespit edilmesinin ardından, aşırı sağcılara ilişkin bilgilerin tek bir merkezde toplanması kararlaştırılmıştı.
İlgili cinayetlerin aşırı sağcı bağlantıları işaret etmesinin ardından medyanın ‘döner cinayetleri’ tanımlaması yerini ‘Neonazi cinayetlerine’ bıraktı. Bu süreçte Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi tarafından gerçekleştirilen ve Almanya’da yaşayan Türklerin görüş ve duygularına yer verilen araştırma(*), sonuçları açısından önem taşıyor. Araştırmada, Türkiyelilerin yüzde 78’inin “cinayetleri Almanya toplumu ile değil, çok küçük/radikal bir grupla ilişkilendirdiklerinin”, yüzde 77’sinin “Neonazi cinayetlerinin devam edeceği görüşünde” olduklarının ve bu anlamda “Türklerin Almanya devletine karşı güvenlerinde ciddi bir kırılma olduğunun” altı çiziliyor.
Araştırma sunumunda ayrıca “bütün bu tabloya rağmen Türkler Almanya’nın ayrılmaz bir parçası haline geldiklerini ve Almanya’da kalıcı olduklarını ortaya koyuyorlar. Türklerin yüzde 77,38 gibi çok önemli bir bölümünün Almanya’da yaşamaya devam etme iradesi içinde oldukları görülmektedir” deniyor.
Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin yüzde 87’sinin cinayetlere dair gelişmeleri çok yakından takip ettikleri ve bu noktada haber kaynaklarının Türkiye medyası olduğu tespit edilmiş. Türkiye medyasının NSU davasındaki yeriyse ayrı bir tartışma konusu olmuştu.
Akreditasyon tartışması
Davanın görüleceği duruşma salonunda basına 50 kişilik yer ayrılması ve başvurusu sırasına göre yerlerin dağıtılması sonunda, bazı gazetecilerin akreditasyon uygulamasının ayrıntılarından daha erken haberdar edildiği saptanmıştı. Türkiye basınından hiçbir kuruluşun davanın görüleceği duruşma salonunda daimi yer alamaması üzerine Sabah Gazetesi, Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu ve böylece Türkiye basınına ayrılacak dört kişilik kontenjan sabit tutulmak üzere duruşmayı takip edecek gazetecilerin sil baştan kura yoluyla belirlenmesi kararlaştırıldı.
Son durum: Canlı yayına red
Ulusal ve uluslararası anlamda ilgi büyük olunca fiziksel mekân sorunu gündeme gelmiş ve dava müdahilleri söz konusu davanın başka bir duruşma salonunda canlı yayınlanması talebinde bulunmuştu. Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi böyle bir talebin “temyiz nedeni” olarak görülebileceğini gerekçe göstererek talebi geri çevirdi. Nihai karar merci olarak Alman Anayasa Mahkemesi ise başvuru sahiplerinin temel haklarının ihlal edildiği suçlamasının yeterli ölçüde gerekçelendirilemediğini belirterek talebin geçersiz olduğunu açıkladı. (GAW/ÇT)