Bir kavram olarak “barış gazeteciliği” son yıllarda gazetecilik ve haber çalışmalarında yaygın olarak kullanılmaya başladı. McGoldrick ve Lynch’e (2000) göre, barış gazeteciliği terimini Johan Galtung 1970’li yıllarda ilk kez dile getirmiştir.
Bugüne kadar barış gazeteciliğini konu alan birkaç kitap yazılmış (örneğin Lynch ve McGoldrick, 2005; Wolfsfeld, 2004) ve oldukça çok sayıda da makale yayımlanmıştır. Barış gazeteciliği fikrinin yayılmasına öncülük eden Jake Lynch ve Annabel McGoldrick, barış gazeteciliğini yayımladıkları kitapta oldukça işlemsel biçimde tanımlamışlardır: “Barış Gazeteciliği, editörlerin ve muhabirlerin çatışmaya ilişkin şiddet içermeyen tepkilere daha fazla değer verilmesi noktasında toplumu cesaretlendirecek -hangi haberlerin verileceği ve bunların nasıl sunulacağı konusunda- tercihler yapmalarıdır” (2005, p. 5).
Sevda Alankuş ise barış gazeteciliğini şöyle tanımlamaktadır: “Barış gazeteciliğinin birçok tanımı var, ancak nasıl yapılacağı konusunda üzerinde uzlaşılan şu: Herhangi bir çatışma konusunu –ki bu etnik, dinsel, ulusal topluluklar, farklı cinsler, sınıflar ya da iki birey arasında olabilir- futbol söyleminin temellendiği gibi ‘kazanmak –ya da- kaybetmek’ gibi bir ikili karşıtlıkla haberleştirmemek” (2006: 1).
Bu çalışmanın konusunu da barış gazeteciliğini önündeki engeller ve olası çözüm önerileriyle tartışmak oluşturmaktadır. Böylesi bir yazı kaleme almamızın nedeni ise bir taraftan yaşadımız zaman diliminde meydana gelen şiddet, savaş ve çatışma olaylarına pasif birer seyirci olarak kalmamak, öte taraftan ise halkı dışsal dünyada neler olup bittiğinden haberdar ettiklerini öne süren medya organlarının barışı ve barış söylemini gündemde tutmadaki potansiyel gücüne olan inancımızdır.
Bu amaçla şöyle bir izlek belirlenmiştir: Öncelikle barış gazeteciliğinin teorik olarak nasıl ele alınabileceği irdelenecek; daha sonra benimsenebilecek bir duruş/bakış olarak barış gazeteciliği önermeleri yinelecek ve barış gazeteciliğini hayata geçirmenin önündeki engeller ve olası çözüm önerileri belirtilecektir.
Yazı boyunca daha fazla ilerlemeden duruşumu netleştirmek gerekirse: Barış gazeteciliğinin normatif (kuralcı) bir kuram olarak değerlendirme eğilimindeyim. Çünkü kavram özünde normatif bir önermeyi barındırmaktadır: “Medya, barışı özendirmede ve desteklemede pozitif bir rol oynamalıdır.”
Medyaya böylesine bir yükümlülük atfedildiği için, gazetecilerin ne yapmaları, nasıl yapmaları ve neden yapmaları konusunda yol gösterdiği için betimleyici değil, normatif bir kuramdır. Maslog, Lee ve Kim’in de özlü olarak belirttiği gibi, kuram “barış gazeteciliğinin getireceği yararları” özetlemekte ve “barış gazeteciliğinin nasıl yaşama geçirilebileceğini” ayrıntılarıyla ortaya koymaktadır (Maslog, Lee ve Kim, 2006: 23).
Normatif medya kuramları, medyanın oynaması gereken rolleri ve işlevleri vurgulayan kuramlardır. Bu kuramların betimleyici medya kuramlarından farkı, “doğru” yaklaşımı buyurmalarıdır. Yani buyurgan bir terminoloji ile ifade edilirler.
Daniel Hallin’in de belirttiği gibi, “iletişim çalışmaları ve özellikle de gazetecilik çalışmaları özünde büyük ölçüde normatif bir karaktere sahip olagelmiştir. Bunun kısmi nedeni profesyonel gazetecilik eğitiminden kaynaklanmıştır. Gazetecilik eğitiminde, gazeteciliğin ne olması gerektiği, ne olduğunun ve niçin öyle olduğunun ayrıntılı analizinden çok daha önemli görülmektedir” (Hallin, 2004: 5).
Denis McQuail’in belirttiği gibi, normatif medya kuramları, medyanın, “belli toplumsal değerlerin gözlemlenebilmesi ve elde edilebilmesi için” nasıl işlemesi gerektiğine odaklanan kuramlardır (Aktaran, Zelizer, 2004: 146).
Böylesi bir bakış açısından, barış gazeteciliği kolaylıkla normatif bir kuram olarak değerlendirilebilir. Çünkü gazetecilerin belli yükümlülükleri olduğunu ileri sürmektedir.
Barış gazeteciliği fikrini, Theodore Peterson (1963) tarafından çerçevesi çizilen toplumsal sorumluluk kuramına dayandırmak mümkündür. Peterson’a göre, “basın, çağdaş toplumda kitle iletişimin yaşamsal işlevlerini yerine getirmede topluma karşı sorumludur” (Peterson, 1963: 74). Bir kez daha hatırlayalım toplumsal sorumluluk kuramı, özgürlükçü (liberal) medya anlayışının olumsuz sonuçlarına bir tepki olarak geliştirilmiştir. Kuram özünde, medyanın sahip olduğu özgürlüğü sorumlu biçimde ve toplum yararına kullanması gerektiğinin altını çizmektedir.
Barış gazeteciliğinin önermeleri
Barış gazeteciliğinin normatif ve profesyonel olmak üzere iki temel önermesi vardır. Normatif önermeye göre, eğer medya çatışmanın tarafları arasındaki gerilimi artırmada olumsuz bir rol oynayabiliyorsa, barışı özendirmede olumlu bir rol de oynayabilir pekala (Shinar, 2004: 2). Burada sorulması gereken soru, “medya barışı özendirmeli midir?” Eğer yanıtımız evetse, ikinci soru şudur: medyanın barışı özendirmesini nasıl sağlayabiliriz? Dov Shinar (2004: 2), medyanın aşağıda sıralanan engellere karşın barışı özendirmekten kaçınmaması gerektiğini savunmaktadır. Ona göre temel engeller şunlardır:
a) Barışı özendirme çabalarının nesnellik anlayışı ile çelişeceğini savunan tutucu (muhafazakâr) itirazlar;
b) Barışın hangi versiyonunun özendirileceği konusundaki kuramsal ve pratik sorunlar;
c) Medyanın yapısında var olan ekonomik ve politik engeller.
Her ne kadar barış gazeteciliği yeni bir kavram olsa da, kavramın temelinde yatan düşünceyi iki önemli UNESCO belgesinde bulmak mümkündür.
Birinci belge, 1978 yılında Paris’te toplanan UNESCO Genel Konferansı’nın 20. oturumunda kabul edilen “Kitle İletişim Araçları Bildirgesi”dir[1]. Bildirgenin tam adı şöyledir: Kitle İletişim Araçlarının Barışı ve Uluslararası Anlayışı Güçlendirmesine, İnsan Haklarını Özendirmesine ve Irkçılığa, Irk Ayrımcılığına ve Savaş Kışkırtıcılığına Karşı Konulmasına Katkısıyla ilgili Temel İlkeler Bildirgesi.
Bildirgenin 3. maddesi şöyledir:
1- Kitle İletişim Araçları (medya) barışın ve uluslararası anlayışın güçlendirilmesine ve ırkçılığa, ırk ayrımcılığına ve savaş kışkırtıcılığına karşı konulmasına katkı koymak zorundadır.
2- Saldırgan savaşlara, ırkçılığa, ırk ayrımcılığına ve genelde önyargıların ve bilgisizliğin ürettiği diğer insan hakları ihlallerine karşı koymada medya, tüm halkların hedefleri, özlemleri, kültürleri ve gereksinimleriyle ilgili bilgileri aktararak halklar arasındaki bilgisizliği ve yanlış anlamaları ortadan kaldırmaya, bir ülke insanlarını diğerlerinin gereksinimlerine ve arzularına daha duyarlı hale getirmeye, ırk, cinsiyet, dil, din ve milliyet ayrımı yapmadan tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarına ve onurlarına saygı gösterilmesini sağlamaya ve yoksulluk, yetersiz beslenme ve salgın hastalıklar gibi insanlığın başına bela olan büyük felaketlere dikkat çekmeye katkıda bulunabilir ve böylece devletlerin, uluslararası gerilimlerin azaltılmasına ve uluslararası anlaşmazlıklara barışçı ve eşitlikçi çözümler geliştirmelerine yönelik politikalar oluşturmalarını özendirebilir.
İkinci UNESCO belgesi, “Profesyonel Gazetecilik Etiği Uluslararası İlkeleri” adını taşımaktadır. Belge, 1983 yılında UNESCO’nun himayesinde gerçekleştirilen, uluslararası ve bölgesel gazetecilik örgütlerinin dördüncü danışma toplantısında benimsenmiştir.
Tüm dünyada 400 bin gazeteciyi temsil eden sekiz uluslararası ve bölgesel gazetecilik örgütü bu önemli etik kod’u onaylamıştır. Gazetecilik örgütleri şunlardır: Uluslararası Gazeteciler Örgütü (IOJ), Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ), Uluslararası Katolik Basın Birliği (UCIP), Latin Amerikalı Gazeteciler Federasyonu (FELAP), Latin Amerikalı Basın Çalışanları Federasyonu (FELATRAP), Arap Gazeteciler Federasyonu (FAJ), Afrikalı Gazeteciler Birliği (UJA) ve Asyalı Gazeteciler Konfederasyonu (CAJ).
Bu etik ilkeler belgesinin iki ilkesi doğrudan barış gazeteciliğiyle ilgilidir. Evrensel Değerlere ve Kültürlerin Çeşitliliğine Saygı başlıklı sekizinci ilke şöyledir:
“Gerçek gazeteci, barış, demokrasi, insan hakları, toplumsal gelişme ve ulusal özgürleşme gibi insanlığın evrensel değerlerini savunur. Gazeteci, toplumun demokratikleşmesine yönelik toplumsal dönüşüme etkin bir biçimde katılır ve diyalogla uluslararası ilişkilerde barışın ve adaletin yeşerebileceği bir güven ikliminin oluşumuna katkıda bulunur.”
Savaşın ve İnsanlığın Karşı Karşıya Kaldığı Diğer Büyük Kötülüklerin Yok Edilmesi başlıklı dokuzuncu ilke gazetecilerin etik yükümlülüklerini hatırlatmaktadır:
“İnsanlığın evrensel değerlerine etik bağlılık, gazetecilerin saldırgan savaşları, şiddeti, nefreti, ayrımcılığı, özellikle de ırkçılığı ve ırk ayrımcılığını körüklemesinden veya haklılaştırmasından kaçınmasını gerektirir. Böylece gazeteciler, halklar arasındaki bilgisizliğin ve yanlış anlamaların ortadan kaldırılmasına yardımcı olabilir, bir ülke insanlarının diğerlerinin gereksinimlerine ve arzularına duyarlı hale gelmelerini sağlayabilir.”[2]
Barış gazeteciliğinin profesyonel önermesi, gazetecilik meslek örgütlerinin, gazetecilerin, çatışma içeren durumlarda barış yanlısı haber üretmelerinde yol gösterici etik ilkeleri benimsemeleri çağrısı yapmaktır (Shinar, 2004: 2).
Dünyada bu yönde atılmış -az olsa da- iyi gelişmeler de vardır. Örneğin, 1998 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından hazırlanan Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nin üçüncü maddesi barış gazeteciliği fikrine gönderme yapmaktadır:
“Gazeteci, başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Irk, etnisite, cinsiyet, dil, milliyet, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve saygınlığını tanır. İnsanlar, topluluklar ve uluslararasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Bir ulusun, bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerini ve inançlarını/inançsızlığını doğrudan saldırı konusu yapamaz. Gazeteci, her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici ve kışkırtıcı yayın yapmamaya özen gösterir”[3]
Bir başka iyi örnek de Beyaz Rusya Gazeteciler Cemiyeti’nin kabul ettiği Profesyonel Gazetecilik Etiği İlkeleriisimli belgedir. Etik kod’un dördüncü maddesine göre, “gazeteci, evrensel insanlık değerlerini her şeyin üstünde tutarak, insanlık, barış, demokrasi, toplumsal gelişme ve insan hakları için çalışır. Gazeteci, her türden saldırganlığı, şiddeti, nefreti, ayrımcılığı, totalitarizmi ve tiranlığı onaylamaktan kaçınır”[4]
Barış gazeteciliği önündeki engeller
Gadi Wolfsfeld (2004: 1), medyanın barışı özendirmede merkezi bir rol oynayabileceğini savunur. Ona göre medya, barışın getirebileceği yararları vurgulayabilir, barış için çalışan gruplara ve liderlere meşruluk kazandırabilir ve düşmanın imgelerini değiştirmeye yardımcı olabilir. Ne var ki, “medya sıklıkla barış girişimlerini yıkıcı bir rol oynamaktadır” (Wolfsfeld, 2004: 15).
Barış gazeteciliğinin önündeki engelleri ortaya koyarken, haber oluşturma süreçlerini ele alan iki modelden yararlanacağım. Shoemaker ve Reese (1996) tarafından geliştirilen ilk model beş hiyerarşik düzlem üzerine kurgulanmıştır: bireysel düzlem, medya rutinleri düzlemi, kurumsal düzlem, medya dışı düzlem ve ideolojik düzlem (s. 64).
İkinci model Doğan Tılıç (2001) tarafından geliştirilmiştir ve büyük ölçüde ilkiyle benzerlikler göstermektedir. “Medya İşleyiş Sistemi Modeli” olarak adlandırılan bu modeli Türk ve Yunan gazetecilerinin karar alma süreçlerini açıklamada kullanan Tılıç’a göre birbiriyle iç içe geçmiş beş düzlem söz konusudur: medya ortamı, medya sahipliği, medya kurumları, gazeteciler ve okuyucular/izleyiciler (Tılıç, 2001: 55).
Bu iki model birbiriyle benzerlik taşımanın ötesinde benzer karar alma süreçlerinden söz etmektedirler. Ama ben barış gazeteciliği önündeki engelleri üç düzlemde ele alacağım.
Bireysel düzlemde yer alan engeller
Bu düzlemde iki tür gazetecilik değeri etkindir: profesyonel gazetecilik kodları ve haber değerleri. Profesyonel gazetecilik kodları üzerine yapılan araştırmalar, gazetecilerin çoğunluğunun tarafsız haber aktarıcısı rolünü benimseme eğiliminde olduklarını ortaya koymaktadır (Weaver, 1998; Irvan, 2006).
Gazetecilerin rol algılamalarının haber tercihlerini güçlü biçimde etkilediği varsayılmaktadır. Ayrıca, barış gazeteciliği fikri bazı profesyonel gazetecilerin eleştirilerine maruz kalmaktadır.
Örneğin David Lyon (2003), barış gazeteciliği felsefesinin gazetecilik mesleğinin güvenilirliğini zedeleyeceğini savunmaktadır: “Bizim asli görevimiz ne olup bittiğini araştırıp bulmaktır, başka bir amacımız olamaz. Eğer çatışmaların çözümlenmesi yönünde çabalar varsa, bu çabaları bağlamı içinde aktarırız. Çatışmaların çözümlenmesi çabalarına katılmayız” (p. 2).
Gazetecilerin nesnellik anlayışı da barış gazeteciliği önünde bir engel olarak algılanabilmektedir.
Örneğin Johan Galtung bu noktada ilginç bir yoruma sahiptir: “Nesnel gazetecileri görmek istiyorum. Bununla kastettiğim, çatışmanın tüm taraflarına yer verebilen gazetecilerdir” (2000: 163). Ancak David Lyon nesnellik kodunun barış gazeteciliği düşüncesine aykırı olduğunu öne sürmektedir:
“Ben, adil olma, nesnel olma ve dengeli olma gibi daha geleneksel değerlere sarılmamız gerektiğini düşünüyorum –iyi haberciliğin güvencesi bu değerlerdir” (2003: 1). Lyon daha da ileri giderek, nesnellik konusunda şunları söylemektedir: “... nesnellik bir amaç olarak, sahip olduğumuz tek kutsal amaç olarak kalmalı” (Lyon, 2003: 4).
Öte yandan, Bosna’daki savaşı BBC adına izleyen gazeteci Martin Bell, taraflar arasında bağlantısızlığı emreden nesnellik anlayışından kurtulup “bağlantı gazeteciliği” anlayışına geçilmesi gerektiğini savunmaktadır. (Aktaran, Hanitzsch, 2004: 487).
Dov Shinar, barış gazeteciliği yapıldığı takdirde nesnelliğin yitirileceği şeklindeki iddiaya şöyle cevap vermektedir: “Uluslararası ilişkilerde muhabir/gözlemci rolünden katılımcı/katalizör rolüne geçiş, mitsel ‘nesnellik’ kavramındaki erozyonun ve bunun yerine öznel gerçeklik anlayışının benimsenmesinin bir parçasıdır” (Shinar, 2004: 2).
Shinar gazetecilere yeni tarz bir bakış önerirken aynı zamanda haber üretimine ilişkin kuramsal çalışmaların ötesinde kimi gazeteciler tarafından da artık rahatlıkla dile getirilen nesnellik iddialarının geçersizliğine de işaret etmektedir.
Gazetecilerin haber seçiminde kullandıkları geleneksel haber değerleri ölçütleri de barış gazeteciliği önünde kimi engellere yol açmaktadır. Haber seçim süreçleri üzerine yapılan araştırmalar, gazetecilerin temel haber değeri ölçütlerine uygun haberleri seçme eğiliminde olduklarını kanıtlamaktadır. Gadi Wolfsfeld (2004: 15-23), barış gazeteciliğini neredeyse olanaksız hale getiren dört haber değerinden söz etmektedir: şimdiye odaklanma, drama arayışı, basit olana vurgu ve etnik merkezcilik. Ona göre, medyanın temel tercihi gerilimi, çatışmayı ve şiddeti haber yapmaktır (Wolfsfeld, 2004: 156).
Dov Shinar, karşılaştırmalı bir araştırmada medyanın barış görüşmelerini haber yaparken bile savaş çerçevelerini kullandığını ortaya koymuştur. (2004: 85); Liz Fawcett, İrlanda medyasının çatışma çerçevelerini çözüm çerçevelerine tercih ettiğini göstermiştir (2002: 221); Seo Ting Lee ve Crispin C. Maslog, Hindistan, Sri Lanka, Endonezya ve Filipinler’deki bölgesel çatışmaları medyanın nasıl haber yaptığını araştırdıkları çalışmalarında benzer bir sonuca ulaşmışlardır: “Asya’daki bu dört çatışmanın haber yapılmasında savaş gazeteciliği çerçeveleri egemendir” (2005: 322).
Kurumsal düzlemdeki engeller
Barış gazeteciliği önündeki ikinci tür engel medya yapısından kaynaklanmaktadır. Ticari medyanın ana amacı kâr oranını yükseltmektir ve barış süreci en azından kısa vadede medya açısından kârlı değildir.
Dov Shinar, rekabete, yüksek haber değerine ve izlenme oranlarına dayalı bir ekonomik yapılanmaya sahip medyanın barış yerine savaşı tercih edeceğini savunmaktadır (2004: 2).
Gadi Wolfsfeld daha da ileri giderek, haber seçiminde ticari kaygılar ağır bastığı sürece medyanın kamusal tartışmalar için ciddi ve sorumlu bir forum işlevi görmesinin olanaksızlığını dile getirmektedir (2004: 39).
Türk ve Yunan medyasının haberciliğini karşılaştıran Neslihan Özgüneş ve Georgios Terzis, hem Türk hem de Yunan gazetecilerin rating yitirme ve dolayısıyla da işlerini kaybetme korkusu taşıdıklarını söylemektedirler. Onlara göre bunun en önemli nedeni radyo ve televizyonların ticarileşmesidir. Bu ise sonuçta iki ülke arasındaki çatışmaların oldukça milliyetçi ve yüzeysel biçimde aktarılmasına yol açmaktadır (2000: 410).
İdeolojik düzlemdeki engeller
Barış gazeteciliği önündeki üçüncü tür engel, medyanın özellikle uluslararası çatışmalara oldukça milliyetçi bir bakış açısıyla yaklaşmasıdır. Bunun değişik nedenleri vardır. Her şeyden önce gazeteciler resmi söylemi izlemeyi daha kolay bulmaktadırlar, yani kendilerini resmi politikaya endekslemektedirler (Bennett, 1990).
Bu tutum onları hem eleştirilerden korumakta hem de çatışmaları daha ortakduyusal biçimde çerçevelemelerine yardımcı olmaktadır. İkincisi, medya genelde daha etnik merkezci bir dünya görüşünü beslemektedir (Wolfsfeld, 2004: 22).
Haberler çoğunlukla “iyi taraf” olan “biz” hakkındadır, “onlar” ise hem az temsil edilmekte hem de “kötü taraf” olarak sunulmaktadır. Wolfsfeld’e göre, haber editörlerinin halkın “düşman” olarak nitelendirilen taraf hakkında bilgi edinme konusunda ilgisiz ve isteksiz olduklarını varsaydıklarını öne sürmektedir. Düşman sadece tehdit söz konusu olduğunda ilgi alanına girmektedir. Barış sürecini destekleyen gazeteciler bile “yerel duyarlılıklar”a saldırı niteliğinde görülebilecek haberler yapmaktan kaçınmaktadırlar. Bu etnik merkezci bakış açısı özellikle kriz dönemlerinde daha aşikâr hale gelmektedir. Barış süreci kesintiye uğradığında her iki taraftaki medya kendi tarafının haklılığını öteki tarafın haksızlığını vurgulamaya başlamaktadır (2004:22-23).
Neslihan Özgüneş ve Georgios Terzis, bir Türk gazetecinin görüşmede kendilerine şunları söylediğini yazmaktadır: “Türk-Yunan ilişkileriyle ilgili haber yaparken daima ulusal çıkarlarımızı ve gazetemin çıkarlarını düşünürüm. Kendi hükümetimi eleştirmek istemem, çünkü günün sonunda benim nesnel haberciliğim öteki tarafın kullanacağı bir koz haline gelebilir”(2000: 416)..
Türk medyasının Yunanistan’la ilgili haberlerini daima resmi devlet politikası çerçevesinde sunduğunu savunan Doğan Tılıç (2006), Kardak Krizi ve 1999’daki Gölcük depremini örnek göstererek, basının tutumunun resmi politikadaki değişikliğe paralel olarak değiştiğini kanıtlamaktadır. Ona göre, resmi devlet söyleminden bağımsız bir medya yaratılmadıkça “barış gazeteciliği”ni yaşama geçirmek olanaksızdır (Tılıç, 2006: 19). Örneğin, 1999 depremi öncesinde iki ülkenin askeri tatbikatları bolca savaş kavramı kullanarak şu tür başlıklarla verilmekteydi (Özer, 1999: 133-134):
- Kıbrıs’ta savaş oyunu (Milliyet, 13 Ekim 1997)
- Ege’de savaş tahriki (Milliyet, 20 ekim 1997)
- Savaş provası (Türkiye, 14 Ekim 1997)
- Yunanistan yasağı deldi (Cumhuriyet, 13 Ekim 1997)
- Kıbrıs’a Toros çıkarması (Cumhuriyet, 17 Ekim 1997)
Ömer Özer, o dönemde Türk medyasında Yunanistan’la ilgili egemen söylemi şu cümlelerle aktarmaktadır: Yunanistan “Türkiye’nin baş ağrısı, geçmişten ders çıkarmayan, güvenilmez, her an bir sorun çıkarabilecek, Türkiye’nin toprakları ve egemenlik hakları üzerinde gözü olan, yeterli güç ve imkân bulduğunda hemen Türkiye’ye saldırabilecek bir ülke olarak görmektedir. Yani ‘yaramaz çocuk’ Yunanistan, hiç uslanmamakta ve sürekli gerilim yaratmaktadır (1999: 132).
Kardak krizinde Türk medyasının kullandığı söylemi inceleyen Emel Baştürk Akça (2000) da gazetecilerin hem krizi çıkardıklarını hem de kriz boyunca “biz” söylemini kullandıklarını ortaya koymuştur. Akça’nın saptamaları şöyledir: Yunanistan olumsuz imalarla anılırken, Türkiye soğukkanlı, sorunu diplomatik yollarla çözmeye çalışan, barışçı taraf olarak sunulmuştur (s. 192); Yunanistan krizin sorumlusu olarak gösterilmiştir (s. 195); Türk siyasetçileri ve özellikle de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin girişimleri birinci çoğul şahıs ekleriyle anlatılmıştır (s. 196). Baştürk Akça’ya göre, gazeteciler iktidarın durum tanımlarını kendiliklerinden benimsemişlerdir (s. 200).
Doğan Tılıç, Yunanistan’a ilişkin resmi politika değişikliğinden sonrayı konu alan araştırmasında ise bunun tam tersi bir söylemle karşılaşmıştır. Makalesinde yer verdiği bazı haber başlıkları şöyledir (2006: 21):
- Yunan adalarında vizesiz tatil
- Dahi Yunan piyanist Sgouros Türkiye’de
- Türk askerleri için aşk gösterisi
- Bankacılıkta Yunan dostluğu
- Papandreau: Ege konusunda anlaştık
- Ege’de Türk Yunan buluşması
- İki ülke arasında arkadaşlık rüzgarları esiyor
- Türk-Yunan turizminde patlama olacak
Sonuç
Eğer yukarıda sayılan engellere karşın barış gazeteciliği yine de arzu edilir bir alternatif olacaksa, cevaplanması gereken soru, bunun nasıl başarılacağıdır.
Benim bu doğrultudaki ilk önerim, barış gazeteciliğini özendiren bir meslek etiği kodu’nun geliştirilmesidir. Bu etik kod, etiketleme, düşmanlaştırma, canileştirme, basmakalıp yargılar kullanma ve suçlama gibi haberciliğin sorunlu alanlarını dikkate alarak hazırlanmalıdır.
Bu yöne atılmış bazı adımlar zaten mevcuttur. Örneğin Hamid Mowlana (Aktaran, Becker, 2004: 4-5), Majid Tehranian (2002: 80-81), Johan Galtung (2006), Johan Galtung ve Richard C. Vincent (1992) ile Jake Lynch ve Annabel McGoldrick (2005) barış gazeteciliği yapanların uymaları gereken temel ilkelerin neler olması gerektiği konusunda birbirlerine benzeyen öneriler yapmışlardır.
Burada genel hatlarıyla tartışacağım bir etik kod önerisi yapacağım. Bu ilkeler, Mowlana, Tehranian, Galtung & Vincent ile Lynch & McGoldrick’in önerileri içinde bulunabilir.
a) Misyon yönelimli ilkeler:
- Gazeteciler barışçı çözümler arayışı içinde olmalıdırlar.
- Barış gazeteciliği doğruluk yönelimli gazeteciliktir. Gazeteciler tüm çarpıtmaları açığa çıkarmak için çabalamalıdırlar.
- Gazeteciler sorunun parçası olmaktan kaçınmalı, çözümün bir parçası olmak için çaba göstermelidirler.
b) Haber toplama sürecine ilişkin ilkeler
- Gazeteciler sadece “seçkin” haber kaynaklarıyla yetinmemeli, “seçkin olmayan” kaynaklara ulaşmak için çaba göstermelidirler.
- Gazeteciler barış için çaba gösterenlere daha fazla yer vermeli ve daha olumlu yaklaşmalıdırlar.
- Gazeteciler, tüğm iddiaların doğruluğunu sorgulamalıdırlar. Kuşkuculuk iyi gazeteciliğin bir göstergesidir.
- Gazeteciler bir çatışmada her iki tarafın da hatalarını araştırmalı ve bu hataları açığa vurmalıdırlar.
- Gazeteciler sadece özgül olaylara değil sürece de odaklanmalıdırlar.
c) Haber yazımına ilişkin ilkeler
- Gazeteciler haberlerinde barış girişimlerine vurgu yapmalıdırlar.
- Gazeteciler şiddet ve çatışmanın hem görünür hem de görünmez etkileri üzerine odaklanmalıdırlar.
- Gazeteciler haberlerinde ardalan bilgisi vermelidirler.
- Gazeteciler doğruluk, dürüstlük, adil olma ve insan haklarına saygı gibi evrensel etik değerlere daima uygun davranmalıdırlar.
- Gazeteciler, kurbanlaştırıcı, şeytanlaştırıcı, aşağılayıcı ve kışkırtıcı dil kullanmaktan kaçınmalıdırlar.
- Gazeteciler, aşırı genellemelere yol açan “biz” ve “onlar” karşıtlığını kullanmaktan kaçınmalıdırlar.
Açıkçası bu ilkeler listesi bitmiş değildir. Tartışılması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi gerekir. Ama amaç bellidir. Barış gazeteciliği düşüncede başlar. Kendisini barış yanlısı ve savaş karşıtı olarak gören her gazeteci (ki tüm gazetecilerin böyle olması gerekir) potansiyel olarak barış gazeteciliği yapabilir.
Türkiye’de gazetecilerin büyük çoğunluğu, “Cephede bir Sırp vurdum” diye haber yapan Türkiye gazetesi muhabirini onaylamadığı gibi, Kardak kayalıklarına bayrak dikerek iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren gazetecileri de onaylamamaktadır.
İkinci önerim medya kuruluşları içindir. Medya kuruluşları çatışma yaşanan diğer ülkeye daha çok muhabir gönderebilir (Özgüneş ve Terzis, 2000: 417). Bu doğal olarak diğer taraftan daha fazla haber akışını sağlayacaktır.
Ayrıca medya kuruluşları içerisinde diğer toplumdan muhabirlerin olması da karşılıklı anlayışın gelişmesine katkı yapacaktır. Bu noktada Yunanistan’dan Türkiye medyasına haber ve yorum geçen Stelyo Berberakis’i, Herkül Millas’ı ve Yorgo Kırbaki’yi anmam gerekiyor.
Yine Kıbrıs’ta Yenidüzen gazetesi yazarı Sevgül Uludağ’ın yaptığı gibi gazetede diğer toplumun yazarlarının yazdıkları yazılara yer vermek de olumlu bir adım olarak nitelenebilir. Benzer uygulama Türkiye’de de kolaylıkla yaşama geçirilebilir sanıyorum. Kuşkusuz, daha fazla etkileşim, daha çok anlayış getirecektir.
Üçüncü önerim üniversiteler içindir. Çağdaş anlamda üniversitelerin üç ana işlevi söz konusudur: eğitim, araştırma, kamusal hizmet. Bu bağlamda barış gazeteciliği, İletişim Fakülteleri açısından bu üç işlevin de yerine getirilebileceği elverişli bir konu olabilir.
Bu amaç çerçevesinde gazetecilik bölümlerinin ders programları gözden geçirilmeli ve barış gazeteciliği anlayışını geliştirecek derslere yer açılmasını öneiyoruz.[5] Bir kez daha altını çizelim: Medya elbette barış yapamaz, ama barışın inşa ve sürüdürülme süreçlerine hayli olumlu katkıda bulunabilir. (Sİ/İC/BA)
* Bu yazı, Global Media Journal- Mediteranean Edition'da yayımlanan makalenin Türkçeye çevrilmiş ve geliştirilmiş halidir. Yazının ilk basımına şu adresten ulaşılabilir.
** Makalenin bu versiyonu Uygun Adım Medya Bir Bilinç Körleşmesi, (Editör: İncilay Cangöz), Ankara: Ayraç yayınlanmıştır.
Dipnotlar
[1] Sözkonusu belgeye şu adresten ulaşmak mümkündür. (http://www.unesco.ru/files/docs/shs/decl_on _smi_eng.pdf)
[2] http://www.ijnet.org/Director.aspX?P=Ethics!&ID=8320&LID=1
[3] (http://www.tgc.org.tr/bildirge.html).
[4] (http://www.uta.fi/ethicnet/belarus.html).
[5] Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi bu doğrultuda epey mesafe kaydetmiştir. Bu fakültede Barış gazeteciliği üzerine tezler yapılmakta, lisans programında barış gazeteciliği dersleri seçimlik olarak sunulmakta ve akademik çalışmalar teşvik edilmektedir. Ayrıca, fakültenin öğretim üyesi Mashoed Bailie'nin editörlüğünü yaptığı Global Media Journal –Mediterranean Edition isimli bir akademik dergi ilgi alanını barış gazeteciliği olarak belirlemiştir (http://globalmedia.emu.edu.tr/). Fakültede halen bir "barış gazeteciliği merkezi" kurma ve merkeze bağlı olarak bir yüksek lisans programı hazırlama çabaları da sürmektedir.
Kaynakça
Alankuş, Sevda (2006). “Barış üzerine...,” Küresel İletişim Dergisi, sayı 1, Bahar. (Yazı daha önce Radikal 2’de 07.08.2005 tarihinde yayımlanmıştır).
Baştürk Akça, Emel (2000). “Türk Yazılı Basın Söyleminde Yunanistan’ın Ötekileşitirilmesi ve Kardak Krizi Örnek Olayı,” Siyasal İletişim içinde. Der. Süleyman İrvan. Ankara: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını.
Becker, Jörg (2004). “Contributions by the Media to Crisis Prevention and Conflict Settlement,” Conflict & Communication Online, 3(1/2).
Bennett, W. Lance (1990). “Toward a theory of press-state relations in the United States,” Journal of Communication, 40(2), s. 103-125.
Ersoy, Metin (2004). Peace Journalism in Turkish Republic of Northern Cyprus News Media.” Communication in the Millenium isimli İkinci Uluslararası İletişim Sempozyumu’nda sunulan bildiri, İstanbul, 17-19 Mart.
Fawcett, Liz (2002). “Why Peace Journalism Isn’t News,” Journalism Studies, 3(2), s. 213-223.
Galtung, Johan (2000). “The Task of Peace Journalism,” Ethical Perspectives 7.
Galtung, Johan (2006). “Peace Journalism as an Ethical Challenge,” Global Media Journal- Mediterranean Edition, 1 (2).
http://globalmedia.emu.edu.tr/fall2006/Fall_2006_Issue2/1Johan_Galtungpdf.pdf
Galtung, Johan ve Richard C. Vincent (1992). Global Glasnost: Toward a New World and Communication Order? Hampton Press.
Hallin, Daniel (2004). Comparing Media Systems: Three Models of Media and Politics. Cambridge University Pres.
Hanitzsch, Thomas (2004). “Journalists as Peace Keeping Force? Peace Journalism and Mass Communication Theory,” Journalism Studies, 5(4), s. 483-495.
Irvan, Suleyman (2006). “Kıbrıslı Türk Gazetecilerin Mesleki ve Etik Değerleri,” Küresel İletişim Dergisi, sayı 1, Bahar.
Maslog, Crispin C., Seow Ting Lee, ve Hun Shik Kim (2006). “Framing Analysis of a Conflict: How Newspapers in Five Asian Countries Covered the Iraqi War,” Asian Journal of Communication, 16(1), s. 19-39.
Lee, Seow Ting ve Crispin C. Maslog (2005). “War or Peace Journalism? Asian Newspaper Coverage of Conflicts,” Journal of Communication, June, s. 311-328.
Lynch, Jake ve Annabel McGoldrick (2005). Peace Journalism. Howtorn Press.
Lyon, David (2003). “Witnessing the Truth,” Open Democracy, http://www.opendemocracy.net/content/articles/PDF/993.pdf, (25 Ekim 2006).
McGoldrick, Annabel ve Jake Lynch (2000). “Peace Journalism: How to do it,” http://www.transcend.org. (1 Kasım 2006).
Ottosen, Rune (2000). “Teaching Peace – and Conflict Journalism.” Higher Education for Peace isimli konferansta sunulan bildiri. Tromso, Norveç, 4-6 Mayıs.
http://www.peace2.uit.no/hefp/contributions/papers/Ottosen_Rune_6D.pdf. 01.09.2006.
Özer, Ömer (1999). “Haber Söylemi: Türk-Yunan İlişkileri,” İletişim, sayı 1, s. 121-155.
Özgünes, Neslihan ve Georgios Terzis (2000). “Constraints and Remedies for Journalists Reporting National Conflict: The Case of Greece and Turkey,” Journalism Studies, 1(3), s. 405-426.
Peterson, Theodore (1963). “The Social Responsibility Theory of the Press,” Four Theories of the Press içinde. Der., Fred S. Siebert, Theodore Peterson ve Wilbur Schramm. Urbana: University of Illinois Pres.
Shinar, Dov (2004). “Media Peace Discourse: Constraints, Concepts and Building Blocks,” Conflict & Communication Online, 3(1/2).
Shoemaker, Pamela J. ve Stephen D. Reese (1996). Mediating the Message. 2. baskı. New York: Longman.
Tehranian, Majid (2002). “Peace Journalism: Negotiating Global Media Ethics,” Press/Politics, 7(2), s. 58-83.
Tılıç, L. Doğan (2006). “State-Biased Reflection of Greece-Related Issues in Turkish Newspapers: From Being ‘the Other’ to ‘We’, Global Media Journal- Mediterranean Edition, 1 (2).
http://globalmedia.emu.edu.tr/fall2006/Fall_2006_Issue2/5Dogan_Tilicpdf.pdf
Weaver, David H. (1998). The Global Journalist: News People Around the World. New Jersey: Hampton Press.
Wolfsfeld, Gadi (2004). Media and Path to Peace. Cambridge University Press.
Zelizer, Barbie (2004). Taking Journalism Seriously.London:Sage.