Deniz, komik, akıllı, yaratıcı, pratik zekalı ve hazır cevap bir çocuk.
Bazen çocuk olduğuna inanmakta zorlanıyorsam da o bir zamane çocuğu.
Ailesinin tüm çabalarına karşın televizyon karşısında geçirdiği süre, derslerine ayırdığı süreden fazla olsa da, okul başarısı hep yüksek.
Annesi haddini bilmeyip “Kızım biraz test çöz, kitap oku” dediğinde “Aman anne; Gülüz Ablam hep test çözdü, kitap okudu. N’oldu? Babasının dükkanında çalışıyor. Bende senin ‘dariye’nde çalışırım” diyen bir çocuk o.
Yeni yıl çekilişinde kendisine Yiğitcan çıkmış.
Hoşlandığı çocuğa hediye alacak olmak onu çok heyecanlandırdığından saatlerce çarşı-pazar gezip, önerilen hediyelerin hiçbirini arkadaşına yakıştıramamış. İnternette bulunanları da beğenmeyince “Bari şu karşıda yapılan siteden bir ev alalım!“ diyen babasına “Bir bakalım da; öyle alalım.” diyebilecek kadar eli açık kızımızın.
Üç yıldır gittiği yaratıcı drama kursu sayesinde kendini ifade etme, olayları anlama- yorumlama, çevresinde olup bitene eleştirel yaklaşma, karşısındakiyle empati kurma becerisi gelişti, hayal gücü zenginleşti, tiyatro sevgisi oluştu.
Yaşına uygun değilse de, ısrar ettiğinden bayram tatilinde birlikte anasız-babasız olduğu için dünyaya yıldızlardan düştüğünü düşünen, bedenini satarak, karnını doyuran, kimseye ait olmayan, Galata’da kader arkadaşlarıyla beraber yaşam sürdürürken başka bir dünyanın gizemli bir insanına, o’na ‘siz’ diyen adama aşık olan kadının öyküsünün anlatıldığı Fosforlu Cevriye müzikaline gittik.
Oyun bittiğinde bizim ki ”Cevriye’de akıl olsaydı o adama değil, yaşlı olmasına aldırmayıp onu seven meyhaneciye aşık olurdu. Ama aşk işte” diye buyurunca ben ve yanımızdakiler gülmeğe başladık.
Annesinin karnında başlayan ve yaklaşık dokuz yıldır süren arkadaşlığımız boyunca Deniz’in yaptığı, söylediği fıkra tadındaki her şey yaşamıma renk kattı.
Bir sabah kızını zorla yataktan kaldırmaya çalışan annesi “Deniz’cim; metrodaki gibi turnike koydular işyerine. Parmak iziyle işe geldiğimizi anlıyor müdürümüz. Eğer sen okula zamanında gitmezsen, ben gecikeceğim. Turnike kilitlenecek ve dışarıda kalacağım” dediğinde yanıt hazır: “Aman anne, dert mi? O zaman sen de turnikenin üstünden atlarsın!”
Altı yaşındayken babasıyla birlikte kreşten çıkarken arkadaşıyla karşılaşınca heyecanla bağırıyor Deniz: “Baran, bak bu benim babam.“
Çocuğun babası bizimkilere sert bir bakış fırlatıp, oğlunu çekiştirerek götürünce bizimki bağırıyor: “Baran’cım merak etme! Akşam seni arayacağım. Sakın üzülme.”
Kendini bildi bileli hiç aşksız kalmayan Deniz’in aşk alanını bu aralar Yiğitcan işgal ediyor.
Geçenlerde heyecanla babasına bir şeyler anlatırken annesi içeri girip:“Hayrola! Neler dönüyor burada?” deyince gözleri ışıl ışıl, ağzı kulaklarına varan bizimki: “Ben anlatayım sana; anne. Bugün teneffüste oyun oynarken Ece ‘Saçlarımı şöyle yapayım da, Sinan bana aşık olsun.’ dedi.”
Annesi şaşkın vaziyette eşine bakarken Deniz kafasındaki tokayı çıkarıp elleriyle saçlarını havalandırıp: “Bu akşam saçlarımı maşayla lüle lüle yapar mısın? Belki Yiğitcan da bana aşık olur.“ demiş.
Deniz(ler)’in en çok sevdiğim hali işte bu düz ve sade halleri.
İkinci sınıfa başladığının ilk cuma akşamı beni aradı: “Şado’cum; çok heyecanlıyım. Pazartesi günü bütün başbakanlar okulumuza gelecekmiş.”
Sonradan öğrendik İlköğretim Haftası açılışı için gelecek olanın İlçe Milli Eğitim Müdürü olduğunu.
Okuma- yazma öğrendiği döneme ait fıkraları da çok hoş.
“Elâ, Lâle elele” fişini çokça çalıştıktan sonra “Talât ip atla” fişine sıra geliyor. “La” hecesini “Elâ”da ince öğrendiğinden bizimki “Talât ip atlââââ” diye okudu uzun süre.
Annesi “İnsan isimlerinin ilk harfi büyük harfle başlar. Çünkü onlar birisi.” diye açıklamış.
“Nalan ninene etli ekmek al” fişine sıra geldiğinde kızının ısrarla ‘n’ yerine ‘N’ ile “Ninene” yazdığını gören annesi kızınca ağlayarak: ”Nine de birisi ama...” demesine hala gülerim.
Durmadan fıkra üreten Deniz’e “Söyle bakalım Nasrettiniye Hanım” dediğimde mahsusçuktan kızar, annesine de “ Şado’ya sakın şeyi anlatma” diye cilve yapar.
Deniz’in defterine yazdığı Kurban Bayramı’na ilişkin düşüncelerini annesi gizlice tarayarak bana gönderdi. Okuduğumda bir kez daha onu çok sevdiğimi anladım.
“Ben Kurban Bayramını çok severim. Ama kuzulara, danalara ve koyunlara da yazık olduğunu söylemek istiyorum. Onların da canı, bir hayatı var.
Tıpkı belgesel seyrederken aslanlar falan hayvanları yerken duygulandığım gibi, Kurban Bayramında da duygulanıyorum.
Dokuz günlük bir tatil için kaç tane hayvan hayatını kaybediyor. E, yazık onlara da. Çok üzülüyorum. Sence haklı değil miyim? Aynı sen ölmekten kaçarsın değil mi?
İşte o hayvanlar da en güzel anlarda bile ölüyorlar. Tanıdıkları bile bir kere cenaze yapamıyorlar. Sizce hiç üzücü ve yazık değil mi?
Onları hiç acımadan öldürüyorlar. Düşün bu sana oluyor. Hiç korkmuyor musun?”
Kurbanlıklara cenaze töreni yapılmamasına üzülen, evin anahtarının kendisine verilmesi için büyümek isteyen, günün en keyifli anını etüt çıkışı bindiği serviste Hepsi grubunun müziği eşliğinde dans ederek geçiren bir çocuk o.
“2008 yılını sevdin mi?” diye sordum dün telefonda Deniz’e.
“Çok sevdim. Boyum uzadı. Kilom artmadı. Saçlarım belime geliyor. Ailemizin köpeği oldu: Reçel. Bizim neşemiz oldu. Ahhh, bir de dışarıya çıkartıp çiş yaptırma sorunu olmasa... Yeni okulumdaki arkadaşlarım beni seviyor.
Eski okulumdaki arkadaşlarımla MSN’de yazışmak, klavye kullanmamı hızlandırdı. Gözlük taktığım ilk günlerde, bazı insanlar göz sayımın ikiden fazla olduğunu iddia edince çok üzüldüm. Şimdi hepimiz alıştık. Gözlüğün bana çok yakıştığını söyleyenler bile var.”
“Gelen her yeni yıl heyecan verir. 2009 sana ne getirsin?” diye sordum.
“Noel Baba yok; biliyorum. Ama yine de bana Iraz’ın ki gibi pembe bir panço ve Wings kızlarının nevresim takımını getirmesini istiyorum. Nasılsa biri duyar da, alır istediklerimi. Hep öyle oluyor.
Ha bir de arkadaşım Yeşim’in gözlerinin rengini çok seviyorum. Bana da herkesin ‘(h)ela gözlüm’ demesini istediğim için o renk lens istiyorum. Şeyyy; bir de yeni yılın tüm sevdiklerime güzel sürprizler getirmesini istiyorum.”
“Peki, kimlere ne hediye alacaksın?”
”Biriktirdiğim harçlıkla Reçel’e kırmızı bir tasma, gazoz kapağı arabasıyla evin içinde Formula yarışı yapan, geceleri arabasını başucuna park eden komik kuzenim Hakan’a yarış arabası alacağım. Yiğitcan’ın hediye parasını annemler verecek. “
“Peki güzelcik! “deyip telefonu kapatacağımda “Bi dakka, bi dakkka. Şado’cum sana da kart atacağım. Posta kutuna bak!” dedi.
Ertesi gün açtığım e-posta kutumda Deniz imzalı “Seni seviyorum. İyi yıllar” yazan mektubun altında bir link vardı.
Linki tıkladığımda açılan ekranda faremi gezdirdikçe açan çiçeklere mest oldum.
Sağ olasın sevgili Deniz !
Yeni yıl sana da, bu yazıyı okuyanlara da, tüm insanlığa da rengahenk çiçekler getirsin. (ŞD/EZÖ)
*Şadiye Dönümcü. Sosyal Hizmet Uzmanı.