Bundan önceki dört seçimden her seferinde oyunu arttırarak çıkan Refah-AKP çizgisi için söylenenler bu kez özel olarak AKP karşısında konumlandırılan Saadet Partisi için söylenmeye başlandı. Bu kez daha belirtik, daha açık.
Bu kez sosyalist solun da Saadet’te bir sınıfsal, sosyal damar bulmaya başladığı, hatta sempati gösterdiği bir atmosferde. Daha önceki dört seçim sonrasında yapıldığı gibi, bu kez de seçilmiş bazı yoksul iller, yine iller içinde yoksul ilçelerde öne çıkan partilere bakıldığında sanki bu tespitler bilimsel açıdan tartışmasız görünüyor. Oysa ahval ve şeraiti bu tablo dahilinde görmekte çok önemli bilimsel ve siyasal kusurlar var.
Liberallerin de, solcuların da önde gelen fikir kaynaklarının analizleri, siyaset sosyolojisinin verileri yerine siyasal söylemin siyaset sosyoloji terminolojisiyle aktarımına yaslanan değerlendirmelerle ön plana çıkıyor.
Evet Milli Görüş geleneğinde yer alan ya da bu gelenekle buluşmuş seçmenler içerisinde Saadet’e teveccüh edenlerin daha yoksul olduğu konusunda mutabık kalabiliriz. Ve yine evet, Saadet’in yeni liderliği ve kimi adaylarının daha “sol” bir profil verdiğinde ve bunun sözü edilen kesimle buluşmakta belli bir rol oynadığında da hemfikir olabiliriz. Ama bu genelliği her düzeyde açıklayıcı bir şablon haline getirmek, bu veriyi bir Türkiye verisi olarak sunmak ve nihayet bu genellikte ve tırnak içinde kullanılabilecek solcuğu, sol diye sunmaksa gelinen nokta, işte burada durmaya ihtiyaç var.
Saadet'in solculuğu
Veriler eşliğinde çeşitli Türkiye kesitlerinde siyaset-toplumsal taban bileşimi ilişkisine geçmeden önce tırnak dışına çıkarılmaya başlanan Saadet’in solculuğuna ilişkin tespitlerin karinesine bakalım.
Ahmet Hakan, Saadet Partisi İstanbul Büyükşehir belediye başkanı adayı Mehmet Bekaroğlu'nun DESA önünde direnen işçi Emine ablayı ziyareti üzerine “nihayet bütün türbanlıları aynı kaba koymayan, “zengin türbanlılar” ile “yoksul türbanlılar” arasındaki sınıf farkına işaret eden bir İslamcımız çıktı” diye sevincini dile getiriyordu.
Peki Bekaroğlu kendi sözleriyle “türbanlı işçi Emine Hanım”ı ziyaretinde hangi temayı öne çıkarıyordu: "Başbakan’ın eşi Emine Hanım” ile “türbanlı işçi Emine Hanım” arasındaki temel farka işaret ederek “İkisi de Emine… İkisi de başörtülü… İşçi Emine, burada soğukta titriyor, hakkını arıyor… Emine Erdoğan ise buraya pahalı deri ürünleri almaya geliyor ve başörtülü işçi Emine’yi görmüyor,” diye beyanat vermişti.
Burada İslami kesim içinde sınıfsal sorunlara temas eden bir Bekaroğlu görmek mümkün olduğu gibi, parayı bulup İslamcılık davasını satan eski yol arkadaşlarına karşı sınıfsal sorunu da araç kılan bir Bekaroğlu da görmek mümkün. Malum zaten o bu konuda gösterilebilecek en ileri örnek. Ortalama saadet partilinin mahalle baskısın birincil kaynağı olmadığına, AKP yerine Saadete oy vermesinde “türbanlı işçi” ziyaretlerinden ziyade daha dini, daha muhafazakar bir gelecek vaat etmesin etkili olmadığına ilişkin “sol” deliller bulmak gerçekten zor.
Saadet’in sol vitrininde dile getirilen klasik tabirlerle söyleyecek olursak “kendinde sınıfçı” bir söylemdir: Üstelik bu Marksist literatürde kullanılan dar anlamda ekonomizm hanesine dahi dahil edilebilecek bir duruma, bir siyasete karşılık gelmez. Selefinde olduğu gibi Saadet’te de sosyal adalet motifi, son tahlilde bile değil, her düzeyde araçsal bir söylemdir.
Parayı bulup davayı satan AKP’li kardeşlerine karşı “zenginleştiniz şımarıklaştınız” soslu bir yoksulluk söylemi, yeni şartlarda dışlanmamak için alımlı başı açık hanım adaylar, MHP-AKP-BBP kesişiminde yaralan katı muhafazakar kesimler için “dinibütün” adaylarla IMF-ABD-İsrail karşıtlığı temalarının Yahudi-Kafir dış dünya karşısında birleşme çağrısına dönüştüğü bir kampanya. Gelen ve gelmekte olan Bekaroğlu değil AKP-MHP-BBP’nin küskünleri ve radikallerini kapsayacak bir gericiliktir.
Veriler söylemle örtüşmüyor
Son yerel seçimlerde il genel meclisi oylarının dağılımı temel alındığında Saadet Partisi’nin yaklaşık 10 puan büyüme gösterip toplamda yüzde 10 ile yüzde 20 aralığına yerleştiği illere baktığımızda sırasıyla Adıyaman, Ağrı, Bingöl (yüzde 21 ile rekor oranı), Bitlis, Elazığ, Malatya, Şanlıurfa gibi Kürt nüfusun ağırlık taşıdığı iller ile bu kapsamda olmayan Bayburt, Gümüşhane, Konya ve Kütahya gibi geleneksel katı muhafazakarlık şampiyonu illeri görüyoruz. Bu tablodaki tek istisna yüzde 11’lik oy oranı ile sanayi kenti Kocaeli’dir.
Yoksulların Saadet’e teveccüh gösterdiğini öne çıkaran yazarların zımni bir kabulleri var: Kürtlerin ve Alevilerin ağırlıklı oldukları yerleşim birimleri ve MHP’ye derinden angaje orta Anadolu kasabaları ve son olarak Batıdaki kentler ve bu kentlerin son donemde göç almayan bölgeleri istisna tutuluyor analizlerde. Demek ki bu “istisnalarla”, bir Türkiye tablosundan değil, ancak Türk ve Sünni (evet toplumun çoğunluğu ama büyük çoğunluğu değil) kesimin batılı kentler ve bu kentlerin son donemde göç almayan bölgeleri ile Orta Anadolu’nun tescilli ülkücü kentleri dışındakiler kastediliyor. Bunun neresi Türkiye. Örneklem bu kadar seçilip, daraltılıp Türkiye diye sunulamaz.
Öte yandan Saadet söz konusu olduğunda sırf adalet terimleriyle konuşuyor diye ekonomi-sınıf temelli veriler öne çıkarılırken örneğin CHP söz konusu olduğunda hiç CHP oy vereninin sınıfsal konumuna bakılmıyor. Oysa çeşitli sınıfsal katmanların oy tercihleri ile sınıfsal konumları arasındaki ilişki farklı araştırma verilerine, ayrı değişkenlere yaslanmayı gerektirir. Örneğin CHP vitrinindeki müteahhit, batılı-laik tuzu kuru profili ile seçmenin sosyal bileşimi hiç de örtüşür durumda değildir.
Kuşkusuz bu CHP tabanında örneğin AKP, MHP ya da Saadet tabanından daha yoksul bir bileşim olduğu anlamına da gelmez. Ama aksi de doğru değildir. Aslında bir adım ileriye gidip EMEP,ODP,TKP gibi sosyalist partilerin seçmenine baktığınızda belki Türkiye’deki en yüksek batılı, okuryazar, laik, ve orta ve üst-orta sınıf profiline ulaşabilirsiniz. Demek ki siyasal söylem ve sınıfsal konum ilişkisini Türkiye balgamında kuran modeller ortaya atarken biraz daha dikkatli olunmalı.
Nöbetleşe sosyal-dincilik
Evet İstanbul geneli ele alındığında daha düşük gelir ortalamalarına sahip bölgelerde (popüler dille varoşlarda) AKP ve Saadetin örneğin CHP ve MHP’ye oranla daha yüksek bir desteğe sahip olmasından yola çıkılarak sözü edilen partilerin yoksullarca tercih edildiği ileri sürülebilir. Belki yanlış olmaz ama hakikaten derinlikten uzak ve en önemlisi eksikli olur.
Çarpıcı olması bakımından en tartışmalı ilçe olan Sultanbeyli’yi ele alalım: AKP’ye oy veren yüzde 50’lik Saadete oy veren yüzde 22’lik kesimin DTP’ye oy veren yüzde 12, CHP’ye oy veren yüzde 8 ya da MHP’ye oy veren yüzde 5’lik kesimin ortalamasından daha yoksul olduğunu iddia etmek için bir dayanak yok. Aksine nöbetleşe yoksulluk çeken bu ilçe halkında, nöbeti devretmeye en yakın olanların, 15 yıldır kentsel rant dağıtan ve taraftarlarının göreli ekonomik refahını arttıran bu milli görüşçü iki ekole tam da bu konumlarından dolayı, yani sınıf atlamayı sağlayacak bir araç edinebileceklerinden dolayı angaje olduklarını söyleyebiliriz. İman, aile, ahlak söylemi sadakaya dayalı cemaat dayanışması da bunu destekleyen enstrümanlar oluyorlar elbette.
Buradan araştırma, analiz ve yorumlara ilişkin söyleyeceğimiz ilk ve en temel şey yoksul, işçi, sınıf derken aslında yerleşim bölgelerindeki kesimleri, bireyleri ya da haneleri değil, ilçeleri temel alma hatasına düşüldüğüdür. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi bakın Doğu’nun, Orta Anadolu’nun,ve Batı’da saadetin yükseldiği kentlere ve bakın buradaki nispi-iç sosyal konum skalalarına. Böyle o kadar çok il,ilçe sayabiliriz ki. Gerisi “yoksul ilçede” daha dezavantajlı, dışlanan, daha yoksulların “laikçi” diye es geçildiği bir dizi analiz.
Bir üst ölçekte karşılaştırmaya geçecek olursak Sultanbeyli’nin Kadıköy ve Kartal’da yaşayandan daha yoksul halkının nispi gelir paylaşımı konusunda bir kavga motivasyonuna sahip olduğunu da iddia etmek sorunlar barındırır. Tersinden Kadıköy ve Kartal’daki örneğin CHP tabanının sosyoekonomik konumunu Sultanbeyli lehine kaybedeceği korkusuyla CHP’de ısrar ettiğini iddia etmek de doğru değil.
Bu noktadan Türkiye düzeyine geçecek olursak özellikle kent yoksulluğunun krizle birlikte derinleştiği yeni yükselen kentlerden Manisa, Denizli, Gaziantep yada işten çıkarılmada Türkiye rekoruna sahip Kahramanmaraş gibi illerde AKP ve Saadet’e yönelenlerin diğerlerine yönelenlerden daha dezavantajlı, iktidar ve cemaat koruma şemsiyesinin dışında kalan kesimler olduğunu ne kadar ileri sürebiliriz? Bu konuya dikkat çeken tek yazar olarak aklıma Milliyet yazarı Güngör Uras geliyor. İşsizlik ve yoksulluk patlamaları yaşanan bölgelerdeki AKP gerilemesi zayıf olduğu gibi Saadet yükselişi de çok düşük. Bunun için anket değil derinlemesine mülakatla desteklenmiş örneklem kümeleri seçilmek durumunda. Ya da bu kentlere gidip devlet, belediye ve cemaatlerle dağıtılan rantların hangi kesimlere yöneldiğine müşahede etmek gerekiyor.
Bu konuda elbette söylenecek daha çok şey var. Karşılaştırılacak daha farklı pek çok veri demetinden bahsedilebilir. Ancak özetle göstermeye çalıştığımız, solun kendi aydınları ve bilim insanları kanalıyla düştüğü bilimsel ve siyasi yanılgının çelişkililerle dolu, toptancı, şabloncu ve yüzeysel saptamalara dayandığıdır.(HG/EÜ)
* Dr. Hakan Güneş, İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi.