“Kardeş Türküler mutfağı, halklar sofrası”na ilk defa katılan Ayşe Selen’in okuduğu kıymetli şiir, benim için gecenin en heyecanlı anıydı ve hiç düşünmeden bu şiirle giriş yapmak isterim yazıma. Şiir okumak elbette vazgeçilemez bir besini ruhumuzun; ama Kardeş Türküler ekibinden dinlemek beni kendimden biraz daha fazla alıp uzaklara götürdü.
Ortadoğu IV.
"Zaman mı? değil zaman.
Akan zaman değil mesafelerdir.
Güneşin çekici yukarda
Suyun bıçağı aşağıda
Krom alçakgönüllü, bakır utangaç,
Ağaç: bir damla iki kıvılcım arasında.
Rüzgar bilmiyor nerden eseceğini
Sınırlar kesik,
Yerleşme yerlerinde balkıma.
Biz kırıldık daha da kırılırız
Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü
Hırsız da bilmiyor çaldığını
Biz yeni bir hayatın acemileriyiz
Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor
Şiirimiz, aşkımız yeniden,
Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında
Biz kırıldık daha da kırılırız
Doğudan batıya bütün dünyada
Ama kardeşin kardeşe vurduğu hançer
İki ciğer arasında bağlantı kurar
Büyür, bir gün, zenginleşir orada,
Çünkü Ali'yi dirilten iksir de saklı
Hasan'a sunulmuş ağuda,
Granitin de olur bir okyanus diriliği,
Nehirler daha uysal akar,
Bir çiçek nasıl açılıyorsa kendiliğinden
Bir kuş nasıl uçuyorsa
Öyle sever, çalışır insan,
Kıraçlar çarptıkça dağlara
Gül göçürür şafağından
Doğanın altın şafağından
İnsanın altın şafağından
Tarihin altın şafağından
Biz kırıldık daha da kırılırız
Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza."
Cemal Süreya
Şehrin gürültüsü boyuna yorar insanı. Biraz soluk almak için denizi seyredip martılara öykünmek kaçış yollarından biridir. Peki ya martılar nereye kaçar dostları sandığımız vapurların dumanından? Dün iki martı Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde döne döne uçtu durdu. Denizin ötesinde neler olduğunu müzikte, dansta, şiirde, yani hayatın ta kendisinde gördüler.
Dün gece biz seyirciler, Kardeş Türküler’le sahnedeki gökkuşağı merdivenine oturduk ve bütün yitirilen değerlere, o güzelim insanlara, o tatlı ve yaşanmışlık kokan ezgilere sarıldık. Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nin her sırası oynanmakta olan tiyatronun bir parçasıydı. Yeri geldi biz, “Yerin dibine girsin barajları yapanlar!” diyen tulum çalan müzisyenle horon teptik, yeri geldi yan yana göğüs göğüse halay çektik. Hep birlikte dile geldik devletin geçmişten bugüne direttiği ve diretmeye devam ettiği dayanışma karşıtı tutuma. Sadece Vedat Yıldırım değildi “Devlet ısrarla Aleviler’e kendi biçtiği elbiseyi giydirmeye çalışıyor.” diyen. Bir tek Feryal Öney değildi Neşet Ertaş’a saygı ve sevgilerini sunan. Hep birlikte, oyunun bütün oyuncuları, üzüldük Fadime’nin çocuk gelinliğine.
Biz dolu dolu geçen yirmi yılı dolu dolu yaşatıp hissettik. Grubun vicdanları o kadar kuvvetli ve hafızaları o kadar taze ki sahnenin iki yanındaki perdelerden her sabah sızısıyla uyandığımız Hrant Dink’i, Roboski’yi, Cumartesi Anneleri’ni, Taksim Meydanı’nın gaza boğulmuş halini, zamanla çirkinleştirilerek yok etmeye çalışılan her şeyi ve herkesi bütün güzelliğiyle kucakladılar seyircilerle birlikte. Dün gece, bu dünyada artık olmayan herkesin ruhu şad oldu. Her bir dansçı, her bir vuruş, her bir tınlayış, her bir söz göklere yükseldi ve birer yıldız olarak düştü geceye. Öyle güzel ve bitmeyen bir enerjileri var ki hüzünlendirirken aynı zamanda umut veriyorlar bu dünyada aslında yapayalnız olmadığımıza. Rüzgar usul usul üşütürken yerinde duramayan bedenlerimiz ve sahneden yayılan kocaman gülümseler ısıtıyordu içimizi. Aslında birçok kişi, bütün hayatını tek bir gecede uzaktan izlemiş gibi oldu. Birçok kişi uğruna mücadele ettikleri ve anlamaya çalıştıklarını bir çırpıda görüverdi. İşte böyle bizden, böyle candan ve böyle gerçekçiydiler.
Dün gece, bu toprakların bütün kardeşleri olarak tenimizde namluyu hissetmeden, ağzımızdan çıkan tek bir sözün demir parmaklıklara çarpacabileceğinden endişelenmeden bildiğimiz, bilmediğimiz ama sonuna kadar hissettiğimiz bütün dillerde türkülerle hesap sorduk zalime.
Nice yirmi yıllara Kardeş Türküler! (BK/HK)