Son yıllarda ülkemiz bir afet ülkesi görünümüne büründü. Her gün yeni bir afet korkusu ile yaşar olduk. İnsanlar yağmurdan korkar oldu. Özellikle Doğu Karadeniz başta olmak üzere, olağanın biraz üzerinde yağan yağmurlar, ülkenin birçok kentinde sellere neden oluyor. Bölgenin jeolojik yapısı uygunsa, sellere zaman zaman heyelanlar da eşlik ediyor. Doğu Karadeniz jeolojik yapısı gereği bütünüyle potansiyel bir heyelan bölgesi. Bir kazma vururken bile kırk kez düşünmeniz gereken bir yer. Tarihi, büyük can kayıplarına yol açmış heyelanlarla dolu. Çoğunun temelinde doğaya yapılan bilinçsiz müdahaleler var.
Uyarılmıştı
Örneğin1988 yılında Trabzon-Maçka- Çatak’ta bir yol yapımı nedeniyle oluşan heyelan, önce küçük bir kayma ile başlamış, sonrasında büyük bir kütle hareketine dönüşmüş ve 64 yurttaşımız yaşamını yitirmişti. Doğal dengeye yapılan müdahalenin bedeli ağır olmuştu. Diğer birçok örnekte de benzerlikler var; açılan taş ocaklarının tetiklediği heyelanlar. Son olarak Ağustos ayında Giresun ve ilçelerinde yaşanan selde 15 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Bu, özellikle Doğu Karadeniz bölgesinde yaşanan onlarca eski örneğin benzeri bir durumdu. İlk olmadığı gibi, son olmayacağı da bilimsel bir gerçeklik. Daha önce yaşanan olaylarda son olmayacağını söylemiştik. Bu bugün de geçerli.
Seller ve heyelanlar, depremler gibi bir doğa olayı. Zaman zaman olmaları kaçınılmaz. Dünyanın oluşumundan bu yana da olmaktalar ama tarihsel dönemlerde bu kadar can ve mal kaybına yol açmıyorlardı. Sorun da burada zaten. Dünyanın nüfusunun artmasına paralel olarak, doğaya daha fazla müdahale edilmeye başlandı. Doğaya yapılan, rant amaçlı, bilim ve tekniğe aykırı müdahaleler hem sel ve heyelanları hem de zararlarını arttırdı.
Ders alınmıyor
Yakın geçmişte yaşanan benzer afetler sonrasında, bu doğa olaylarını afete dönüştüren uygulamalar ve politikalar konusunda ne yazılmadık yazı ne söylenmedik söz kaldı. Gelin görün ki, aynı olaylar artarak devam ediyor ve ülkeyi yönetenler en ufak bir ders çıkarmıyor. Her olaydan sonra, ya vatandaşın cehaletine bağlıyorlar ya da “böyle bir yağış 500 yıldır görülmedi” yalanını piyasaya yeniden sürerek sorumluluktan kurtulmaya çalışıyorlar. Devletin ilgili kurumlarında öyle bir kayıt bulunmaz ve 100 yıl öncesine bile simülasyonla gidilirken, böyle bir söylemi tekrarlayıp duruyorlar.
Peki ne oluyor aslında? Neden olağandan biraz fazla yağmur sele yol açıyor ve afete dönüşüyor? Belli başlı nedenleri yeniden sıralayalım:
Afetlerin sebepleri
Yapılan yasal düzenlemelerle, dere yatakları, derelerin daha önceki yatakları olan taşkın alanları, heyelanlı bölgeler ve fay hatları, imar rantı için kullanıma açıldı. 1950’den bu yana yapılan ondan fazla imar affı ile bu alanlardaki kaçak yapılaşmanın önü açıldı.
Dere yataklarına çok sayıda plansız HES yapıldı. Bunlar yapılırken hassas doğal dengelere müdahale edildi. Bu nedenle, derelerin önüne katıp getirdiği malzeme miktarında büyük artışlar oluştu.
Dere yatakları ya değiştirildi ya da daraltıldı. Dereler beton duvarlar içine hapsedildi. Tekniğe aykırı menfez ve köprüler yapıldı. Olağan dışı bir yağışta dereler eski yatağını bulamaz oldu.
Doğu Karadeniz özelinde, Karadeniz Sahil Yolu ile derelerin önüne set çekildi. Dereler denize özgürce ulaşamaz oldu. Yol imalatı nedeniyle, kot olarak daha aşağıda kalan yerleşim yerlerini sular basmaya başladı.
Deniz dolgusu üzerine Karadeniz Sahil Yolu, havaalanı, stadyum, şehir hastanesi gibi büyük üst yapılar yapıldı. Bu dolgular için çok sayıda taş ocağı açıldı. Taş ocakları, potansiyel sel ve heyelan bölgesi olan Doğu Karadeniz’de doğal dengeye büyük zarar verdi. Buna yoğun madencilik faaliyetlerini de ekleyebiliriz.
Yine Doğu Karadeniz özelinde, Samsun’dan Artvin’e kadar bütün yaylaları birbirine bağlayacak ‘Yeşil Yol’ projesi ile doğal stabilite bozuldu. Biriken hafriyatlar nedeniyle, yaylalardan yağışlarla birlikte akışa geçen taş, toprak gibi malzeme miktarında artışlar oldu. Bu malzemeler derelerle sahillere taşındı.
Yoğun yapılaşma sonucu yağmur sularını absorbe edecek toprak miktarı azaldı.
Ormanlık alanlar kökü olmayan tarım arazilerine dönüştürülerek erozyona yol açıldı.
İmar, planlama, yapı üretim ve denetimi, kentsel dönüşüm, çevre, orman, tabiat varlıklarını koruma gibi kanunlarda yapılan değişikliklerle, kentler, doğa kaynaklı afetlere karşı korunaksız hale getirildi. Doğa kaynaklı afetlere karşı herhangi bir koruma düzenlemesi yapılmadı.
Bilimsel yaklaşılmalı
Bütün bu yapılanlar ya da yapılmayanlar, sadece son yılların ürünü değil. Yaklaşık 1950’den beri bu tür uygulamalar sistematik olarak yapılıyor. Son yıllarda ise katmerlendi, doğadan rant elde etme anlayışı zirve yaptı. Bilim insanları, mühendis odaları sürekli uyardı ama dinleyen olmadı. Aslında devletin birçok kurumunun yaptığı çalışmalarla, dereler ve taşkın alanları haritalanmış durumda. Tarihsel dere yatakları belli. Heyelanlı bölgeler belli. Bunları da göz önüne alan yok. Yaraları sarma politikaları ile ya da afet bölgesinde kepçenin üzerinde poz vermekle çözülmüyor sorun. Başta doğaya saygı duyacaksın, sonra bilim ve tekniğe önem vereceksin. Uzun döneme yayılan planlamalar yapacaksın, yerleşim yeri seçimlerinde bilimsel verileri dikkate alacaksın. Çok zor işler değil bunlar ama günlük popülist politikada geçer akçe değil. Para, insan canından daha kıymetli adledildiği sürece bunları yaşamaya devam edeceğiz, bizden söylemesi!
(NÖ)