* Bu yazı Cumhuriyet'in internet sitesinden alınmıştır.
O değerleri kişiliğinde cisimleştiren bir isimle birlikte yitip gidendir. Süleyman Seba bir devlet memuruydu. Beşiktaş’ta “devlet memurları geleneğinin” son temsilcisiydi. Yaşamı boyunca sadece Beşiktaş için değer yarattı. 16 yıllık başkanlığı döneminde sadece Beşiktaş’ı düşündü. Yaşamını Beşiktaş’a adadı. Evlenmedi. Başkanlığı döneminde zenginleşmedi. Tersine memurluktan edindiği tek varlığı olan evini, Madida transferi döneminde ipotek ettirerek, Beşiktaş’a bir oyuncu kazandırmayı, “servetine” yeğledi.
Beşiktaş onun eviydi. O evde “laf çıkmasın” diye hiçbir yakını çalışmadı. Son anına kadar yanı başında olan yeğeni Tayfur Havutçu ilk Beşiktaş’ın kapısını çaldığında, “yanlış anlaşılır” kaygısıyla takıma almadı. Ne zaman ki Tayfur Fenerbahçe ve Kocaelispor’da kendisini kanıtladı. Artık “Beşiktaşlı Tayfur” olacaktı.
Hem devletten hem de işadamlarından isteklerde bulundu. Ama devlet bilirdi ki Seba bir şey istiyorsa, sadece Beşiktaş içindir. Kapılar ardına kadar açılırdı. Zira Beşiktaş için kapıları zorlamasını bilirdi. Ama işadamları bilirdi ki Seba borç istiyorsa, söz verdiği tarihte mutlaka ödeyecektir. Üstelik kendisi eliyle götürecek ve teşekkür edecektir. “Seba kredisinde” senet, çek sorulmaz borç kesekâğıdında teslim edilirdi.
Metin Tekin’in deyişiyle dünyanın en pahalı kuru, Beşiktaş lirasıydı. Beşiktaş’ın her kuruşu değerliydi. Yemek sofralarının cömert “Süleyman Abisi” Beşiktaş’ın parası söz konusu olduğunda “cimrileşir” ve kolay harcatmazdı. Beşiktaş yönetimine geldiğinde ilk toplantıda alınan kurabiyenin fişini soracak kadar hassas ve titiz olduğu içindir ki Beşiktaş zenginleşecek, o ise dostlarını “üç aylığını aldığında” ağırlayabilecekti.
Ağladığımız; Türkiye’de spor kamuoyunun yitip giden değerlerinin şövalyesi olmasıydı. Tevazu, rakibe saygı, fair play, dürüstlük, gençlere değer verilmesi, maçın sahada kazanılması ve gerçek yaşamda önem verdiğimiz ama sahada küçümsediğimiz onur ve ahlakın sahada da savunulmasıydı.
Onun içindir ki sportif başarıya indirgenmiş bir futbol dünyasında “şerefli ikincilik” kavramını tarihe kazıyan bir isimdi. Onun içindir ki şampiyonluğu elinden aldığı rakip takımla aynı uçakta oyuncularına, “rencide olur, üzülürler” diyerek sevinmeyi yasaklamıştı. Onun içindir ki ezeli rakibin başkanına kendi stadında kötü tezahürat yapıldığında, o seyircilerin arasına gidip maçı izleyerek, kötü tezahüratı önlemişti.
Onun içindir ki takımı pastadan daha çok pay kapacak olmasına rağmen, “bir şampiyon daha var” diyerek, üç büyükler dışında Trabzonspor’un havuzdan daha çok pay alması için çaba göstermişti. Seba yaşadığımız dünyanın insanı değildi. Bu yaşamda kâğıt üzerinde anlatılan ve örnek gösterilen erdem ve değerleri kişiliğine yansıttığı ve yaşattığı için benzersizdi. Bir mukayese yapın, toplumun her kesiminde yas var. Farklı inanıştan, kültürden, kulüpten, ekollerden insanlar aynı yası yaşıyor. Kimse “o hangi rengin temsilcisiydi” hatırlamıyor. Zira o hatırlattıklarıyla bütün renklerin başkanı olduğunu kanıtlıyor.
Gülümseyen yüzü ve salladığı işaretparmağı ile bizlere “şampiyonluk değil, önce insanlık” dediğini unutmayacağız Süleyman Abi… Veda konuşmandaki gibi, bizleri hiç aldatmadın. Ve Beşiktaş’ın o şarkısındaki gibi, “Şereftir bu yolda senle yürümek, Bir gün değil, her gün Beşiktaş…” (RA/EKN)