Sezen Aksu topumuzun canına okudu. Yıllardır içimize sinsice tüneyen duygusallığımızdan seksi imgelerimize, azgınlığımıza ve elbette hepimizin aslında tüm küstahlığına rağmen ne kadar "küçük" olduğunu yüzümüze vurabilen "Minik Serçe"miz.
Nilüfer onun için "siz onun boyunun göründüğü kadarına kanmayın, bir o kadarı da yerin altında" demiş. Ağzına sağlık.
Görünen
Biz bugüne dek onun görünen yanını fark edip sevdik, öte yanını, yani yerin altındaki yanını, görünmeyenini gözden kaçırıp durduk.
Görünen yanları? Sesi, kalın dudakları (hep o dudaklara imrenmişimdir), fındık burnu (o buruna imrenmeyen var mı?), şarkıları, şarkı sözleri, edebiyatın en uygun şiirlerine uyan mükemmel müzikleri...
Erkeklerle ilişkisinde teslim olmayan, kendini hiçbir erkeğe değişmeyen, aklına, varoluşuna güvenen, aşkta tek kriteri sevmek olan bu minik cesur kadın yenilmez mi? Üzülmez mi?
Arabeske emanet
Hayatın merkezine duyguları koymuş biri üzülmez olur mu? Üstelik arabeske ruhunu bunca emanet eden bir kadın ayrılınca salya sümük sürünmez mi? Hepsi yaşanır, yaşanmalı da belki, kim bilir?
Ama onca ayrılıkların ardından kaçımız yeniden ayaklarımızın üstünde durup "ben senin hayatından gittim Oğlum/ hadi bakalım unut unutabilirsen/ ben senin hayatından gittim Oğlum/ hadi yerime koy birini koyabilirsen" diyebiliyoruz.
Küstahça. Olsun. Her kadına hatırı sayılır miktarda küstahlık lazım değil mi?
Minik Serçe, Fahriye Abla ve Havva Ana Diyarbakır'da
Onun şarkıları neden bende bunca etkili? Son kaseti çıkar çıkmaz neden bir haftaya kalmadan tüm şarkılarını öğreniveriyorum? Bu kez nasıl şarkılarla, hangi duygumuzu gün ışığına çıkaracak diye sıradaki kasetinin çıkmasını merakla bekliyorum.
Bir çok sanatçının şarkıları ideal bir aşktan bahseder. Anlatılanların hiçbiri yaşanılabilir değildir. Bir rüyanın anlatımı. Bir tür şövalye ruhu, safsatası. O sözler genellikle sizin aşklarınızla uyuşmaz. Muhakkak bir yerinde delik vardır.
Sezen Aksu şarkılarında ise öfke, ıstırap, hesaplaşma dolu dizgin. Ayrılığın kapıyı çalmasıyla beraber, üstelik hiç de hazır değilken uyduruk cesaretimizin, uyduruk gururuyla "git" deyivermemiz... Bu sözcük ağzımızdan çıkar çıkmaz içimizin "git-me" diye karşı koyuşu ve bu ikili ruh halimiz... Hepsi onun şarkılarında.
Görünmeyen
Görünmeyen yanları? Onun ünü ve becerisinin çok azına sahip herhangi biri kendini bunca aç pazara onca sürerdi, onca sürerdi ki "medya maymun"luğuyla "en büyük benim kasılması" arasında mekik dokurdu.
O ise işini yapıyor, aşklarını yaşıyor, dostlarıyla paylaşıyor her şeyini. Dostları da en az kendisi kadar kıymetli: Müjde Ar, Meral Okay ve zamanında Adile Naşit.
Yalnız gitmedi
Koskoca bir mahalleye ve geleneklere baş kaldıran asi kız Fahriye Ablamız (Müjde Ar), İkinci Bahar ve Yeditepe İstanbul filminde kolektif bir hayatı paylaşan-kuran Havva Anamız (Meral Okay aynı zamanda Sezen'in bir çok şarkısının da söz yazarı).
Bu eylemin anlamı kanımca asi ve dayanışmacı üç kadının ruhunda saklı.
Acı konduğu yürekte empatiyle tanışırsa adalete dönüşebilir. Bu kadınca dönüşüm Sezen Aksu'nun şarkılarıyla, duygularıyla bize ve sevdiklerimize yansır.
Hayata bakışımıza taşınır. Ezilen başkalarını fark eder, onlara karşı ilgi duyarız. Onlarla yan yana olmaya çalışırız. Onların burukluğundan bize zenginlik, neşe gelmeyeceğini fark ederiz.
O üzüntülerde bizim de payımız olmasın?
Sesini çıkarmadan deliğinde saklanmak, olumsuzlukları susarak onaylamak, kendi rahatının başkasının rahatsızlığından sağladığını bile bile yaşamak insanca olabilir mi? Yaşananlar yok sayılabilir mi? İnkar hasıl bir ruh halidir?
Türk olmak Kürt olmayı engeller mi?
Türk şarkıcı Sezen Aksu beş yüz bin Kürt'e sadece şarkı söylemedi. Onlarla paylaştı, onlarla Kürtleşti. Çünkü Kürt olmak bu topraklarda tehlikeli olmaktı.
En alttakilere sırt çıkınca bilmek gerekir ki her an en altlaşabilirsin. Fırlatılıp atılabilirsin haksızlıkların ortasına. Tıpkı Ahmet Kaya gibi.
Kendime hep sordum: Kürtler, 21 Martta neden Sezen Aksu'yu çağırmıştı?
O, cesur ve hisliydi.Protestoyu ve mücadele etmesini bilen, "bıçak sırtında dolaşabilen" biricik duygudaşımızdı.
Diyarbakır'daki platforma da çok yakışmıştı.
Cesaret kadınlıktan
Kürtler Sezeni göstererek "erkek gör, erkek gör" diye birbirlerine sesleniyorlarmış. Yazık ki, Sezen'in cesareti kadınlığından dolayı geçtiği yollardan edindiğini fark edememişler. Ve elbette hayatı olduğu gibi değil, arkasındaki gerçeklerle fark etmesinden cesaret alan bir minik dev kadın olduğunu.
Bu "hata"nın hem Sezen, hem tüm kadınlar, hem de Kürtler için giderilmesini umuyorum.
Onun Türklüğü, kendisini izleyen Kürtlerle buluşuyor, halkların birliği aynı şarkıları söyleyen seslerle duymak istemeyenleri rahatsız ediyordu elbette. Çünkü onlar yıllardır bu birliği bozmak, engellemek için çalışıp duruyorlar. Olmadı. Bir daha yenildi "savaş tacirleri".
"Öteki" yok
Sezen Aksu'nun yaptığı işin önemi de bu değil mi? Öteki yok olmuş, birlik, dayanışma, empati doğmuş.
"Ben kendimi başkasının yerine koyma ve anlama üzerine binlerce kez kurduğum cümlelerin anlamıyla tanışıyorum. Ete, kemiğe bürünmüşler karşımda duruyorlar. İliklerime kadar hissediyorum.
Görünenin arkası, sahnede yediğim ayazdan daha yakıcı..."(1)
Bu kadını ben yıllarca fire vermeden dinledim, içime işledim. Genç kızlığım ve genç kızlığımın az sonrası yani şimdim onunla geçiyor.
Aşık olduğum adamlar terk edip gitti de, aşklarımın dili olan bu kadın beni hiç terk etmedi. Oturmuş gönlümün bir kıyısına oradan, gelip geçen aşklarıma ilişkin kelimeler diziyor, şarkılar yazıp duruyor.
Onun kalbi Ege, ardından Diyarbakır'da kalmış. Benimse onda ve devrimci adamın birinde kaldı.
Newroz'u Diyarbakır'da geçiren bu kadınla ortak olanın sadece duygularımız değil başka noktalarımızın da olması ne kadar güzel.
Bu "minik" kadını öpüp, öpüp bağrına basmayıp da ne yapacaksın? (GA/NM)
--------------------------------------------------------------------------------
(1) 26 Mart 2002 tarihli Radikal gazetesinde çıkan Sezen Aksu imzalı yazıdan.