Newroz isimli o güzelim türküde
"kalktı, geldiler meydane
sabahın seher vaktinde
yana döne, yana döne
aşk ile yanıp dönmeye
çağlayıp nefes nefese"
diye sesleniyor Kardeş Türküler... Aktan hep süregelmiş "Nevruz mu Newroz mu?" çekişmesini, "Sadece bir bahar kutlaması mı, yoksa doğanın canlanışı gibi tüm ezilenlerin de bu canlanışı içselleştirdiği bir halk bayramı mı?" tartışmasını bir kenara itiyor ve günü bir "direniş ritüeli ve aslında bütün mazlumların zalimlere başkaldırısı" olarak tanımlıyor.
Kutlama beklerken gelen silah sesleri
1995 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti tarafından bir bayram olarak kabul edilen Newroz'u, pazar günü İstanbul'da kutlamalar için halkın buluşacağı yer olan Kazlıçeşme'de ya da Diyarbakır'da gün boyunca yaşananları olabildiğince doğru değerlendirmek için biliyorum ki geçmişle iyi bir hesaplaşma gerekiyor. Dolayısıyla, İrfan Aktan'dan biraz çocukluğunun Newroz'larından bahsetmesini istiyorum.
"Çocukluğumuzun Newroz bayramları nevrotik dönemlerdi, hep korkulu günlerdi. Malum OHAL zamanlarıydı, Newroz kutlanamıyordu bile. Hiçbir zaman bayram tadında olmadı. Hatırımda kalan en enteresan anı 92 yılına ait. Yüksekova'da traktör lastiklerini topluyorlardı, yakmak için. Bizler de bir tepenin üstüne çıktık; ateşi izleyeceğiz, heyecanlıyız. Kutlama beklerken bir anda silah sesleri geldi. O yüzden hala tedirgin olurum kutlamalarda".
Güneydoğu'da kutlamalar sırasında 57 sivilin öldüğü, Cizre ve Şırnak'ta Newroz gösterilerine güvenlik güçlerinin sert müdahalesinin uzun süre tartışıldığı "kutlamalar"... Ayrıca güvenlik güçlerine ait olduğu yazılan bir araçtan bir grup gazeteciye Cizre sokaklarında ateş açılan ve Sabah gazetesi muhabiri İzzet Kezer'in hayatını yitirdiği ve hemen ertesinde Almanya'nın sivil Kürt halkına ateş açıldığını neden göstererek Türkiye'ye silah sevkiyatını durdurduğu Newroz...
"Polis varsa korku var, o da çatışma yaratır"
Aradan geçen yirmi seneyi, bu coğrafyada 'bayram', 'kutlama' gibi kelimelerin aslen ne anlamlar ifade ettiğini kavrayabildikten sonra dinlemeye karar veriyorum. Başka sivil ya da gazeteci ölümleri ile karşılaşmak için şimdilik yeterince cesaretli(!) değilim. Dolayısıyla konuyu hemen değiştiriyor ve Aktan'a Ankara'da daha önce gözlemlediği Newroz ruhunu soruyorum.
"Ankara'da zaten Newroz'lara katılanların çoğu köyleri boşaltıldığı için buraya gelen Hakkârililer, hemşerilerimizdir. Beş bin kişi toplanır burada en fazla. Etrafın kameralarla çevrilidir ve üzerinde baskı hissedersin. Aslında bir nebze de yalnızsındır. Ama bizim gözümüz, kulağımız Diyarbakır'da olur, ne oluyor ne gidiyor diye arar dururuz." diyerek cevap veriyor.
Aktan'ın telefonlara koşma sebebi davullar zurnalar ile özgürlük ve barış sloganı atan insanların engelleniyor oluşunu duymak değil tabii. Aksine şöyle açıklıyor:
"Polis varsa korku var, o da çatışma yaratır. Ama neyse ki orada polis artık kutlamalarda şehirden çekiliyor, meydanlara girerken arama yapmıyor. İnsanlar da dilediğince halaylarını çekip sloganlarını atıyorlar." Böylece görünen o ki, İrfan Aktan da o kalabalık meydanlardaki tüm kardeş türkülere, hemşerilerine ve halklara mırıldanarak eşlik ediyor. Kaldı ki kendisinin de belirttiği gibi "Newroz ile insanlar birlikte olduklarını hatırlıyor. Bu ayrıca Kürtleri de en fazla bir araya toplayabilen kutlama, bayram."
"İnsanların renklere değer atfetmesini engelleyemezsin"
Birlikte olan ve meydanları yalnız bırakmayan bir şey daha var ki sarı, kırmızı ve yeşil renkler cümbüşü. Bu sene Newroz Tertip Komiteleri tarafından kutlamalara katılacak halka bu renkleri taşıyan, yöresel kıyafetler giyilmesi konusunda yapılan çağrılar var. Kimi görüşler 'Bu da bizzat devletin çokça eleştirilen ve dayatmaya çalıştığı şekilci politikaların başka bir halidir' diyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) Batman'da bir devlet hastanesinin acil servisinde hastalığın aciliyet derecelerini sembolize eden 'sarı- kırmızı- yeşil' yön şeritlerine polisin soruşturma açması ve Valilik kararıyla kaldırıldığını hatırlatarak bu defa Aktan'ın ne düşündüğünü soruyorum. Hemen bir anısı ile cevap veriyor:
"Köyde genç bir kadının giydiği herhangi bir fabrikanın ürettiği bir terlikte sarı, kırmızı ve yeşil boncuklar var diye bir askerin onu tokatladığını hatırlarım. Bu sağlıklı bir ruh hali değil.
Ayrıca kutlamaları, eylemleri organize edenler "şu sloganlar çok militarist bunları bırakalım daha barışçıl sloganlar atalım" da derler, "şu renklerle sokaklarda olalım" da derler. Bunda yadırganacak bir şey yok. İnsanların renklere değer atfetmesini engelleyemezsin. Bu sadece Türklere ya da Kürtlere özgü bir şey de değildir ki. Kürtler, Çingeneler, Araplar devletin renkleri olan kırmızı ve beyazdan başka renkleri sevebilir. Yakınlarını kaybedenleri hatırlayın. Onlar da hep beyaz tülbentler ile çıkarlar karşımıza. Niye? Çünkü aklık, şeffaflık isterler. Bunu engelleyemezsiniz." diyor.
Her neredeysek bahar oraya geliyor... ve İrfan Aktan'ın da dediği gibi sadece o kalabalık meydanlara koşma fırsatı bulanların 'Nû roj' u ya da 'yeni gün'ü değil; tüm ezilenlerin, tüm mazlumlarım bayramı bu.
O halde öyle gözüküyor ki her neredeysek orada 'Hoş geldin bahar!' demek ve yeniden çiçek açmak gerekiyor. (EK/EKN)