Yaklaşık bir hafta süren bir çabanın ardından, bulunduğum Worcester’dan New York’a, “Halkın İklim Yürüyüşü”ne katılmak üzere hareket eden bir otobüs yakalamayı başardım. Toplu ulaşım altyapısının son derece zayıf olduğu bir ülkede yüz binlerce insanı günübirlik oradan oraya taşımak başlı başına bir organizasyon gerektiriyor. Amerikalılar, mevcut ulaşım imkanları yeterli olmadığından, otobüs, tren, karavan, otomobil paylaşımı gibi her türlü yola başvurdular New York’a ulaşmak için. Ülkenin batısından yola çıkan bir tren, bir grup iklim aktivistiyle birlikte günlerdir yoldaydı ve uğradığı duraklarda eğitim düzenliyor, halkın iklim değişikliği hakkındaki görüşlerini alıyordu. Yürüyüşün hazırlıkları aylar önce başlamış, 1500’ün üzerinde taban hareketi ve sivil toplum kuruluşunun katılımı sağlanmıştı. Zamana yayılan, planlı bir çalışmanın ürünü olan bu eylem için yürüyüş öncesinde 200 bin kişinin katılımı beklenirken, gösteri sonrası tespit edilen rakamlar 300 ila 400 bin kişinin katıldığını gösteriyor. Kuşkusuz, tarihin en geniş katılımlı iklim ve çevre eylemine tanık olduk. Uzun yıllara yayılan bilgilendirme ve eğitim çalışmaları halkın devlet yönetimine ve anonim şirketlere karşı öfkesiyle birleşti. Aylarca önce başlayan lojistik çalışmalar yetersiz kaldı, otobüsleri ve trenleri erken rezerve edip dolduran insanların umudu ve enerjisinden güç alan pek çok Amerikalı da bu eyleme katıldı. Ön çalışma kendiliğindenlikle birleşti ve görkemli bir buluşma yaşandı.
Kişisel duygularımı yazmak konusunda zorlanacağım için soğukkanlı gözlem ve değerlendirmeler yapmaya çalışacağım. Fakat şu kadarını ifade etmek isterim: Yolda ve New York’ta geçirdiğim iki gün boyunca, yaptığı işe emek veren, dikkat sarf eden, yanındakine saygı gösteren, hoşsohbet pek çok insanla tanıştım. Uluslararası bir hareketin parçası olduğunu hissetmek çok güzel. Dünyanın çok çeşitli yerlerinde yurttaşların taleplerinin birbirine yakınsadığını, halkı temsil etmeyen politikacılara ve kısa vadeli çıkarları uğruna her türlü kötülüğü yapabilecek anonim şirketlere karşı öfkenin yükseldiğini görüyoruz. Adeta tüm dünyayı ortak bir hareket altında kucaklayabilecek, geçmişten geleceğe uzanan bir duygudaşlık ve fikir birliği var. Diğer taraftan, bu birlikteliği kararlar alıp uygulan bir harekete dönüştürecek kurumlar henüz ortada yok.
New York’taki iklim yürüyüşüyle ilgili olarak vurgulanması gereken, katılımın büyüklüğünden ziyade çeşitliliği olmalı. Çeşitliliğin de büyük ölçüde önceden “çalışılmış” olduğu söylenebilir. New York’taki yürüyüş korteji, katılacak grupların çeşitliliğini ve mesajlarını belirgin kılacak şekilde dilimlere ayrılmıştı. Kortejin en önünde iklim değişiklinden en fazla etkilenen, aynı zamanda sistem değişiminin bayrağını taşıyacağına inanılan yerli halklara ve çevre adaleti hareketlerine yer verilmişti. Çevre adaleti hareketlerinin dünya çevre hareketleri ailesi içerisinde özel bir yeri var. ABD kökenli bu hareket, yıllar boyunca sanayinin kentler üzerinde yarattığı çevresel etkilerin eşitsiz dağılımına karşı mücadele etti. Doğası gereği, ırkçılığa ve etnik ayrımcılığa karşı mücadeleyle iç içe geçti, çünkü ABD’de siyah, yerli ve hispanik gettolar daima eşitsiz oranda çöpe ve toksik atıklara maruz kaldılar. Şimdi de ABD’nin kıyı semtlerinde yaşayan topluluklar iklim değişikliğinden eşitsiz bir şekilde etkileniyorlar.
Kortejin ikinci diliminde işçi sendikaları, öğrenciler ve her yaştan insan yer alıyordu. Worcester’dan birlikte hareket ettiğim sağlık çalışanları sendikasıyla birlikte ben de kendimi ilk başta bu dilimin içinde buldum. Gerçekten de her yaştan insan vardı. MIT öğrencileri 80 kişilik bir otobüs organizasyonuyla gelmişlerdi. New York üniversitelerinden akademisyen, çalışan ve öğrenciler oradaydı. Bu civarda en yaygın slogan “Yeşil İş, Sağlıklı Gezegen” idi. Yurttaşlık hakları ve işçi hareketi tarihinde önemli yeri olan “I’m gonna let it shine”, “Solidarity for ever”, New York İşçi Korosu’yla birlikte yürüyüşteki insanlar tarafından seslendiriliyordu.
(Bu şarkıların farklı versiyonlarını https://www.youtube.com/watch?v=Xx3nTsFJEQE ve https://www.youtube.com/watch?v=IuQxyhx3W60 adreslerinde dinleyebilirsiniz.)
Kortejin üçüncü dilimini çevre hareketleri, dördüncü dilimini anonim şirketlere karşı antikapitalist hareketler, beşinci dilimini bilim insanları ve inanç grupları oluşturuyordu. Son altıncı dilimde ise bu kategorilerin dışında kalan fakat toplumsal çeşitliliği temsil eden her türlü grup ve harekete yer verilmişti.
İklim problemine karşı bu kadar geniş bir koalisyon daha önce bir araya gelmedi. İklim değişikliğinden şiddetle etkilenenler, gelecekten kaygı duyanlar, yeşil dönüşümle birlikte bugünden kazançlı çıkacaklarına inanlar, tümü birden bu koalisyonun bir parçası. Koalisyon, 2009 Kopenhag mutabakatında da ifade edilen 2oC hedefi, devletlerin bu amaca uygun azaltım hedefleri vermeleri ve uyum çalışmalarında kullanılacak yeşil fona yeterli katkı sunmaları gerektiği konusunda uzlaşıyor. Diğer taraftan anonim şirketlerin, karbon piyasalarının, agro-yakıt ve nükleer enerji gibi teknolojik alternatiflerin rolü konusunda önemli uzlaşmazlıklar var. Çevre adaleti ve antikapitalist hareketlerin endişesi tüm bu gelişmelerin son dönemdeki “akıllı tarım” tartışmalarıyla görüldüğü şekilde anonim şirketler tarafından kendi çıkarlarına yontulması.
ABD kıyıları, hatta New York’un Manhattan bölgesi aşırı iklim olaylarından yakın zamanlarda fazlasıyla etkilendi. İnsanlar, en büyük kirletici olduğu halde iklim değişikliği karşısında hiçbir şey yapmayan, üstelik kaya gazı gibi yeni fosil yakıtlara yönelen ABD’nin sorumluluğunun son derece farkında. Halkın İklim Yürüyüşü bazı Amerikalılar açısından aynı zamanda, kendilerinin hükümetleri gibi düşünmediklerini dünyaya gösterebilecekleri bir onur mücadelesi.
İklim mücadelesini Türkiye üzerinden değerlendirdiğimizde çıkarılması gereken bazı dersler var. Türkiye’de iklim mücadelesi bugüne kadar gelecekten kaygı duyan çevrecilerin meselesi oldu ve büyüyemedi. Gelecekten haklı olarak endişe duyan çevreciler hükümetin azaltım ve uyum konusundaki sorumluluklarını ikna edici bir şekilde anlatamadılar. Savunulan argümanlar çoğu zaman Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olduğu teziyle, kalkınmacı bir anlayışa savuşturuldu. Yerel çevre hareketlerinin iklim hareketiyle ilişkisi kurulamadı. Yeşil dönüşüm, yeşil iş temaları yeterince geliştirilmedi. Kuraklık, ısı dalgaları, aşırı iklim olaylarının iklim değişikliğiyle ilişkisi yeterince kurulamadı ve zarar görenler bu konuda uyarılmadı.
İklim konusunda Türkiye’nin uluslararası alandaki yerini doğru tespit ederek yola çıkmalıyız. Yerel çevre hareketlerini ve zarar görenleri bu mücadele katmalıyız. İşsizliğin ve yoksulluğun tek alternatifinin inşaat, madencilik ve fosil enerji olmadığını göstermeliyiz. Bunları yerine getirmek üzere kolektif bir çaba ortaya çıktığında iklim mücadelesinin büyüdüğünü ve sistem karşıtı antikapitalist bir karakter kazandığını göreceğiz. (AKS/ÇT)