“Herkesle değil ama iyi geçinmeci olduğum doğru. Bunu bir tavır olarak, bir yaşama etiği olarak da savunurum. İnsanların 'iyi' yanlarını görmeye, o yanla temas kurmaya, o yanı teşvik etmeye çalışmanın hepimize iyi geleceğine inanıyorum.” Tanıl Bora
Bu yazı bir yerde benim politik patikam, kendimden, çevremden ve birlikte yürüdüğümüz yoldaşlık hallerinden süzülen duygularla yazıldı.
Birlikte olmaktan, birbirimize güvenmekten, cümle kurma ihtiycı duymadan birbirimizi anlamadan ve birbirimizin kapısını, kalbini açık tutmaktan öğrendiklerimizle...
Her zaman her şeyin kesin çizgilerle tanımlanmadığı, çoğu zaman belirsizlik içinde yol aldığımız bu hayatta, güvenin/iyimserliğin canı çıkmış bu dünyada devrimci bir eylem, misafirperverliğin direnişin en sıcak hali ve sorumluluğun yaşamı çoğaltan bir yanıt olduğunu fark ettim.
Bu fark edişin kendisi de tek başına olmadı, annemin sözleriyle, kardeşlerimin ve kan bağı ötesinde daha çocukluğumdan itibaren politik kararlarımız ile kardeş bildiklerimin her zaman dayanışma ve sevgileri ile dostlarımın bakışlarıyla, sokakta tanımadığım insanlarla paylaştığım anlarla oldu.
Neşeli militanlık dediğim şey, tıpkı vicdani ret gibi ben daha adını koymadan hayatımın bir parçası, bir yaşam biçimi, bir ilişki etiği, bir yoldaşlık hayali olmuştu. Neşeyle, güvenle, özenle kurulmuş kolektif bir hayatın mümkün olduğunu söylemek istiyorum bu metinle.
Cezaevinde tutsak iken yoldaşım/amcası Süleyman Altun’u her ziyarete geldiğinde beni de görmeden dönmeyen çocuk yoldaşım Cansu’nun deyimi ile ben ‘gülen boya’...Sert zamanlardan geçerken bile umutla ve özenle birbirine bakan gözlerin kurduğu bir dünya... Belki bir ütopya değil bu; sadece henüz her yerde kurulamamış bir pratik. Ama mümkün...
I - Güvenin özgürleştirici gücü ve barışa dair umut
İlişkilere güven duyarak başlamanın ve bunu yaygınlaştırmanın, günümüzde zaman zaman ‘saf/gereksiz iyi’ olarak algılandığını da bir yere not ederek, devrimci bir eylem olduğunu düşünürüm. Güvenin salt dönüştürücü ve insanın eyleme kapasitesini artıran bir etkisi olduğunu yaşadıklarımdan hareketle altını bir kez çizmek istiyorum. Ancak bunu herkesin izlemesi gereken bir buyrukmuş gibi sunmak istemiyorum. Nihayetinde hayata ve insanlara kendi özsel tarihimiz/edindiklerimizden hareketle bakarız. Yani hayata dair her birimizin bilgisi başka başka da olabilir.
Hiçbir çaba sarf etmediğimiz ve kendimizi "kanıtlamadığımız" halde insanların hakkımızda iyi düşünmesi ve elimizden gelenin en iyisini yapacağımız konusunda bize güvenmesi, bize ilk etapta garip ve ürkütücü gelebilir. Ancak bunun kendiliğinden oluştuğunu da düşünmemek lazım, sizin farkında, ya da farkında olmadan yaptıklarınızın bir yerlerde biriktiğini düşünen kişilerdenim. Ondan olsa gerek “zamanın insanları” tarafından çok anlaşılan bir durum olmuyor bu yaşanan. Güvenmek, güvenilmek aynı zamanda inanılmaz bir biçimde özgürleştirici de olabilir.
Bu güven sadece insanlara karşı değil, aynı zamanda sabit kurallara dayanmayan, açık uçlu süreçlere duyulan bir güvende olarak ifade edilebilir. Zira itina ile adı konulmayan sürecin barışa doğru yol alacağına olan güven gibi. Bu anlamda, yeninin gelişeceğine olan güven, dostluk ile çoğalacağına olan güven, neşeye duyulan bir güven: harekete geçirici kolektif güçleri artırmak için, yeni yeni oluşan kapasiteye duyulan bir güven. Türkiye’de birlikte söz/eylem birlikteliği kurduğum vicdani retçilere, feministlere, ekolojistlere, Kürt Özgürlük Hareketi içindeki hevallerime her zaman güvendim ben.
II – Kişisel ilişkilerden başlayan politik pratik: Misafirperverlik
Hatırlarım, daha Lise öğrencisi iken bir gün annem; “Erco senin arkadaşların çok başka, bunlar çok güzel insanlar, sen ol ya da olma, bilsinler ki bu kapı hepsine açık” demesi beni hem onurlandurmış, hem de duygulandırmıştı. Peki ama bu güveni nasıl tanırız? Böyle bir güven, incelikli ve ilişkisel her türlü süreçte tezahür edebilir. Annemin bizlere olan sevgi ve güveni sanırım bizlerin verili olanlar dışında başka gündemlere, hayallere, başka bir geleceğe olan güven ve bunun getirdiği duruşaydı. Derdimiz gündelik hayatın getirdiklerinin peşinde koşmak değildi, bizim hayallerimiz vardı.
Biliyorum peşinen güvenmek, sorumluluğu da çağırır: İnsanlar düzenli olarak bir araya gelip gidişatı konuşurlar ve bu böyle devam eder. Bu pratikler, ortak bağların ve nezaketin gelişebileceği bir çevrenin, dostluk ve karşılıklı desteğe dayanan bir alanın ve nihayetinde topluluğun inşası için gerekli olan zeminin yaratılmasına yardımcı olur. Okullu yıllarım ile birlikte bende biriken arkadaş/dost ve yoldaşlar ile ailem ve ailem bildiklerim ile biz buna çok erken zamanlarımızda, en neşeli hallerimiz ile başladık.
İşte bizler daha herhangi bir sol, sosyalist örgüt ve yapı ile buluşmadan kendi kişisel iletişim ve ilişkilerimiz ile birlikte yoldaşça yol almasını öğrenmiştik. Bir süre önce hiç beklenmedik bir şekilde o zamanlarımızda kaleme aldığım bir şiir telefonumun ekranına düştü. Hala oradaki düşlerde ve sevgilerde olmanın zenginleştirici/özgürleştirici gücünün getirdiği çemberin içinde olmak çok mutlu etti beni.
Hayatımın devamında da insanlara olan güvenim merkezinde sanırım ilk kurduğumuz bu dostluk/yoldaşlık bağlanlarımızdan geldiğini düşünüyorum. Böyle bir güveni dolu dolu hissedebileceğimiz, yanı sıra karşılıklı sorumluluğun varlığını da yoğun bir şekilde hissettiğimiz hareketlerin, alanların ve yaşam formlarının bir parçası olduğumuzda, bunun bizi daha cesur hale getirdiğini, yeni şeyler deneyebilme, yaralanmaktan korkmama ve risk alabilme becerilerimizi artırdığını fark ederiz.
Güven sadece ilişkileri dönüştürmek ve "iyi hissetmek"le ilgili bir şey değil; güven ve doğrudan eylem birbirinden ayrı düşünülemez. Güven, şu anda arzuladığımız ve ihtiyaç duyduğumuz alternatifleri inşa etmekle ilgili. Herkes, ihtiyaç duyduklarında onlan savunacak birilerinin olduğunu söylemek ve bazen sadece hikayelerini, yiyeceklerini, sohbetlerini ve desteklerini paylaşmak için komşulannı kapı kapı dolaşmak yeni bir direniş dalgasını oluşturaya yetebilir. Buna genelde misafirperverlik deriz.
Misafirperverlik kavramı sadece misafirleri iyi karşılamak anlamına gelmez; aynı zamanda, insanların dünyayla birlikte yüzleşmeye dair kapasitelerinin farkında olması anlamındaki güvene yönelik bir duyarlılığı ifade eder. Misafirliğin bu yönüyle benimsenmesi aynı zamanda, insanların yabancılara açık olabilmesini mümkün kılıyor ama basitçe başkalarına karşı "hoşgörülü olmak" anlamında bir açıklık değil; değişime olanak tanıyan karşılaşmalara cömertliğe ve meraka açık olabilmek anlamında bir açıklık.
Misafirperverliğin hareket noktası hak sahibi bireyler değildir. Misafirperverlik, neşeyi ve şenlikliliği sürdürülebilir hale getiren ortak mefhumlarla şekillenen, duygulara yer olan, yaşanabilir bir dünyadan yola çıkar. "Ağırlanmak", bir dünyayı tecrübe etmeye izin verilmesi, bu dünyaya davet edilmektir. Aynı sebeple, güven duyanlar da bireyler değildir, kendini dışarı kapatarak güvenmeyi "seçen" birey yoktur burada. Güvenebilme kapasitesinin canlandırıldığı ve insanlarda bu kapasitenin açığa çıkarıldığı bir dizi ilişkidir güvenin öznesi. İnsanların sorunları birlikte tahlil edebilme imkanının olduğu ve kendine sistemin yaşam üzerindeki tekelinin dışında kalan bir alan açabildiği herhangi bir yerde bunu görürüz.
III - Güvenin siyaseti ve sorumluluğun biçimleri
Güven ve sorumluluğu oluşturan bileşenler, içinden çıktıkları bağlama göre farklılaşır. Bu bileşenler, güveni; ırk, sınıf, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, sömürgecilik, yetenek, yaş ve diğer tahakküm ve ayrım biçimlerinin ötesinde iradi olarak genişletebilme kapasitesini de içeren bir dizi soru olarak düşünülebilirler. Gene yaşadıklarım ve tanık olduklarımdan hareketle; Güven ve sorumluluk hakkında konuşmak, bireysel sorumluluğun katı bir şekilde dayatıldığı ve güvenen insanların çok fazla şiddete maruz kaldığı bir dünyada naif kalabilir ya da düpedüz aptalca görünebiliyor.
Öte yandan burada, insanların yeni ilişkiler için alan açarak, bu ayrımlara rağmen güveni sürekli olarak yeniden inşa ettiğine dikkat çekmek istiyorum. Bu anlamda neşeli militanlığın temel unsurlarından biri; güveni inşa etmeye, sürdürmeye ve onarmaya dair kolektif kapasitedir. Bireyler olarak, gruplar olarak, bireysel ve grup kimliklerimize sızmış olan, "oradaki" ya da "buradaki" bütün tahakküm alanlarının, yapılarının ve süreçlerinin tamamen farkında olduğumuzu varsayarak "tamamlanmış" olduğumuz düşüncesine kapılmamak için, her zaman tetikte olmalıyız. Sonsuz sorumluluk, her zaman en ötekiyi, tanım gereği "var olmayan" ve aslında mevcut güç ilişkileri sürdürüldüğü müddetçe var olmaması gereken özneyi duymaya hazır olmamız anlamına gelir.
Sorumluluk bu anlamıyla bir yük değil, aslında yaşam deneyimimizi genişleten bir şeydir. Kelime anlamıyla "yanıt verebilme kabiliyeti"dir. İlişkiler çerçevesinde düşündüğümüzde ise sorumluluğu, uygun -yani herkesin yararını gözeten- yanıtlar geliştirebilme kabiliyeti olarak anlamalıyız. Böyle bakınca sorumluluk, -aslında gerçek anlamda var olmayan- bireyciliğe kıyasla bizler için her zaman tercih edilebilir bir edim oldu.
IV - Neşeyle kurulan politik etik
Neşeli militanlık, yazının tamamında da anlatmaya çalıştığım gibi yalnızca politik bir tutum değil; aynı zamanda yaşamla, başkalarıyla ve mücadeleyle kurduğumuz ilişkinin etik bir formudur. Güvene dayalı ilişkiler kurmak, misafirperverliği bir yaşam pratiği haline getirmek ve sorumluluğu bir yük değil, birlikte yaşamın imkânını büyüten bir eylem olarak kavramak, bu militanlığın temel sütunlarını oluşturur. İyimserlik, korkusuzca güvenmek ve özenle ilişki kurmak; mücadele sahasında ne zayıflık ne de saflıktır, aksine kurucu ve dönüştürücü bir direniş biçimidir.
Bu anlamıyla neşeli militanlık, alışıldık mücadele imgelerinin ötesinde; yoldaşlığa, kolektif şefkate ve müşterek inşaya dayalı bir politik etiğin adıdır. Neşeyi, ortak iyiliğe dair ısrarı, henüz var olmayan ama mümkün olan başka bir dünyayı bugünden yaşamaya dair iradeyi taşır. Şiddetin, güvensizliğin ve bireysel savrulmanın çağında; güvenmeyi, davet etmeyi ve yanıt verebilmeyi seçmek, sadece bugünü değil, yarını da inşa etmenin militan yoludur.
(EJA/EMK)







