Tuhaf bir tesadüf mü, yoksa kaderin bir cilvesi mi bilinmez, Katalonya'nın İspanya'dan bağımsızlığı ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Irak'tan bağımsızlığı ile ilgili referandumlar beş gün arayla yapılıyor.
Her iki referandum hem söz konusu ülkelerde, hem de tüm dünyada büyük tartışmalara neden oldu. New York’ta yapılan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda sahne alan Donald Trump, BM'nin kurulma nedenlerine ve ilkelerine taban tabana zıt bir konuşma yapan ilk ABD başkanı olarak tarihe geçti.
Trump
“ABD ve diğerleri” olarak özetlenecek bir dünya görüşünü tüm dünya liderlerinin bulunduğu bir toplantıda göğsünü gere gere dillendiren Trump başkanlığının ilk dokuz ayında yaşadığı başarısızlıkları yok sayarak, zayıflığını ve acemiliğini aslında var olmayan gücünü abartarak ört bas edeceğini sanıyordu.
Trump “İlkeli gerçeklik” olarak tanımladığı yeni dünya politikasında ulusların egemenlik hakları üzerinde vurgu yaparken (her koyun kendi bacağından asılır, egemen ülkeler kendi halklarına her tür zulmü ve baskıyı uygulamakta serbesttir şeklinde bir dip notla süsleyerek) 2003’te Irak, 1990'larda Afganistan ve en son Suriye askeri müdahalelerini meşru ve ABD'nin hakkı olarak görüyordu.
ABD ulusların egemenlik haklarını çiğnemekte özgürdü, dünyanın tüm diğer ülkeleri ise BM ve uluslararası yasalara/düzenlemelere uymakla yükümlüydü.
Kuzey Kore ve Afrika
Trump çıtayı biraz daha yükselterek Kuzey Kore'yi tümüyle haritadan silmek tehdidini savururken, ulusların egemenliğinden ne anladığını bir kez daha açıklığa kavuşturdu.
45 dakikalık BM konuşmasında bir defa bile Afrika kıtasından söz etmeyen Sayın Başkan'ın böyle bir kıtanın varlığından haberdar olmadığı yorumları yapıldı. Oysa, dünyada en çok çatışma ve savaşın yaşandığı Afrika Birleşmiş Milletler'in askeri ve mali anlamda en büyük katkıları yaptığı kıta olarak biliniyor.
İki referandum
Çarşamba günü öğle saatlerinde, Kürdistan Bölgesi Yüksek Seçim Kurulu referandum sonuçlarını yüzde 72 katılım, yüzde 92,73 evet olarak açıkladı. Bu sonuçlar Kürtlerin bağımsızlık isteğini açıkça gözler önüne seriyor.
Pazar günü, Katalon bölgesinin İspanyol merkezi hükümetinden bağımsızlığı için yapılacak referandum ise Madrid merkezi hükümetinin pek de demokratik olmayan müdahaleleri, tutuklamalar ve tehditler ile birlikte yoluna devam ediyor.
Temmuz ayında yapılan kamu oyu yoklamalarında “hayır” oyları yüzde 49, “evet” oyları ise yüzde 41 civarındaydı. Şimdi, Madrid hükümetinin son baskıları nedeniyle bu oranlarda ciddi değişiklikler olduğu konuşuluyor.
Katalonya, referandumdan yüz yıl önce, İspanya İç Savaşında gösterdiği büyük direniş ile adını tüm dünyaya duyurmuş bir bölge. Yüz yıl geriye gidelim ve neler yaşandığını anımsayalım.
Katalonya, Barselona Aralık 1936
Cumhuriyetçi kadın militanlar (Gerda Taro, muhkemelen Barselona, 1936) |
Milise katılmadan bir gün önce, Barselona'daki Lenin Kışlası'nda subayların masasının önünde ayakta duran bir milis gördüm.
Kızıla kaçan sarı saçları ve kuvvetli omuzlarıyla külhanbeyi görünüşlü, yirmi beş ya da yirmi altı yaşlarında genç bir adamdı. Ezik büzük deri kasketi, hırsla tek gözünün üzerine çekilmişti. Kendisini yandan görüyordum: Çenesini göğsüne doğru eğmişti; çatık kaşlarıyla, subayların birinin masanın üzerine yaydığı haritayı inceliyordu.
Yüzünde yakaladığım bir şey derinden çarptı beni. Dostu için gözünü kırpmadan adam öldürebilecek ve hayatını tehlikeye atabilecek bir adamın yüzüydü bu. Böylesi bir çehre olsa olsa bir anarşiste ait olabilirdi; halbuki büyük ihtimalle adam komünistti. Hem dürüst ve vahşi bir ifadeydi bu, hem de cahil insanların üstleri olarak kabullendikleri kişilere besledikleri dokunaklı hürmet hissini taşıyordu.
Haritadan hiçbir şey anlamadığı, harita okumayı harikulade entelektüel bir iş saydığı besbelliydi. Nedendir bilmem, anında bu kadar ilgimi çeken birine -yani bir erkeğe- çok seyrek rastlamışımdır.
Onlar masanın etrafında konuşurlarken, arada geçen bir laf benim bir yabancı olduğumu ortaya çıkardı. Adam başını kaldırdı ve çabucak sordu:
“İtaliano?” (İtalyan mısın?)
“Berbat İspanyolcamla cevap verdim: Hayır, İngiliz. Ya sen?”
“İtalyan.”
Biz dışarıya çıkarken odayı baştan başa kat etti ve elimi kuvvetlice sıktı. Bir yabancıya karşı böyle böylesine muhabbet duymak ne tuhaf! Sanki ikimizin de ruhu, aramızdaki dil ve gelenek uçurumunu bir anda aşmayı ve büyük bir samimiyetle buluşmayı başarmıştı.
Onun da beni, benim onu sevdiğim kadar sevdiğini umut ederim. Ama üzerimde bıraktığı izlenimi muhafaza edebilmem için onu bir daha hiç görmemem gerektiğini de biliyordum. Ve söylemek bile gereksiz, onu bir daha asla görmedim. İspanya'da bu tür temaslar hep kuruluyordu.
Bu olay, 1936 Aralık ayının sonunda, şu satırları yazdığım günümüzden yaklaşık yedi ay önce vuku buldu. Halbuki daha şimdiden müthiş uzakta kalmış bir zaman dilimi gibi. İspanya'ya gazete makaleleri yazma fikriyle gelmiştim. Fakat aniden milise katıldım. Çünkü o sırada o atmosferde, yapılabilecek tek makul iş buymuş gibi gelmişti. Anarşistler, Katalonya'da hala fiili denetimi ellerinde tutuyorlardı ve devrim henüz en canlı safhasını yaşıyordu.
Dosdoğru İngiltere'den gelen biri için Barselona'nın görünümü şaşırtıcı ve kışkırtıcıydı. İşçi sınıfının iktidarda olduğu bir şehri ilk kez görüyordum. Küçüklü büyüklü tüm binalar, fiilen işçiler tarafından zapt edilmiş ve kızıl bayraklarla ya da anarşistlerin kırmızı-siyah bayraklarıyla donatılmıştı.
Hiç özel otomobil yoktu, çünkü hepsine el konulmuştu. Tramvaylar ve taksilerin tümü ve diğer vasıtaların pek çoğu kırmızı siyaha boyanmıştı... En garibi ise kalabalığın arz ettiği manzaraydı. Şöyle üstün körü bakıldığında Barselona, zengin sınıfların fiilen ortadan kalktığı bir şehir görünümündeydi.
Az sayıdaki, kadın ve ecnebinin dışında 'şık giyimli' bir Allah'ın kulu yoktu. Herkesin üstünde kaba saba işçi kıyafetleri ile mavi tulumlar ya da milis üniformasını andıran giysiler vardı. Bütün bunlar tuhaf ve çarpıcıydı. Bu manzara, anlamadığım, hatta bazı yönlerden hoşlanmadığım, ama uğrunda çarpışmaya değer bir şeyler yaşandığını hemen fark ettiğim, fazladan bir anlam taşıyordu.
Yukarıdaki satırlar ünlü İngiliz yazarı George Orwell'e ait. Orwell, 1936'da karısıyla birlikte İspanya'ya geldiğinde ünlü bir yazar olmaktan çok uzaktı, her hangi bir siyasi partiye üye değildi ama kapitalist sistemle ciddi sorunları vardı.
Katalonya'ya Selam
Benim Katalonya tanışmam da yukarıda alıntıladığım George Orwell'in “Katalonya'ya Selam” kitabıyla oldu. Orwell'in bu kitabını bana veren ise her zaman sevgiyle ve hasretle andığım dostum Emin Galip Sandalcı idi.
Dünyayı kıpkırmızı gördüğümüz dönemlerde Emil Galip bana bu kitabı vermiş ve mutlaka okumamı söylemişti. Ben de okumuş ve hem çok etkilenmiş, hem de tedirgin olmuştum.
1936-1939 yılları arasında yaşanan İspanya İç Savaşı, bütün dünyanın ilerici, liberal, özgür düşünceye inanan aydınlarını seferber etmiş, binlerce insan Cumhuriyetçilerin kurduğu Halk Cephesi hükumetine karşı başlatılan ve başını General Franko'nun çektiği faşist ayaklanmaya karşı, Halk cephesinin yanında savaşmak için İspanya'ya akın etmişti.
İspanya'ya koştular
Değişik ülkelerden dinleri, ideolojileri, dilleri farklı insanlar evlerini, ailelerini, dostlarını terk edip İspanya'da savaşmaya ve ölmeye geldiler. Çok açık ki İspanya'daki savaş insanların vicdanlarında sınırları ve ayrılıkları aşan büyük bir direnme, insanlığın yanında durma istemi yaratmıştı.
Capa'nın İspanya iç savaş fotoğraflarıyla Picture Post'ta yayınlanan fotoğrafı (3 Aralık 1938) |
Hitler ve Mussolini faşizminin yükselişinin dünyayı sürüklediği tehlikeleri doğru okuyan tüm bu insanlar İspanyol halkının yanında durmaya koşarken, bunların aralarında pek çok yazar, düşünür ve sanat insanı da vardı.
ABD'li yazar Hemingway, İspanya iç savaşını anlatan romanı ile ünlendi: “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” (1940); Fransa'dan Andre Malraux “İnsanlığın Umudu” (1938), ABD'den savaş karşıtı yazar John Dos Passos “Genç bir Adamın maceraları“ (1939), George Orwell “Katalonya'ya Selam” (1938), Picasso “Guernica” tablosu (1937), fotoğrafçı Robert Capa “Cumhuriyetçi bir askerin Ölümü”yle (1936).
Soykırıma alet oldular
Ünlü İspanyol yazar Juan Goytisolo, 1984 yılında verdiği bir röportajda şöyle diyordu:
“Savaş yıllarında olanları okuduğum ve yaşananları düşündüğümde, duygularıma hakim olmakta güçlük çekiyorum. Binlerce insan bu ülkeye koştu, umutları vardı, daha özgür, insanlığın değerlerinin yüceltildiği bir İspanya hayal ettiler.
"Ama Avrupa ve Sovyetler Birliği Hitler faşizmine karşı duramadılar, İspanya'da savaşan Cumhuriyetçilere ve onları destekleyen Uluslararası ve ulusal solculara gerekli desteği vermeyerek Hitler faşizminin yayılmasına ve Yahudilere karşı yapılan soykırıma alet olmanın vebalini hala taşımaktadırlar.”
Batı demokrasileri ”tarafsız” davranarak, İspanya'da “karışılmaması gereken” bir iç savaş olduğu tezini kabul ederken, Hitler ve Mussolini, faşizmin bir başka Avrupa ülkesinde daha uygulanma fırsatını hemen değerlendirdiler.”
İspanyol/Katalan işçi sınıfı
Tüm milis sisteminde ciddi hatalar yapılıyordu. Milislerin kendileri de karma bir gruptu. Daha o tarihlerde gönüllü askerlerin sayısında düşüş başlamıştı; üstelik en iyi adamların çoğu ya cephedeydi ya da ölmüştü. Aramızda her zaman belli bir oranda hiçbir işe yaramaz adam bulunuyordu.
Ancak, benim olduğum gibi, İspanyol işçi sınıfının -belki de Katalan işçi sınıfı demem daha uygun olur; çünkü birkaç Aragonlu ve Endülüslü hariç, Katalanlar ile bir aradaydım- arasına karışıp da, onların esaslı ahlakından etkilenmeyecek ve her şeyden ziyade, dürüstlükleri ve cömertlikleri karşısında çarpılmayacak insan düşünemiyorum.
İspanyolların cömertliği, kelimenin alelade anlamıyla, kimi zaman adeta mahcup edici olabiliyordu. Adamdan bir sigara isteseniz, bütün paketi almanız için sık boğaz ederdi. Bunun ötesinde, en ümitsiz şartlarda tekrar tekrar yüz yüze geldiğim, daha derine inen bir cömertliğe, gerçek bir ruh zenginliğine sahiptiler (Orwell anlatıyor, Katalonya'ya Selam).
Katalonya hakkında
Hava saldırısında sığınağa koşan kadın (Capa - Barselona - 1939)
Katalonya, İspanya yarımadasının Kuzeydoğu'sunda yer alan otonom, bağımsız Katalan bölgesi. Kuzeyde Pirene dağları ile Fransa'dan ayrılan Katalonya ile Madrid deki Kastilya krallığı arasındaki mücadele ve savaşların uzun tarihi boyunca Katalonya her zaman ticaretin, sanatın, yönetim biçimlerinin üstünlüğü ve kültürel yaşamının zenginliği ile bilinirdi.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra hızlı bir sanayileşme dönemine giren İspanya'da büyük bir kentleşme ve buna bağlı olarak kent soylu bir işçi sınıfı ortaya çıktı.
1910-1930 yılları arasında İspanya işçi sınıfı sayısal olarak ikiye katlandı. Bölgeler arasında Katalonya sanayileşmede başı çektiği için, işçi sınıfının ve güçlü sendikal hareketlerin örgütlenmesi de Barselona ve diğer Katalan şehirlerinde çok daha hızlı oldu. Ülkenin kaderinde söz hakkına sahip olacak bir İspanyol proletaryası ortaya çıkmıştı.
Anarşistler
İspanya'nın Güney'inde ise başka bir gelişme söz konusuydu.
Yoksul ve topraksız köylülerin başını çektiği küçük anarşist gruplar, hem kent soylulara, hem de merkezi hükümete karşı küçük ayaklanmalar örgütleyerek, kitleleri devrimci bilinci yerleştirme peşindeydiler.
Rusya ve Çin'de olduğu gibi İspanya'da da anarşizm güçlü köklere sahip bir akım olarak İspanyol işçi hareketleri ve sendikalar içinde önemli bir rol oynadı.
Öncelik ayrışması
İspanya'dan ayrılan Uluslararası Tugaylar gönüllülerini uğurlayan Cumhuriyetçiler (Barselona - Ekim 1938)
İspanya İç savaşında, özellikle Barselona'da anarşistler çok etkindiler. Parlamenter sisteme, devlete, kiliseye, hiyerarşiye, cinsiyetler arasında ayrımcılığa, merkezi yapılanmalara karşıydılar.
Onlar yeni bir toplumun kurulması için mücadele ediyor, Cumhuriyetçiler, Komünistler, sendikacılar, ve diğer sol gruplar ise önceliği faşizmin yenilmesine ve iktidarın kendi ellerine geçmesinde görüyorlardı.
İç savaş sadece Katalan halkının mücadelesi değildi, kimse de böyle bir görüşü savunmamıştır.
Barbarlığa karşı direniş
İspanya İç Savaşı, hem Avrupa'daki iktidar savaşının, hem de faşizm ile sol güçlerin arasındaki savaşın bir araya geldiği, sadece İspanya'nın değil Avrupa ve tüm dünyanın kaderini belirleyen, İkinci Dünya Savaşı'nın yolunu açan önemli bir dönüm noktası, insanlığın barbarlığa ve savaşa karşı direnişinin eşsiz bir örneğiydi.
Bugün bağımsızlık isteyen Katalan halkı İspanya İç Savaşının öncü gücü olarak büyük bir deneyim ve birikimden geçmiş bir halktır. Bir gece yatıp ertesi sabah “bağımsız” olalım diyerek uyanmış bir halk değildir.
Yüzyıllara dayanan bir direnme ve mücadele geleneğinin bugünkü temsilcileri olarak, neyin ne olduğunu, bizzat savaşın içinde yer alan anneannelerinden, dedelerinden öğrenmiş, derin devletlerin değil, derin düşüncelerin mirası üzerine yükselen bir toplumun bireyleridir.
Barselona, Madrid 1937
“Barselona'ya savaş sırasında, birkaç aylık aralıklarla giden herkes burada olup biten olağanüstü değişikliklere dikkat etmiştir. Tuhaf olan şu ki ilkin Ağustos'ta (1936), ikincisi Ocak'ta (1937) ya da benim yaptığım gibi ilk Aralık'ta (1936) ve sonra Nisan'da (1937) gitmiş olsunlar, söyledikleri hep aynıydı: Devrimci hava kaybolmuştu.
Barselona yeniden, savaş yüzünden biraz yıpranmış ve sıkıntı çekmiş, ama işçi sınıfı egemenliğinin hiçbir belirtisi kalmayan alelade bir şehre dönüşmüştü.
İnsanların görünüşündeki değişim ürkütücüydü. Milis üniforması ve tulumlar neredeyse büsbütün ortadan kalkmıştı, herkes İspanyol terzilerinin özellikle ustası olduğu şık yaz takımları giyiyordu.Her yerde göbekli zengin adamlar ve zarif hanımlar ve pırıl pırıl arabalar görülüyordu.
Savaşa karşı genel ilgisizlik, şaşırtıcı ve hayli tiksindiriciydi. Savaşla başlayan devrimci fikirler konusunda herkesin hayal kırıklığına uğraması, muhakkak ki bunda büyük rol oynamıştı. Milis güçleri olarak örgütlenen ve savaşın ilk birkaç haftasında faşistleri Zaragoza'ya kadar kovalayan sendika üyeleri, geniş ölçüde işçi sınıfının egemenliği için savaştıklarına inandıkları için bu işleri başarmıştı.
Oysa şimdi işçi sınıfının egemenliğinin güme gitmiş bir amaç olduğu gittikçe daha çok belirginleşiyordu. Dış ya da iç savaş olsun, her savaşta safları doldurmak durumunda olan sokaktaki adam, özellikle de proletarya, belli bir uyuşukluk içinde diye ayıplanamazdı doğrusu. Savaşın kaybedilmesini kimse istemiyordu, çoğunluk bir an önce bitmesine taraftardı (Orwell anlatıyor, Katalonya'ya Selam).
Musolini, Hitler
Nisan 1937'de Dutçe (Musollini) 70 bin kişilik düzenli bir ordu gönderdi, Hitler ise öncelikle hava kuvvetlerinden bir filoyu, Kondor Lejyonu'nu.
İnsanlık tarihinde ilk kez büyük kentlerde yaşayan savunmasız siviller havadan bombalandı, en çok da Madrid’de. Nisan 1937'de Bask kenti Guernica'da hava saldırılarıyla yüzlerce insan öldürüldü.
Savaş emin adımlarla Franko ve faşistlerin galibiyetine doğru ilerliyordu.
ESPANA PERDİDA/ İspanya 1939
Her şey bitti artık.
28 mart 1939'da Madrid Franko birliklerinin eline geçti. En az 300 bin kişi yaşamını yitirmişti. Ölenlerin yarısından fazlası sivillerdi. Savaşın bitiminden sonra en az 300 bin kişi Franko'nun hapishanelerinde yok edildi. Yaklaşık 100 bin kişi ise Franko'nun birlikleri tarafından kurşuna dizildiler.
23 Ağustos 1939'da Almanya ve Sovyetler Birliği Saldırmazlık Paktına imza attılar. Bütün dünyadaki anti faşist güçler sırtlarından hançerlenmiş, büyük bir ihanete uğramışlardı.
30 Eylül 1939'da İngiltere ve Fransa Munich Anlaşmasını imzalayarak Hitler'in önünü açtılar.
Stalin kısa bir süre sonra onları izleyerek İspanya'da savaşan 6000 Sovyet vatandaşını Uluslararası Tugaylardan geri çekti. Başka Avrupa ülkelerinden de benzer tepkiler geldi ve Uluslararası Tugayda savaşan vatandaşlarını geri çektiler.
İspanya'da Cumhuriyetçiler ve direnişçiler Hitler ve Mussolini'ya karşı tek başlarına savaşmaya terk edildiler (Blood and Champagne'dan derleme).
Capa Barselona'da
1939 Ekim'inde Robert Capa Barselona'ya geldi. Artık savaşın sona erdiğinin farkındaydı. Capa, İspanya İç Savaşı sayesinde dünya çapında bir savaş fotoğrafçısı olmuş ama ne para ne de şöhret yüreğindeki acıyı dindirememişti.
Gerda Taro ile Frank Capa (Paris - 1935 Sonbaharı)
Gerda Taro
Hayatının aşkı, Gerda'yı bu savaşta yitirmiş, yeşil gözlü, kızıl saçlı, İspanyolların “kızıl tilki” diye çağırdıkları bu küçük, ufak tefek ama bir o kadar da cesur ve gözüpek kadın çok sevdiği İspanyol halkıyla birlikte ölüme yürümüştü.
Gerda Taro Savaş muhabiri ve fotoğrafçıydı; Stuttgart doğumlu. 27 Temmuz 1937'de Madrid yakınlarında Brunete'de hayatını kaybettiğinde 27 yaşındaydı.
Gerda, Cordoba Cephesi'nde (Eylül 1936)
Gerda'yı yitirdikten sonra savaştan savaşa koşarak ölüme meydan okuyan Capa, Vietnam'da bir mayına basarak öldüğünde kırk yaşındaydı.
Ernest Hemingway ile (Sun Valley, Idaho - 1941)
Capa, Barselona'da her zaman uğradığı Majestik Oteli'nin barında Hemingway ile karşılaştı. Capa ve Hemingway cephede birlikte olmuş iki yoldaş olarak derin bir hüzün içindeydiler. Uğrunda savaştıkları hayaller yok olup gitmişti.
25 Ekim'de Capa, yenik hükümetin başkanı Juan Negrin'in konuşmasını dinlemek ve fotoğraf çekmek için Montblanc'a gelmişti. Negrin, İspanya'dan ayrılacak olan Uluslararası Tugaylara bir veda konuşması yapacaktı.
Capa'nın bu toplantıda çektiği fotoğrafta, gözleri yaşlı yüzlerce adam yumrukları havada Negrin'i dinliyordu.
Frankocu bir faşistin Cumhuriyetçi bir subay ve askerler tarafından sorgulanışı (Muhtemelen Madrid - Ağustos/Eylül 1936)
Dört gün sonra Barselona'nın ünlü Diagonal meydanında ayrılacak olan Uluslararası Tugay milisleri için düzenlenen törene yüzlerce Katalan ellerinde çiçeklerle geldiler.
La Pasionaria konuşuyor
Milisler geçerken kadınlar gözyaşları içinde onları çiçek yağmuruna tuttular. Bütün milisler meydana toplandığında Franko'ya karşı direnişin simge ismi La Pasionara [Doleros İbarruri] konuşma yapmak için podyuma çıktı.
Gözlerinden zeka ve ateş fışkıran orta yaşlı kadın ilk önce kalabalıktaki kadınlara seslendi:
“Yıllar geçip, savaşın yaraları kapanmaya yüz tuttuğunda çocuklarınızla konuşun. Onlara Uluslararası Tugayları anlatın. Bu adamların evlerini, sevdiklerini, yurtlarını terk ederek bizimle birlikte savaşmaya geldiklerini, İspanya'nın davası bizim de davamızdır diyerek, bizim topraklarımızda gömüldüklerini, bizimle birlikte kaldıklarını bilsinler.”
Sonra erkeklere döndü:
“Siz ise gururla, başınız dik gidin. Siz tarih yazdınız, demokrasi için mücadelenin evrenselliğinin ve dayanışmasının destanını yazdınız. Biz sizi asla unutmayacağız. Günün birinde barışın simgesi zeytin ağacı yeniden yaprak açtığında, Cumhuriyetçi İspanya'da buluşmak için geri gelin!”
Sonra kalabalığa döndü ve son sözünü söyledi:
“Dizleriniz üzerine çökerek yaşamaktansa, Ayakta ölmek yeğdir”
Robert Capa, Hemingway'in gözlerinden akan yaşları gördü, ama fotoğraf çekmedi, kendi gözlerinden akan yaşları silmekle meşguldü. (MUT/BA)
Yararlanılan kitaplar
* Werner Biermann, “1939 Yazı”, Türkçesi Ayşe Sarısayın, Can Yayınları, 1971
* George Orwell, “Katalonya'ya Selam”, Türkçesi Jülide Ergüder, bgst Yayınları. Şubat 2011
* Alex Kershaw, “Blood and Champagne” the life and times of Robert Capa, De Capo Press. 2004
* Richaer Whelan, Robert Capa, Türkçesi Mehmet Harmancı, Agora Kitaplığı, Nisan 2006