Günümüzde dünya ölçeğinde uygulanan tarım programları küçük ve orta ölçekli işletmeleri tasfiye ediyor; onların yerine çokuluslu tarım-gıda şirketleri tarafından dayatılan endüstriyel tarım ve sözleşmeli üreticilik modelini öne çıkarıyor. Böylelikle hem çokuluslu şirketler tarafından üretilen/pazarlanan tohum, ilaç ve gübre gibi tarım girdilerine pazar yaratılıyor; hem de tarımda tekellerin hakimiyeti güçlendiriliyor.
Neoliberal politikaların gölgesinde Türkiye tarımı
Türkiye’de neoliberalizm 12 Eylül darbesinin 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararlarını koruması altına almasıyla başladı. Tarım sektörüne yönelik politikalar, istikrar programlarına bu süreçte girdi. 1980’li yıllardan sonra tarımda neoliberal politikaların uygulanması ile bir dizi değişim ve dönüşüm süreci yaşandı. Devletin 1950-1980 yılları arasındaki tarımı destekleyen tavrı değişti; destekleme alımları, girdi ve kredi sübvansiyonlarından oluşan rolü küçültüldü.
Neoliberalizmin ilk dokuz yılı (1980-1988) köylülüğün göreli durumunun dramatik boyutlarda bozulduğu bir dönem oldu.
Devlet-köylü ilişkisi yerini sermaye-köylü ilişkisine braktı
1980’li yıllardan başlayarak uygulanan politikalarla devlet-köylü ilişkisinin yerini sermaye-köylü ilişkisi almaya başladı. IMF-Dünya Bankası patentli programlar küçük üreticiliğin çözülme sürecini hızlandırdı. Küçük ölçekli çiftçiler üretimden çekilirken, yerini tarım şirketlerine dayalı bir yapı almaya başladı.
IMF ve Dünya Bankası tarıma el koydu
IMF 1 Ocak 2000’de başlatılan stand-by programıyla ekonomiye ve tarıma el koydu. 2000’li yılların en kapsamlı yapısal dönüştürme programı, Dünya Bankası aracılığıyla tarımda uygulandı. Bankanın hazırladığı Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) tarımda fiyat, girdi ve kredi desteklerinin kaldırılarak doğrudan gelir desteği (DGD) sistemine geçilmesini, tarım birliklerinin işlevsizleştirilmesini, bazı ürünlerde kota uygulamasını, bazılarında ise üretim alanlarının daraltılmasını içeriyordu. Projenin uygulamadaki etkileri tarım sektörü için oldukça yıkıcı sonuçlara yol açtı. Bunlar; tarımda hızlı çözülme, kırdan kente göç, tarımdaki dağıtım, pazarlama ve ar-ge etkinliklerinin yerli ve yabancı tekellere devredilmesi olarak sayılabilir.
Tarım desteklerinin milli gelirden aldığı pay yüzde 1’den az
Tarımda koruma ve müdahale bir zorunluluktur. Aksi halde çiftçiler girdi satın alırken ve/veya ürünlerini satarken, piyasa koşullarından dolayı çift yönlü sömürüye açıktırlar.
2006 yılında yürürlüğe giren Tarım Kanunu’nun 21. maddesine göre, tarımsal destekleme için bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın en az yüzde 1’i olmak zorundadır. Ancak bu rakam yüzde 0,5-0,6 dolayında gerçekleşti.
2010 yılından itibaren geçilen havza bazlı modelde, prim desteklerine 2014 yılı için birçok kalemde artış yapılmazken, yalnızca pamuk, aspir ve zeytinyağında sembolik artışlar yapılmıştır.
Tarıma verilen desteklerde arz, talep, üretim, maliyet, ihracat, ithalat, gibi temel kriterler dikkate alınmamaktadır.
TIKLAYIN - ZEYTİNLİĞİN ISLAHI YASA TASARISI NELER GETİRİYOR? (ARALIK 2014)
Tarımsal KİT'lere özelleştirme saldırısı
IMF ve Dünya Bankası’na verilen taahhütler çerçevesinde, 2000 sonrası yıllar tarıma yönelik özelleştirme saldırısının ivme kazandığı bir dönem oldu. Tarımdaki özelleştirmeler, hem üretici hem de tüketici kitleler aleyhine sonuçlar doğurdu. Tarımsal KİT’lerin boşalttığı alanlar yerli ve yabancı tekeller tarafından dolduruldu; çiftçi ürününü maliyetine bile satamazken, tüketiciler gıda için daha yüksek bedeller ödemek zorunda kaldılar.
Tarım satış kooperatif ve birliklerinin işlevsizleştirilmesi
2000 yılında Dünya Bankası güdümünde çıkarılan 4572 sayılı Kanunla "Kooperatif ve birliklere devlet veya diğer kamu tüzel kişilerinden herhangi bir mali destek sağlanamaz" hükmü getirilerek TSKB’ler için bir tasfiye süreci hazırlandı. Bu süreçte Taskobirlik ve Kayısıbirlik tasfiye sürecine girdiler. Fiskobirlik ürün alamaz hale getirildi. Birçok birlik sanayi tesislerini kapattı, gayrimenkullerini sattı, çalışanlarını işten çıkardı. TSKB’lerin ortaklarından ürün alımları önemsenmeyecek seviyelere indi.
Tohum piyasasında çokuluslu şirketlerin hakimiyeti
Türkiye’de tarım üretimi için tohumluk tedarikinde yabancı sermayeli ve/veya yabancı ortaklı şirketlerin hakimiyeti güçlenmektedir. Örneğin 2010 yılı itibariyle hibrit mısır tohumluğunun yaklaşık yüzde 60’ı beş; ayçiçeği tohumluğunun yüzde 90’ı üç; pamuk tohumluğunun yüzde 45’i iki yabancı tohum tekeli tarafından temin edildi.
Kimyasal gübre piyasasına ithalat lobisi egemen
Kimyasal gübre sektöründeki kamu kuruluşlarının (TÜGSAŞ ve İGSAŞ) özelleştirilmeleri 2005 yılında tamamlanmış ve kamunun üretici olarak varlığı sona erdirilmiştir. İç piyasadaki gübre fiyatlarını, uluslararası piyasalardaki hammadde ve gübre fiyatları; döviz kurundaki değişmeler ve gübre tekellerinin kâr hırsı belirlemektedir. 2014 yılında 5,5 milyon ton olan kimyasal gübre tüketiminin yüzde 58’i (3,2 milyon ton) ithal edilmiş; böylelikle kimyasal gübre ithalatında Cumhuriyet tarihinin rekoru kırıldı.
Tarımın finansmanında yabancı payı artıyor
2000 yılında bankalar tarafından tarıma verilen kredilerin hemen hemen tümü kamu bankaları tarafından sağlanıyordu; özel bankaların payı yalnızca binde 4 dolayındaydı. 2000-2014 yılları arasında yerli ve yabancı özel bankaların toplam payı yüzde 36’ya ulaştı.
TIKLAYIN - AKP... ÇİFTÇİLER... BEKLENTİLER... (A. AYSU -2002)
Ürün fiyatları dibe vurdu, girdi fiyatları tavan yaptı
Çiftçinin kullandığı gübre, mazot, yem gibi girdilerin fiyatlarındaki artışlar ürün alım fiyatlarındaki artışların çok üstünde gerçekleşti. Girdi fiyatları dört katına çıkarken ürün fiyatları iki-üç katına çıktı.
Kırsal yerleşimler boşaldı
AKP iktidarı tarafından da sürdürülen neoliberal tarım politikaları sonucunda kırda/tarımda geçimini sağlayamayanlar kentlerin varoşlarına göçtüler. 2012 yılında il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı yüzde 77,3 iken, 6360 sayılı Kanun kapsamında 14 ilde büyükşehir belediyesi kurulması ve büyükşehir statüsündeki 30 ilde belde ve köylerin ilçe belediyelerine mahalle olarak katılmasıyla 2013 yılında yüzde 91,3’e yükseldi. Buna karşılık belde ve köylerde yaşayanların oranı ise yüzde 22,7’den yüzde 8,7’ye düştü. 2002-2013 döneminde kentli nüfus 43,4 milyondan 70 milyona yükselirken; kırsal nüfus 22,6 milyondan 6,6 milyona düştü.
TIKLAYIN - TARIMDA AKP GERÇEKLERİ VE ÇİFTÇİ GERÇEKLERİ (A. AYSU - 2011)
6360 sayılı Kanun gereğince 30 Mart 2014’ten sonra mahalleye dönüşen 16 bini aşkın köyde köy tüzel kişiliğine ait tüm varlıklar belediyelere devredilmiş; tarım arazileri, meralar ve yaylaklar imara açılmıştır. Böylelikle tarımdan zaten kazanç sağlayamayan çiftçilerin ellerindeki araziyi satıp üretimden çekilmeleri için zemin hazırlanmış olmaktadır.
Yanlış tarım politikaları tarlaları boş bıraktırdı
Uygulanan tarım politikaları yüzünden çiftçi tarımdan kopmakta, tarlalar boş bırakılmaktadır. 2002 sonrası dönemde işlenen tarım alanları 23,9 milyon hektardan 20,7 milyon hektara gerilemiştir; yani 3,2 milyon hektar tarım arazisi boş bırakılmıştır. Bu rakam Belçika’nın yüzölçümüne eşdeğerdir.
Bitkisel üretim yerinde saydı
2002-2014 döneminde ülke nüfusu 66 milyondan 77 milyona yükselmiş, yani yaklaşık 11 milyon kişi artmıştır. Buna karşılık;
* Buğday üretimi 19,5 milyon tondan 19 milyon tona,
* Arpa üretimi 8,3 milyon tondan 6,3 milyon tona,
* Nohut üretimi 650 bin tondan 450 bin tona,
* Mercimek üretimi 565 bin tondan 345 bin tona,
* Kuru fasulye üretimi 250 bin tondan 215 bin tona,
* Kuru soğan üretimi 2,1 milyon tondan 1,8 milyon tona,
* Karpuz-kavun üretimi 6,4 milyon tondan 5,6 milyon tona,
* Patates üretimi 5,2 milyon tondan 4,2 milyon tona,
* Lif pamuk üretimi 988 bin tondan 846 bin tona,
* Tütün üretimi 153 bin tondan 70 bin tona gerilemiştir.
Buna karşılık şekerpancarı üretimi yatay bir seyir izlemiş; domates mısır, çeltik ve ayçiçeğinde anlamlı artışlar sağlanmıştır. Bunların dışındaki ürünlerde üretim istikrarsızdır, kendini tekrarlama veya üretim düşüşleri söz konusudur.
Hayvancılıkta orta ve büyük boy işletmeler destekleniyor
1980 yılından bu yana Türkiye’de nüfusun yüzde 70’in üzerinde (yaklaşık 44 milyondan 76 milyona) artmasına karşılık, toplam hayvan varlığının yüzde 37 düzeyinde gerilediği (yaklaşık olarak 85 milyondan 53 milyon başa düştüğü) görülmektedir. Nitekim canlı hayvan arzındaki yetersizlikten dolayı Türkiye 2010-2013 döneminde yaklaşık 3,5 milyar dolarlık canlı hayvan ve et ithal etmiştir. Bu dönemde yaklaşık 3,5 milyon baş canlı hayvan ithalatı yapılmış, karkas sığır eti ithalatı da 200 bin tona ulaşmıştır. Öte yandan hayvansal ürünler ithalatı ile canlı hayvan ithalatı ve kaçakçılığı bir rant ve yolsuzluk kapısı haline getirilmiş, buradan nemalanan bir kesim yaratılmıştır.
Hayvancılıkta uygulanan politikalar mevcut üreticileri daha iyi duruma taşıyacak araçlarla donatılmalı ve kamu kaynakları büyük ölçekli ve sermaye ağırlıklı işletmeler yerine küçük ve orta ölçekli aile işletmelerine aktarılmalıdır.
Tarımda istikrarsız büyüme
2000’li yılların başından bu yana IMF ve Dünya Bankası tarafından dayatılan ve siyasi iktidarlar tarafından kararlı bir biçimde uygulanan politikalar tarımda istikrarsızlık yaratmış; tarımın büyüme hızı gayri safi yurtiçi hasıladaki (GSYH) büyüme hızının altında kalmıştır. Nitekim son 11 yıllık dönemde GSYH yıllık ortalama yüzde 4,9 oranında büyümüş; buna karşılık tarım sektöründeki büyüme hızı yüzde 2,2 olmuştur.
Tarımda net ithalatçı konuma gelindi
Neoliberal politikaların uygulandığı 1980’li yıllardan beri Türkiye’nin tarımsal üretim yapısında ve dış ticaretinde büyük değişiklikler olmuştur. Tarımda büyük ölçüde kendine yeten bir ülke olan Türkiye, bu konumunu yitirerek, pek çok ürünü ithal etmek zorunda kalmıştır. Genel ihracat dengesi bakımından, tarımda net ihracatçı konumdan net ithalatçı konuma gelinmiştir.
Son 12 yıldan 6’sında tarım ürünleri dış ticareti net açık vermiştir. Bu dönemde;
* Yağlı tohum ve türevleri ithalatına 29 milyar dolar ödendi.
* Pamuk ithalatına 15 milyar dolar ödendi
* Buğday ithalatına 10 milyar dolar ödendi.
* 33 milyon ton buğday ithal edildi.
* 14 milyon ton soya ithal edildi.
* 9 milyon ton pamuk ithal edildi.
* 7 milyon ton ayçiçeği ithal edildi.
Türkiye gıda maddeleri dış ticaretinde net ihracatçı, tarımsal hammadde dış ticaretinde ise net ithalatçı konumdadır. Bu alandaki dış ticaret, özel sektör taleplerine göre şekillenmektedir. Gıda sektörü ithal ettiği hammaddeyi işleyerek yine yurtdışına satmaktadır.
Gıda egemenliği çokuluslu şirketlerin güdümüne girdi
Türkiye’de bebek maması, nişasta bazlı şeker, sakız, cips, hazır kahve, endüstriyel dondurma, hazır çorba, kolalı ve yüksek alkollü içecekler ve şekerleme imalatının dörtte üçünden fazlası (bazılarında yüzde 90’ı aşkın bölümü) çokuluslu yabancı sermayenin kontrolüne geçmiştir. Organize perakende pazarının yarısından çoğu yabancı sermayeli devlerin elindedir.
Girdi sağlamadan üretime, işleme ve pazarlamaya kadar tüm süreç çokuluslu tarım-gıda şirketleri ve onların taşeronlarının kontrolüne girmeye başlamıştır. Bu süreç, söz konusu şirketlerin sözleşmeli üretim aracılığıyla tarım ve gıdayı doğrudan kontrol etmesi yoluyla ivme kazanmaktadır. (NO/HK)
* Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyonu (IFAP) 1984 yılında Hindistan'da yaptığı Genel Kurulu'nda 14 Mayıs'ı “Dünya Çiftçiler Günü” olarak ilan etti. 14 Mayıs 31 yıldır Dünya Çiftçiler Günü olarak kutlanıyor.