Türkiye gündemi barış içi müzakere çabalarından epey bir süredir sendikacıları, kamu emekçilerini ve Kürt siyasetçilerini hedef alan ve ardı arkası gelmeyen tutuklama dalgalarına uzanan ilginç gelişmeler ve tartışmalarla dolu.
Kürt meselesinde kalıcı çözümü inşa etme yönünde bir umut doğarken diğer yanda aynı taleplerle Karadeniz turuna çıkan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) heyeti linç edilmekten zor kurtuldu. Böylesine bir iklimde son günlerin şüphesiz en önemli tartışma başlıklarından biri milliyetçilik tanımı üzerine gerçekleşti.
Recep Tayyip Erdoğan Midyat’ta yaptığı konuşmada Kürt sorununda çözüm arayışlarını kastederek “bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle çıkmasın, kimse bizim karşımıza Türklükle de çıkmasın; biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız” dedi.
Sonrasında da artık inkar politikalarının bittiğini, vatan toprağının her yerinde aynı hakların ve özgürlüklerin hakim olması için çalıştıklarını iddia etti. Erdoğan’ın bu cümlelerine karşılık yalnızca Milliyetçi Hareket Partisi’nden (MHP) gelmedi; bizzat Kılıçdaroğlu’nun dilinden Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de “milliyetçiliğin erdemleri” üzerine söylev vermeye başladı. Hatta Kılıçdaroğlu, milliyetçilikle yurtseverliği eşitleyerek “İşte biz buradan hareketle Atatürk milliyetçiliğini savunuyoruz” mealinde sözler sarf etti.
Başbakan Erdoğan bunun üzerine “Biz kucaklayıcı milliyetçiliği kastetmedik, tek millet, tek vatan tek bayrak diyoruz” ile aşina olduğumuz Türk sağı vasatıyla karşılık verdi.
Bu tuhaf söz düellosunun ardında iki vahim yanlış ya da siyaseti okuyamama beceriksizliği var. İlkin Erdoğan’ın Midyat konuşmasını öne sürerek Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) milliyetçilik karşıtı bir politika izlediğini ileri sürmek, ikinci olarak da reaksiyoner bir ruh haliyle kendi durdukları yerden “makbul milliyetçilik” tarifine soyunmak.
Milliyetçilikten Vazgeçememek
Milliyetçilik tartışmaları, Türkiye siyasetinin yalnızca son periyodunun değil, İttihat ve Terakki’nin 1913’te ipleri tamamen ele geçirmesinden bu yana hemen hemen her döneminin odak noktalarından biri oldu. Ulus-devletleşme sürecinin milliyetçiliği “asli bir hususiyet ve erdem” olarak tarif eden patolojik mirası siyasal yelpazenin farklı yerlerinde duran parti ve grupların bünyesine sirayet etti.
Neredeyse söz konusu milliyetçilik olduğunda herkes pastadan daha büyük pay almak adına yarışa giriyordu. Zira milliyetçilik hem “devlet” ile ilişkide politik aktörlere itibar ve ayrıcalık sağlıyor hem de hatırı sayılır oy getiriyordu.
Sağ siyasette ideolojik netleşmenin yaşandığı 1960’lı yılların ortalarından başlamak üzere milliyetçilik bahis konusu olduğunda iki eğilimin varlığını tespit edebiliriz.
İlki doktriner tutum adı verilebilecek ve Türk milliyetçiliğini tüm siyasetinin merkezine koyan MHP çizgisi ve ona belli ölçüde eklemlenen çevreler. Bu çevrelerin içine partiyle organik bağı olan ülkü ocakları da dahil edilebilir; ilişkinin bu denli net olmadığı Komünizmle Mücadele Derneği ve Aydınlar Ocağı da. MHP’nin milliyetçilik ve millet tanımları zaman içinde farklılık gösterdi elbet ama partinin siyasal omurgası hep milliyetçilik üzerinden şekillendi, şekilleniyor.
İkinci eğilim ise merkez sağın politik macerasında şekillendi. Adalet Partisi’nden (AP) Anavatan Partisi (ANAP) ve Doğru Yol Partisi’ne (DYP) uzanan merkez sağ gelenek ise milliyetçilikten hiç vazgeçmeyen ancak MHP gibi doktriner tanımlamalardan çok esnek ve pragmatik manevralar yapan bir çizgiyi takip etti. Milliyetçi Cephe hükümetleri örneğinde olduğu gibi etnisist milliyetçi damarı ve kolektif şiddete başvuran milliyetçi örgütleri kimi zaman çok sahiplendi ve korudu; kimi zaman da arasına mesafe koyarak ellerini yıkadı.
1980 sonrasında Özal’ın ANAP’ı bu çerçevede milliyetçiliği mutad olduğu üzere yalnızca muhafazakar motiflerle değil ekonomik liberalizmle harmanlama girişiminin bir örneği olarak belirdi. “Büyük Türkiye” sloganı tam da bu iktisadi liberalizmi lokomotif yapan milliyetçi perspektifin özetiydi. Bugünün AKP’si milliyetçilik kavrayışı açısından Milli Görüş çizgisinden çok Özal ve çevresinin yaklaşımıyla benzerlikler arz ediyor.
AKP’nin Neo-liberal Milliyetçiliği
AKP on yılı aşan iktidar döneminde popülist söylemi içersinde bilhassa da 2007’yi takip eden zaman diliminde milliyetçi motiflere çok sık yer açtı. Ancak bunu yaparken adına milliyetçilik demeden kendince “makbul” gördüğü “icraata” dayalı bir milliyetçiliği adım adım inşa etme yoluna gitti.
AKP döneminde iktidarın marifetiyle milliyetçiliğin bu yeniden formüle edildiği haline neo-liberal milliyetçilik adını veriyorum. AKP iktidarında güç kazanan neo-liberal milliyetçilik özünde piyasa ekonomisi ve aktörleriyle barışık, banal milliyetçiliği yeniden üreten sembollerle (yazınsal ve görsel karşılığı için bkz. AKP’nin yayını Türkiye Bülteni) “ileri demokrasi” diskurunu harmanlayan, sistemde yer alan gerilimleri popülist – muhafazakâr/dini motiflerle yumuşatmaya çalışan bir milliyetçilik şekli. Yeni-Osmanlıcı eğilimler de bu haliyle neo-liberal milliyetçiliğin tezahürlerinden yalnızca biri.
AKP’nin neo-liberal milliyetçiliği, aslında zımni olarak “makbul milliyetçilik” ve “öteki”si ayrımını tekrarlayan pattern’e birebir uygun. Yıllardır kimi liberal isimler dahil olmak üzere birçok kalem sahibi olumlu (pozitif) ve olumsuz (negatif) milliyetçilik kavramsallaştırmasında ısrar etti. “Olumlu” olanı “kapsayıcı” (yurttaşlığa bağlı), diğerini “dışlayıcı” (etnisist) özellikler atfedildi. Halbuki milliyetçilik öyle ya da böyle çıkış noktası itibari ile dışlayıcıdır; ve yurttaşlık ile etnik kökene dayalı hali arasında konjonktürel salınımlar gösterir. Dolayısıyla “makbul milliyetçilik” tanımlamak bizzat milliyetçiliğin potansiyel arazlarını aklamaya hizmet etme riskini taşır.
AKP, “makbul milliyetçilik” ve “ötekisi” ayrımını, hem erken cumhuriyette kemikleşmeye başlayan Kemalist milliyetçilik politikaları üzerinden CHP’yi hem de etnisist karakterliği milliyetçi eğilimi içinde barındıran MHP’yi ve her iki politik tutuma eklemlenen odakları sıkıştırmak için gündemde tutuyor.
MHP ve CHP başta olmak üzere milliyetçi/ulusalcı gruplar da politik performanslarıyla AKP’nin elini kolaylaştırdı, kolaylaştırıyor. Bu şartlar altında AKP, üretim ve istikrar vurgusuyla kendi “makbul milliyetçilik” tanımını “ulusa aşk ile hizmet etmek” ile sabitliyor.
Milleti de tanımlarken de en önemli birleştirici unsur olarak İslam’a referans veriyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın 2010 Kasımında partisinin grup toplantısındaki konuşması bunun bir özeti:
“Milliyetçilik kafatasçılık değildir. Milliyetçilik slogan atmak, çeşitli sembollerle tezahüratta bulunmak, hoşgörüsüzlüğü bir ideoloji olarak dayatmak hiç değildir. Milliyetçilik belli idealler, belli değerler etrafında buluşmak, bir gelecek vizyonu etrafında kenetlenmek, insanlığın tamamının huzur ve barışı adına tek yürek haline gelmektir. Ortak tarih ve kültür bilinci insanları bir arada tutar, bir millet olarak geleceğe taşır. Milliyetçilik bu ruhu oluşturabildiği, bu duygu iklimini güçlendirebildiği oranda kıymetlidir. Milliyetçilik kendi milletine, kendi vatanına, ülkesine, onlarla birlikte tüm insanlığa, mazlumlara, mağdurlara ulaşmak, onlara el uzatma, onlara kucak açabilmektir. Milliyetçilik asla ve asla ırkçılık değildir. Zira milleti teşkil eden ana unsurlar, kan bağı, genetik kodlar değil, tarihtir, kültürdür, ortak idealler, ortak değerlerdir. Aynı toprak parçası için, aynı bayrak için, aynı idealler ve değerler için şehit düşmüş ve aynı mezarlıkta yan yana yatan iki şehidi etnik kökeniyle, diliyle, kökeniyle, mezhebiyle birbirinden ayırmak şehitlere de, bu millete de, bu ülkeye de yapılacak en büyük haksızlık, en büyük saygısızlıktır. Bizler Türkiye Cumhuriyeti üst kimliği altında toplanmış, aynı bayrağın, aynı İstiklal Marşı’nın, aynı ideallerin ve değerlerin etrafında kenetlenmiş bir milletiz. Biz milliyetçiliğe hep böyle baktık. Bu şekilde bakmaya da devam edeceğiz.”
Erdoğan’ın Midyat’taki beyanatına “açıklık” getirdiği konuşma da aynı minvalde:
“Biz ırkçılık anlamında CHP’nin izinden giden BDP’nin milliyetçilik anlayışına da prim vermeyiz. Tek bir milliyet anlayışı dışındaki her milliyetçilik anlayışı bizim ayaklarımızın altındadır. Biz milliyetçiliği sloganlara sıkıştıran değil, millete hizmetle özdeşleştiren bir partiyiz.”
Bu son açıklama AKP’nin yalnızca CHP ve MHP’yi değil; Kürt örgütlü siyasetinin en önemli unsuru olan BDP’yi itham etmek için de “öteki milliyetçilik” kartını oynadığını gösteriyor.
Yeni Bir Resmi İdeoloji Oluşurken
Tüm bunlardan sonra şunu söylemek mümkün. AKP’nin bildiğimiz resmi ideolojinin köşelerini çizdiği milliyetçiliği karşısına aldığı doğru. Ancak iktidarca bu alaşağı edilmek istenen artık ritüelleriyle ve kurucu lider kültü ile arkaikleşmiş bir milliyetçilik türü. Ve iktidar tesis etme ve devleti/rejimi fetişleştirme işlevini çoktan yitirdi.
AKP eski resmi ideoloji yerine kendi “makbul milliyetçilik” anlayışına uygun yeni bir resmi ideoloji inşa diyor. Bunu yaparken de yakın tarihi yeniden yazıyor; güç paylaşımını ve rolleri yeniden tanzim ediyor.
Zira yeni formu ile resmi ideoloji neo-liberal çağın devlet ve iktidar kavramsallaştırması için gayet uygun araçları içinde barındırıyor. Emekten yana, özgürlükçü ve demokrat bir siyaset, öncelikle AKP’nin bu stratejisini deşifre etmeli ve iktidarın dayattığı çerçevenin dışına çıkarak alternatif üretebilmeli. (GGÖ/EKN)